Kim ne derse desin son yıllardır popülerliğini oldukça koruyan bir kesim var, onlar da Zombiler. Birçok filme ve kitaba da konu olmuş bu arkadaşlar özellikle Resident Evil serisinin başı çektiği popülerlik ile zaman içerisinde kendilerini diğer birçok oyunda göstermeyi başardılar. The Walking Dead dizisi (ve Telltale Games oyunu) ile de oldukça sükse yapan bu kavram son yıllarda oyunlarda büyük bir furyaya dönüştü. Bu arkadaşlar yakın zamanda So-op Shooter’ların ve hayatta kalma oyunlarının neredeyse olmazsa olmaz öğesi haline geldiler. Dead Rising, Left 4 Dead, DayZ ve Dead Island oyunları bize o kadar eğlenceli ve sayısız saatler geçirttiler ki bir o kadar da taklitleri ve rekabetçileri çıktı. Her fazlasıyla ekmeği yenen konsept gibi tam da baygınlık getirdiğini düşündüğümüz anda 2015’in ilk sürprizlerinden biri olan Dying Light konuya farklı ve gerçekçi bakış açısıyla bu ayın sonunda bizi karşılamaya hazırlanıyor ve aradan sıyrılmayı başarıyor.
Geçmişten Günümüze Zombilik
Resident Evil nasıl zombilerin ne kadar korkunç olabileceklerini kanıtlasa da DeadRising de onların bir o kadar eğlenceli olabileceklerini göstermişti. Half-Life’ın “headcrab” ile yarattığı zombi yorumu bize gerilimi hissettirirken, ResidentEvil 4 ise hayatta kalmaya çalışmanın ne demek olduğu konusunda kuralları baştan yazıyordu. 2000’lerin ortasında dalga dalga düşman öldürdüğümüz oyunlarda baş gösteren bu arkadaşlar FPS’lerde co-op kavramının en eğlenceli örneklerinden biri haline gelen Left 4 Dead ile yeniden bir fenomen oluşturdular. Aynı sene çıkan Call of Duty World at War da bu konsepti kullanarak daha sonradan serinin oldukça sevilen oyun modu haline gelen Zombies’i oyuna dâhil etmişti. Yine aynı sene Dead Space bu kavramı “Nekromof” adı altında kullanarak gerilim ve bilim kurgu oyunlarına bambaşka bir bakış açısı getirmişti. Bu konsepte en gerçekçi yaklaşım NaughtyDog tarafından Last of Us ile sunuldu; sadece zombi kavramını değil, zombi felaketinden sonraki dünyayı ve hayatta kalma kavramı ile karakterlerin ilişkilerini oldukça sağlam bir dille anlatıyordu.
Hayatta kalmak demişken, son birkaç senedir oyunculuk deneyimizi oldukça değiştiren bir tür de “Online Survival” oyunları. Minecraft ve DayZ ile hayatımıza giren, yaratılan modlarla ve çevrimiçi etkileşimiyle inanılmaz bir hızla büyüyen bu tür, zombilerle olan deneyimimizi de baştan sonra değiştirmiş oldu. Bu tür o kadar başarılı bir biçimde büyüdü ve yayıldı ki kötü ve başarısız kopyaları bile onca eleştiriye rağmen oldukça yüksek satış rakamları yakaladı. Bunlardan en büyük örnek de The WarZ’nin verdiği vaatlerin %90’ınını karşılamayan ve mikro ödeme sistemi, teknik hataları ve tamamlanmamış halde yayınlanarak oldukça inanılmaz tepkilerle karşılaşmasıydı. Bu tepkiler sonucunda Steam’den kaldırılmıştı. (Tabi 3 küsur milyon adet sattıktan sonra… Şuan oyun Steam’de kötü itibarını silmek için yeni ismi Infestation: Survivor Stories adı altında satılmakta.)
Ancak 2011 yılında çıkan ve zombi konseptini FPS ve RPG öğeleriyle buluşturan Dead Island, Techland’ın konudaki ilk denemesi. Tatili bir uçak kazasıyla mahvolan ve yaşayan ölülerin mesken ettiği bir adaya düşen bir çiftin hikâyesini anlatan yapım, teknik hataları ve tekrar eden görev yapısına rağmen yaşattığı eğlenceli Co-op oynanışıyla zombi severler tarafından oldukça tutulmuştu. Bir başyapıt değildi ve tam anlamıyla bir yenilik sunmuyordu ama silah, karakter gelişimi ve tercihlere dayalı oynanış sistemi gibi RPG öğelerini kendi FPS mekaniklerine oldukça başarılı bir biçimde aktarıyordu. Ardından gelen Dead Island Riptide ile geleneği devam ettiren stüdyo, hemen ardından Dead Island 2’nin yapım aşamasına başlamıştı. Ancak Warner Bros ile yaptığı anlaşma sonrasında Dying Light’ı geliştirmek üzere Dead Island 2’yi Deep Silver’a teslim ederek yeni oyuna odaklanma kararı aldılar.
