Kitap Nasıl Alınır?

Türkiye’de okur yazar oranı en son yüzde kaça geldi bilemiyorum ama düştüyse bile buna sebep olarak kesinlikle ekonomik sebepleri listenin tepesine koyabilirim sanırım. Hangi birimiz kitap almaya gidip elimiz boş ya da düşündüğümüzün yarısı kadar bile dolu olmadan geri dönmemişizdir ki?
Tabi aynı durum yayın ve basım evleri için de geçerli. Muhtemelen onlarda istedikleri bütün kitapları basamıyor, istedikleri kalitede sipariş yollayamıyorlardır. 

Peki bunun asıl sebepleri ne olabilir? Aslında basit olmakla birlikte –herkesin bildiği sebepler-, karışık olmadığı da söylenemez.
Öncelikle okuyucu tarafından işe koyulalım…

Bir okuyucu için önemli olan nedir? Bir kitabın baskı kalitesi mi? Çevirisi yapılan kitabın türü mü? Çeviri kalitesi mi? Fiyatı mı? Yoksa bunların hiçbirisi mi ya da hepsi birden mi?

Günümüz şartlarında, ülkemiz sınırları için de kesinlikle ilk sırada kitabın fiyatı olduğunda sanıyorum ki hemfikirizdir. Özellikle gidip yüz sayfa bile tutmayan bir kitaba on milyon vermek yaralayıcı olacaktır. Hatta belki kitabın alınmamasını doğuracaktır. Bunun yanında daha kalın ve daha kaliteli baskılı bir kitabın çok daha ucuz olduğunu görmek, muhtemel bir hatırı sayılır sinir artmasını doğuracaktır.
Standart bir okuyucu, elindeki parayla alınabilecek –buraya dikkat, asıl olan anlam insanın gittiği yerden istediği tüm kitapları alabilecek olmasıdır- kitapları kafasında şekillendirmiştir. Yeni çıkan kitapları takip eder, takip ettiği için de fiyatların yakın ortalamalarını çıkarabilir. Yani yanında götürdüğü meblağ ile istediklerini alacaktır. Ama her insan bir değil. Elindeki parayla kitap okuyamayan da tonlarca insan var gözümüzün önünde.
Gene bir standart okuyucu, gelirini kitaplara vermeden önce kıstaslarını yapar. Ödeyeceği paraya bağlı olarak kitabın baskısında, kapak dizaynında, yayınevinin tutarlığında ve dilinde mutlak bir kalite tutarlılığı bekler. Kitap alacağı yerleri belirler, her koşulda destek alabileceği dükkanları tercih eder.
Fazla dağılmadan biraz da yayınevleri tarafından konuya bakalım…

Yayınevleri, okuyucuları ellerinden kaçırmamak için devamlı bir üretim sürecindedirler. Fakat bu süreç oldukça zorlayıcı, oldukça belirsiz ve oldukça külfetli geçmektedir.
Bir kitap bize ulaşmadan önce telif hakları satın alınır. Bir kitabın telif hakları iki şekilde el değiştirir. Ya belli bir süreliğine yayınevi adına kiralanır ya da yayınevi hakları satın alır. İkinci seçenek oldukça ağır bir maliyetle birlikte gelir. Çok ağırdır çünkü kitlesinin ufak rakamlarla ifade edilebildiği bir sektörde, telaffuz edilen rakamlar neredeyse kumara yaklaşır eğer benzetmek gerekirse. Bir yayınevi de bu külfeti üzerinden atmak için etiketleri gereğinden şişkin koyabilir.

