İnsanoğlunun en büyük düşmanı şüphesiz şeytandır. Şeytan, hiçbir zaman plansız hareket etmez ve insana kademe kademe yaklaşır. İnsanın güçlü savunma yanlarını (dini inanç) bilir. Önce şüpheye düşürür, nefsini tetikler ve kalbini karartıp, zehirli oklarını hedeflediği noktalara batırır. Onun için, hedefe giden her yol araçtır.
İlk The Omen (1976) filmini ya da 2006 yılında gösterime giren The Omen’in yeniden çekimi olan The Omen 666 izlediyseniz, melek yüzlü Damien’ın hafızanıza kazınmış olması lazım. Film boyunca konuşmayan Damien, büyükelçi babası tarafından kilisede öldürülecekken; “Baba lütfen beni öldürme” demesi nasıl unutulabilir ki. Gerçekten filmin can alıcı noktası burasıydı. Onun için hazırlanan bıçaklar amacına uygun olarak kullanılmamış ve filmin finalinde Damien sağ kalmıştı. Lucius adlı oyun da The Omen ‘den esinlenerek hazırlanmış bir yapım.
Oyunu açınca hastane koridorlarında yankılanan bebek ağlamalarını duyuyoruz. Tarih 6 Haziran 1966’yı gösterdiğinde, Lucius dünyaya gelir. 6 yaşına girince ailesi ona bir doğum günü partisi hazırlar ancak Wagner ailesinin bu mutlu günü, kendileri için felaket olacak günlerin başlangıcıdır.
Her şey normal olarak devam ederken, Lucius birden şeytanla karşılaşır. Acı bir gerçek ortaya çıkmıştır. Lucius, Charles ve Nancy Wagner’in oğlu değildir. Aslında anatomik olarak oğullarıdır ancak doğum sırasında şeytan bebeği hâkimiyeti altına almıştır. Dolayısı ile Lucius aslında Lucifer’in (şeytan) oğludur. Artık bundan sonra Lucius tamamen “öz” babasına hizmet edecek ve Dante Malikânesinde yaşayanları tek tek öldürecektir. Bir şekilde malikâneye iş için gelenler de bu kötü akıbete uğramaktan kurtulamayacaktır.
Peki, ne oldu da şeytan 6 sene bekledi ve bu zamanda devreye girdi? Bunun cevabı 6 rakamında gizli. Lucius da aynı Damien (The Omen) gibi 6. ayın 6’sında doğdu. 6 yaşına girince de, Şeytani misyonu başlamış oldu.
Filmler ve oyunlarda, birbirine tezat teşkil eden durumlar çoğunlukla kullanılır. Mesela Joker, gülümseyen suratlı makyajıyla kötülüğün temsilcidir. Damien ve Lucius da aynen böyle birer ölüm makinesi. O sevimli ve masum yüzlerinin aksine, kalplerinde büyük bir kötülük barındırmaktadırlar.
Şeytana hizmet mi ediyoruz?
Oyunumuz TPS kamerayla hazırlanmış ve tüm oyun boyunca Lucius’u kontrol ediyoruz. Amacımız şeytana hizmet etmek ve onun belirlediği kurbanları tek tek öldürmek. İçinize ne kadar sindi bilemiyorum ama küçük bir şeytanı kontrol etmek oldukça garip bir duygu.
Lucius’un tamamı Dante Malikânesinde geçiyor ve bu malikâne gerçekten çok büyük bir mekân. Yemek odaları, hizmetçi odaları, banyolar, kiler, garaj, tamirhane, mahzen, küçük bir sınıf (Lucius için), kütüphane gibi birçok detaylı odalar hazırlanmış.
Lucius’un doğum gününün gecesinde Lucifer ortaya çıkar ve oğlunu cinayetler konusunda yavaş yavaş eğitmeye başlar. Önce, soğutucuyu temizlemek için işe girişen hizmetçiyi odanın içine kilitler. İlk cinayetini işleyen Lucius, planlanan cinayetlerin baş aktörüdür.
Kurbanlar Lucius’un günlüğüne şeytan tarafından yazılır. Her cinayet sonrası Lucius biraz daha güçlenir. Babası ona zihin kontrolü, eşyaları hareket ettirme ve ateş atma gibi telekinetik güçler bahşetmiştir. Oyunda bunları bölümleri geçtikçe kullanabiliyoruz.
Elimizde bir haritamız mevcut ve ilk göreve başlarken, haritada işaretli kurbanı bularak öldürmemiz lazım. Buraya dikkatinizi çekmek istiyorum. Mekânlarda bulunan eşyaları envanterimize eklememiz gerekiyor. Dikkatimizden kaçan bir eşya, amacımızın gerçekleşmemesine neden olabilir. Görev ipuçları günlüğümüzde mevcut ve orta düzeyde İngilizce bilmemiz gerektiği de işin bir başka yönü. Gerisi kendi becerimize kalmış. Yalnız bunun için epey bir kafa yormamız gerekiyor. Görevler gerçekten içinden çıkılması güç bir labirent gibi.