İyi geceler, İyi Şanslar
Geliştirilme aşaması 2012’nin ilk aylarında başlanan Dying Light, ilk başta Dead Island’a devam oyunu olarak geldiği haberleri yayılsa da, Techland oyunun farklı bir kreatif yaklaşıma sahip, en başından beri ayrı olarak düşünülen bir yapım olduğunu vurgulamıştı. İlk bakışta Mirror’sEdge ve Dead Island karışımı gibi görünen oyun parkur, hayatta kalma ve RPG dinamiklerini bir araya getiriyor. Harran adlı şehirde açık dünya oynanışına sahip olacak olan Dying Light’ta gece ve gündüz döngüsü bulunacak. Ancak bu gün döngüsünün oyun mekaniklerinin üzerinde oldukça farklı bir etkisi var. Gün içerisinde çevremizdeki zombiler, gün ışığından dolayı uyuşuk, daha tepkisiz ve daha hissiz durumdayken gece olduğunda ise bu yaratıklar dönüşerek, hisleri, hareket kabiliyetleri artacak ve daha vahşi bir hale bürünecekler. Aynı insanlar gibi hızlı hareket edebilecek, tırmanabilecek ve koşabilecekler, aynı zamanda oyunculara daha çok zarar verecekler. Hemen korkmayın çünkü Gündüz süresi 64 dakika sürerken gece döngüsü ise sadece 7 dakika sürecek. Gün boyunca gerekli malzemeleri yağmalayıp, görevleri yerine getirirken, gece boyunca da hayatta kalmak için çaba sarf edeceğiz.
2014 yılında çıkması beklenirken 2015 yılına ertelenen oyunlar furyasına katılan Dying Light’ın, Şubat ayının sonuna çıkması ön görülmüştü, ancak yayımcı firma Warner Bros tarafından bu tarih 27 Ocak’a çekilerek oyunu uzun süredir bekleyen kitleyi sevindirmişti. Daha önce bir önceki nesil için de duyurulan oyunun, 28 Ekim’de teknik yetersizliklerin dolayı PS3 ve Xbox 360 versiyonları iptal edildiği açıklanmıştı. Yeni nesil konsollardaysa 1080p 30 fps kilitli olarak çalışacak oyun, yayınlanan oyun içi videolara göre gerçekten de müthiş görünüyordu. Hem karakterimizi hem de kullandığımız silahları geliştirebileceğimiz oyunda 100 adet silah bulunacak ve bu silahlara taktığımız eklentilerle farklı hasar ve etkileri olacak. (ki zaten benzer mekanikleri Dead Island ve Dead Rising oyunlarında da görmüştük) Tabi ki karakterimiz de zaman içerisinde gelişeceği için tecrübe kazandıkça birçok yeni aktif ve pasif özelliğimiz açılacak. Hem parkur hem de dövüş yeteneklerinizi geliştirecek olan bu yeteneklerle zombilerden oldukça yaratıcı yollarla kurtulmanızı sağlayacak.
Zombilerden pek haz etmeyen beni bile bu denli heyecanlandırmayı başaran bu oyunun sırrı Last of Us gibi olaya gerçekçi ve farklı bir bakış açısı sunmasından kaynaklanıyor olsa gerek. Peki ya bizler zombileri neden bu kadar seviyoruz? Niye bu kadar çok tutuluyorlar ve hersene mutlaka bir oyuna veya filme konu olmayı başarıyorlar?
Pamuk, Kefen, Zombi?
Öncelikle, zombileri özel yapan ne? Korkutucu görünmeleri ve sürekli sizi takip edip yemeye çalışmaları mı? Hayır, bunları yapan daha birçok canavar zaten var. Onları asıl özel yapan sıradan ve insan olmaları. Tamamen belirli bir karakteristik özellikleri yok;karşınıza çeşitli formlarda, ırklarda ve özelliklerde çıkabiliyorlar. Onlardan sıkılmamamızı sağlayan da bu olsa gerek.
Ne kadar insana benzeyeceğine, ne kadar deformasyona uğrayacaklarına, nasıl yürüyüp nasıl davranacaklarına biz karar verebiliyoruz. Her ne kadar hepsi birbirine benziyor gibi görünse de aslında hepsi ayrı bir karakter. Aynı bizim gibi. Tabii Michael Jackson’dan Frankestien’a kadar yaşayan ölülere karşı olan bağımız, belki de bizi ısırdıklarında onlardan birine dönüşmemizden kaynaklanıyor olabilir. Peki, aslında zombiler nereden geliyor? Yani, yaşayan ölüler fikri ilk nereden çıkmış olabilir ki?