Şimdi her iki durumu birlikte inceleyelim. Yayınevlerinin ödediği ücretler bir okuyucu için hiçbir şey ifade etmez. Ama aynı okuyucu o kitapları muhakkak kendi dilinde ister. Aynı şekilde yayın evleri kitabın satılacağından emin olduğu sürece de fiyatları olabildiğince maliyetinden yukarıda tutar. Ancak bu şekilde girdiği durumdan kurtulacağını düşünür. Birçok okuyucu baskı kalitesinin yüksek olmasını ve çeviri dilinin çok temiz olmasını ister. Yayın evleri de çevirileri bu işte deneyimli kişilere yaptırır ama okuyucu nankördür, en ufak hatalarında onları çok rahat biçimde lekeleyebilir, suçlayabilir ki bu da ona verilmiş en büyük haktır. Ve okuyucu ne zaman bir seri kitap okuyorsa, kitabın geleceğinden emin olmak ister. Aynı şekilde yayınevleri de başladıkları seriyi bitirmek isterler ama belli rakamların altında satılan seriyi de devam ettirmezler. Bu okuyucuya göre kalitenin düşüşü, yayın evine göre bataktan çıkmak olarak değerlendirilir.
Daha önceki kitap inceleme yazılarımda geçen küçük konuşmanın detaylarıyla biraz daha içeriye girelim şimdi.

Anne McCaffrey’in (gerektiği yerlerde bundan sonra A.Mc olarak kullanılacaktır) Pern dizisini bilenler muhakkak vardır aranızda. A.Mc’nin bu serisi, Pern adı verilen bir gezegende geçen olayları, kişileri ve hikayeleri anlatmaktadır. Kitabın tüm serisi, yan kitaplarıyla birlikte (A.Mc tarafından değil de başka yazarlar tarafından kaleme alınan eserlerle birlikte) ortalama kırk kitabı bulmaktadır. İthaki yayın evi, bu serinin sadece ilk üç kitabını çıkarıp kalanlarını tamamen atladı. Ne kadar diretsem, ne kadar rica etsem de (bir okuyucu olarak hakkınızı kullanmanız gerekir) bu dizinin devamının çıkmayacağını özellikle belirtmeleri üzerine, yayın evinin Kadıköy’deki aracı dükkanına gittim. Amacım firmaya ait yetkili birini bulup bu konu ile ilgili birinci ağızdan bilgi almaktı. Şans eseri yayın evi sahibi ile görüşme olanağım oldu. Öncelikle tabi ki Pern dizisinden başladık konuşmamıza. Yayın evinin yakındığı konu, büyük bir hevesle girdikleri ve okuyuculardan çevirmeleri için baskı aldıkları bu dizinin, bekledikleri ilgiyi görmemesiydi. Üzerine çok fazla düşmüşler ama bir türlü istedikleri satış rakamını yakalayamamışlardı. İstedikleri rakamdan da çok fazla bir şey beklenmesin. Çünkü yayın evlerinin neredeyse tamamı, yan mağazalarından (örneğin İthaki Yayınları Penguen Kitabevi’nin de sahibi, Arka Bahçe Yayınları Gerekli Şeyler mağazasının sahibi) gelen gelirle ayakta durabilirken, bastıkları kitapların kendini kurtarabilmesi, belki de ufak bir kar etmesi onlara yetiyor.

İthaki maalesef ki bu büyük dizide birkaç kitap ilerledikten sonra, hevesini tamamen kaybetmiş. Sürekli zararda olduklarından da geri adım atıp başka kitaplara yönelmek durumunda kalmış. Ama muhakkak söylemek istedikleri, bu seri için hala güzel duygular içinde oldukları ve devamını getirmek istedikleri.
Zamanla deneysel çalışmalardan çok ticari kaygısı olmayan ürünlere yönelmişler. Shannara serisi, Ölüm Kapısı serisi, Jules Verne serisi bunlara en basit örnekler.