Ardı ardına cinayetler işlenince, dedektif McGuffin olaya el koymakta gecikmiyor. Malikanede sürekli devriye atan güvenlik görevlisi de olaya dahil oluyor. Bu da bizim işimizi güçleştiriyor. Eğer iş üzerinde onlara yakalanırsak göreve baştan başlamak zorunda kalıyoruz. Malikâne çok büyük ve onlarca odası var. Tavsiyem bol bol gezerek nerede ne var hafızanıza almaya çalışın. Yoksa onca oda ve koridorda dolaşmak insanı gerçekten sıkıyor.
Yapımcılar, oyuna yan görevler ekleyerek çeşitlendirmeye çalışmış. Bu görevleri bitirebilirseniz, günlüğünüze işinizi kolaylaştıracak üç adet önemli eşya eklenecek. Ayrıca oyunda +18 cinsel içerikler de bulunmakta.
Lucius çizgisel bir oyun yapısına sahip. Yapacağımız görevler tek bir çözüm yolu içeriyor ve oyunda serbestliğe izin verilmemiş. Aslına bakarsanız, birden fazla seçeneğimizin olduğu cinayetler, yapımı daha farklı kılabilirdi diye düşünüyorum. Bunun için serbestlik yelpazesi biraz geniş tutulabilirdi.
Kötülüğün nereden çıkacağı belli değil
Bu sistemli cinayetler sonrası kafalar iyice karışıyor ve tek hedef katilin bulunması kalıyor. Bu da işin en zor kısmı. Küçük bir çocuktan kimse şüphelenmiyor. Cinayetler işlenirken kaza süsü ve intihar izlenimi bırakabiliyoruz. Bu da dedektif McGuffin’in oldukça fazla kafa yormasına ve sorgulamalarına sebep oluyor. Ne yazık ki tüm çabaları, maktullerin fotoğraflarının asılı olduğu panoya sürekli yenilerinin eklenmesine engel olamıyor.
İşin diğer yönlerine bakalım isterseniz. Grafikler için, poligon eksiklikleri ve hatalarını saymazsak güzel diyebilirim. Özellikle Noel gecesi ışıl ışıl bir malikâne görmek çok hoş bir detay olmuş. Ana karakter modellemeleri yerinde ancak yan karakterler üzerinde fazla uğraşılmamış. Can sıkan bazı noktalar da var. Mesela evin hanımı Nancy bir hizmetçinin içinden geçip gidiyor, bir karakter elindeki şişeden içmeye başladığında şişenin garip duruşu ve ağzı bir türlü tutturamaması da gözden kaçmıyor. İki adım atıp kendi etraflarında dönen hizmetçiler ve Lucius’un bisiklete binerken arka tekerlerin merdivenlerin içine geçmesi gibi gariplikleri de ekleyeyim.
Oyunun en güzel yönlerinden birisi barındırdığı müzikler. Her bölümde ayrı müzikler çalıyor ve bölümün atmosferine uygun parçalar seçilmiş. Özellikle müzik kutusundan çıkan melodi ve piyano resitallerini çok beğendim. Seslendirmeler gayet doğal, diyaloglar genelde Charles Wagner, dedektif McGuffin, Lucifer ve Lucius (Lucius konuşmuyor) arasında geçiyor. İşin seslendirme ve müzik kısmına ne kadar önem verildiğini, oyun sonundaki jenerik kısmında görebilirsiniz. Aynı şekilde oyunun sountracklarını not edip tekrar dinleyebilirsiniz.
Lucius’un can sıkan bir diğer tarafı da uzun yükleme süreleri. Özellikle oyunu açtığınızda kırmızı çubuğun dolması için epey beklememiz gerekiyor. Bir diğer olumsuz taraf ise Lucius’un nesneleri hareket ettirdiği zamanlarda ortaya çıkıyor. Bu telekinetik gücü kullanırken oldukça zorlanıyoruz. Mesela hizmetçiyi banyoda öldürdüğümüz sahnede, küvetin içine prizde bırakılmış saç kurutma makinesini atacağız, ama bu ne mümkün. Küveti tutturabilmek için epey uğraşmamız gerekiyor. Bölümler kısa olduğu için elle kayıt imkânımız yok. Otomatik olarak bölümler kaydediliyor. Yaptığımız hatalar ve başarısız eylemlerimiz sonucunda genelde Lucius’un odasından başlıyoruz.
Şeytan amacına ulaşabilir
Güç bela oyunun sonuna geldiğimizde, tahmin etmekte zorlanacağınız bir finalle karşılaşıyoruz. Aynı şekilde The Omen 666’da ilginç bir sonla bitmişti. Oyun bitirip ekstralar bölümüne girerseniz birkaç yeni görevle karşılaşacaksınız. 18 bölüm olarak hazırlanmış olan oyun, yeniden oynamak için çok da uygun değil. O yüzden ekstralar epey işe yarar olmuş.
Lucius’un bu kan donduran cinayetleri insanı korku, hüzün ve heyecan üçgenine hapsediyor. Oyunun başında da, sonunda da hislerimde bir değişiklik olmadı. Kötülükle yoğrulmuş farklı bir konsept olsa da, ben yine iyi tarafta olmayı tercih ederim. Bu arada size tavsiyem Lucius’u oynamadan önce mutlaka The Omen 666’yı izlemeniz. Bu şekilde Lucius’a daha iyi konsantre olacaksınız.