Kaynaklara göre yaşayan ölülerin kökenleri Gılgamış Destanı’na dayanmaktadır. Tanrıça İştar, ölülerin ayaklanarak canlıları yiyeceğine ve sayıca onlardan daha fazla olacakları lanetini öne sürer ve bu özdeyiş zaman içerisinde Sümer’lerden sonra birçok literatürde de kendini gösterir.
Medyada ise “Night of the Living Dead” filmi bu işin temeli olarak gösterilmiş ve birçok yapım, zombilerin filmdeki gösteriminden referans almış olması onları belirli noktalarda oldukça benzer kılıyor: Zombiler cesetlere benziyor, yavaş yürüyor, seslerden irkiliyor ve bitmeyen bir açlıkla insanları ısırma isteği duyuyorlar. Ve her nekadar canavarca görünseler de vücutlarının hep bir yanı insan kalıyor. Tabi her ne kadar bu onları başlı başına ilginç kılmaya yetmese de asıl enteresan olan bu olayın çevresindeki hayatta kalmaya çalışanlar!
Oldukça sıradan insanların başından geçen bu hayatta kalma öyküleri, genellikle teknolojinin ve modern yaşamın getirdiği tüm ayrıcalıklardan arınmış ve içgüdülerine, özüne dönmüş hayatları anlatırken herhangi bir kişinin içinden bir kahraman, bir cani veya bir kurban çıkartmayı başarabiliyor.
Kısa zaman içerisinde zombilerle olan savaşımız kendi insanlığımız ve kişiliğimizle olan savaşın yanında ikinci planda kalabiliyor. İnsanlığımızın mı yoksa hayatta kalma içgüdülerimizin mi ağır basacağına karar vermek bu tip durumlarda biz olsaydık ne yapacağımızı sorgulatıyor. Bu da yaşanan olaylara olduğu kadar karakterlere karşı bağımızı da kuvvetlendiriyor. Onların içinde yaşadığı durumu özümsüyor ve empati kuruyoruz. Ve ister istemez, bir yandan korkuyor ya da geriliyoruz.
Bu gerilimi farklı kılan bunun diğer korku öğesi içeren yapımlardaki gibi anlık olarak değil de zamana yayılmış olması. Yani bu yavaş hareket eden ve genelde seslere ve harekete irkilen bu arkadaşlarımız mevcut durum içinde sürekli bir gerginlik oluşturuyorlar. Hem karakterler hem de izleyici bu gerilimin sürekliliğini özümsüyor ve diken altında olduğunu hissediyor. Tabi ki son zamanların popüler yapımlarından The Walking Dead dizisi ve oyunları bu durumu bize oldukça başarılı bir biçimde aktarmayı başarıyor.
Ancak zombiler ürkütücü oldukları kadar da bizi eğlendirmeyi başarıyorlar. Oyunlarda vurulanlar genellikle zombiler oluyorlar ve onlara toplu haldeyken ateş etmek nedense oldukça zevkli bir hal alıyor. Peki neden onları vurmak bu kadar eğlenceli? Dead Island yapımcısı Sebastian Reichart bir röpörtajında konuya şöyle yaklaşıyor:
“Yapım aşamasında sürekli kendime sorduğum bir soru vardı. O da: ‘Bunu neden sürekli tekrarlıyoruz?’ idi. En parlak, en yaratıcı fikre sahip değildik ama zombileri vurmak insanları vurmak kadar kötü değildi. Eğer bir oyuncunun bakış açısından bakarsanız işin içinde iyi bir tatmin olduğunu görürsünüz bu da onlara zombi dediğiniz sürece insanları vurmanın anlaşılabilir olduğuydu. Sanırım biraz karanlık bir düşünce ama yine de eğlenceli. Sanırım asıl mesele de bu.”
Karakterimizin içinde bulunduğu durum ne olursa olsun bu korkutucu, tehlikeli ancak aciz hareketlere sahip yaratıkları vurmak veya parçalamak hiçbir zaman eğlencesini yitirmiyor. 2 hafta sonra kavuşacağımız Dying Light bize bunu yapmak için oldukça önemli bir sebep sunuyor olacak: O da hayatta kalmak…
Peki, siz oyun hakkında ne düşünüyorsunuz? Beklentileri karşılayabilecek mi?Ya sizin en sevdiğiniz zombi oyunu hangisiydi? Yorumlarınızı bekliyorum, görüşmek üzere!