Konuşmanın sonlarına doğru fiyatlardan konu açıldı. Hemen her satıcıdan –bu tabir için üzgünüm ama ticari bir işletmede geçiyordu muhabbetimiz- beklediğim cevap olan “Aslında fiyatlarımız çok uygundur” yerine, “Haklısın, bir şu kitaba bak (kalın ve karton ciltli bir kitap çıkardı), bir de şuna (Barbar Conan kitabını eline aldı)” demesi beni oldukça şaşırttı. Gerçekten de fiyatları birbirine göre çok orantısızdı. Ortalama sekiz yüz sayfalık bir kitabın fiyatıyla yaklaşık yüz, yüz elli sayfalık bir kitabın ücreti, yan yana komik görünüyordu. Anlatmak istediği maliyet dengelerinin satışla orantılı olduğuydu.

Bir diğer söylediği de sürüm yapan kitaplardan kazanılan para ile sürüm yapmayan ve pahalı kitapların etiketi düşürülerek ayarlama yapıldığıydı. Ama onlar için asıl önemli olan kitaplarının satılabilmesi ve gerektiği kadar, akıtılan alın teri kadar değer görmesiydi.
Oradan almamız gereken –ve bu yazının tümünün size vermesi gereken ders- asıl tema, kitapların kıymetini bilmemiz gerektiği. Peki burada kıstas nedir?

Şudur ki kitaplarımızı orijinal almamız lazım. Ofset -halk arasında korsan denilir- kitap hem bize, hem yayın evlerine zarar verir. Baskısı kalitesiz, sayfaları düzgün olmayan, düzgünlük garantisi olmayan kitaplardır ofset kitaplar. Ve ofset kitap almak sadece gelecek kitapların önünü kapatır. Bir çoğunuzun “Ama ofset kitaplar ucuz” dediğini düşünerek şöyle bir açıklama yapmak istiyorum…
Bir kitap, yasal bir kitap, alabileceğimiz anlamda satışa çıkmadan önce dağıtıcı noktalara bırakılır. Ortalama satış fiyatı belirlenir ve bize sunulacağı zaman etiketlenir.

Bu etiketin bize yansıttıkları, yazarın payı, yayın evinin payı, basım evinin payı, satıcının payı,yasal vergi ve etiket vergisidir. Ofset kitaplarda ise sadece basım evinin payı ve zorunlu ödediğimiz haraç vardır. Bu haraç ki aslında düşük maliyeti olmasına rağmen gereğinden pahalı satılarak haksız kazanç elde edilen kitapların adıdır.

Peki bu fiyatları nasıl düşürebiliriz?

Maalesef ki etiket vergisi adı altında bizden alınan ücret, ufak gibi görünse de ortalama bir okuyucu için –ki bu ayda birkaç tane kitap alan herhangi bir okuyucudur- inanılmaz bir baskıdır. Her bir kitabın vergisi, başka bir kitap olarak bize geri dönebilir. Etiket vergisini açıklamak gerekirse, devletin nefes almamızdan vergi alması gibi, kitaplar içinde zorla aldığı kim bilir kaçıncı ücrettir.

Bu ücretten kaçınmak için, yasal kitap satan yerlere yönelmemiz lazım. Yasal kitap satan ama yüksek indirim alabileceğimiz yerlere. Çünkü alacağımız bu fiş, kim bilir kaçıncı vergilerden biridir ve aslında ödememek etik olarak yanlış görünse de, yapısı itibariyle kendisi zaten etiğe aykırıdır.

Kitaplarımızı bu gibi yerlerden alarak hem daha ucuza daha çok kitap okuyabilir, hem de bir yayın evinin satışları sonucu ödemesi gereken ve bizden beklediği bütün ücretleri vermiş oluruz.

Bu gibi yerleri bulmak sizin için zorsa, kitap aldığınız yerlere böyle büyük indirimler yapan yerler olduğunu örnek göstermeyi deneyin. Ya da daha önce de söylediğim gibi bana ulaşın. Sizin için belli yerlere erişimi kolaylaştırırım, böylece sizde okuyan kitlemizi genişletip yayın evleri için –ve muhakkak ki tüm okuyucular için- daha çok Türkçe kitap çevirisine katkıda bulunmuş olursunuz.

Exit mobile version