Max Payne 3

Oyuncular olarak zoru, kolay olana karşı daha çok severiz her zaman. Ezilen tarafta olur, ezen tarafa nefret duyarız. Her ne kadar güçlünün yanında olmak başarı şansımızı arttırsa da, haksız rekabetten kaynaklanan galibiyetler bizi geriden gelip yenmek kadar tatmin edemez. Kadınını kaybeden ve yeminini bozan Kyle Katarn veya halkının katliamından sonra gözünü karartan Prens Arthas gibi karakterler nasıl kendini o gazla oynattıysa, ailesini tamamen kaybetmiş ve hayatı kanalizasyondan farksız Max Payne’imiz de intikam hissi tavana vurmuş oynayış hissiyle bu kategoride kral tacını paylaşanlardandır.

Özlettin kendini Max, kaşlar hâlâ sinirden çatık mı?

“Bu oyun ile Max’in hayatında yeni bir sayfa açacağız” diyen Sam Houser (Rockstar Games’in kurucusu), sözlerine şöyle devam ediyor: “Max’i böyle daha önce hiç görmediniz. Biraz yaşlanmış, alaycı, içten pazarlıklı ve yaşamaktan bıkmış. MP2’deki olaylardan sonra yeni oyunda Max’in hayatının derinliklerine doğru sapkın bir yolculuğa çıkacağız ve Max’in acılarından arınması için son şansını tecrübe etmesine tanıklık edeceğiz.”

Haydi Rockstar ve Max Payne’i şöyle bir alkışlayalım. Çünkü çok az oyun kendi başına MP kadar ait olduğu türe bu denli gelişim kat ettirme sorumluluğuna sahip oldu. Tamam, benzer olarak Half-Life, FPS türüne hikâye/senaryo olgusunu entegre etti veya Dune, stratejilerin sıra-tabanlı olmasının yanında gerçek zamanlı da olabileceğini gösterdi. Ama Max Payne, “aksiyon” oyunlarının çıtasını çok yukarılara çekti.

Şu anki silah-vando tarzı Shooter’ların fikir babası ve tarz olarak demosu niteliğindeydi zamanında. En son çıkan aksiyon oyunlarında bile hala Max Payne’in izlerini görmek mümkün. 6 senelik suskunluğun ardından geçen senenin haziranında serinin üçüncü oyunu açıklanmış ve damaklarımızdaki kurumuş MP tadını tekrar hatırlatmıştı.

İlk oyun, tarihte unutulmayacaklar listesine girenlerdendi. “Bullet Time” ile yeni bir bakış açısı getirmiş, filmlerde zaman yavaşlayıp da kurşunlar karşılıklı akınca “Max Payne’deki gibi” demiştik. İkinci oyunun da üstünden uzun zaman geçti, şimdi yine kadim amcamız karşımızda. Şehir onu biraz bitirmiş gibi, bioxcin de kullanmamış olmalı ki saç kalmamış tepede. Belki sokaklarda daha başarılı olmak için böyle bir taktik geliştirmiş olabilir, kafadan yansıyan güneşle gözleri kamaştırıp ani saldırı taktiği. Tamam, kötüydü (bırak bu işleri – Mahmut).

Max Payne 3, bize emekli bir polisin yozlaşmışlıkla mücadelesini, alışılmış tarzda anlatıyor. Kötülükle mücadelede epeyce şiddet kullanan Max, bütün teknikleri denedikten sonra en etkilisinin “çivi çiviyi söker” tekniği olduğunu anlamış. İlk oyundaki gibi ailesinin intikamını alma gayesiyle -tutkuyla ve hırsla- savaşan sert NY polis dedektifi Max geri dönüyor. Az zaman da olmadı yani, değil mi?

Elleşmeyin, bu kez sadece sinirli değil, dengesiz de

Hikâye, Max’in New York Polisliğinden ayrılmasıyla başlıyor. Kör talihinden kurtulmak ve şeytanın bacağını kırmak için evinden çok uzaklara yolculuğa çıkan Max, tek çözümün şiddet olduğunda karar kılmış. Klasik “geçmişinden kaçan, pislikle bronzlaşmış eski polis bozuntusu.” Oyun, Brezilya’nın Sao Paolo gibi hırçın ve ölümcül şehrinde geçiyor. Biraz bahsetmek gerekirse gerçek dünyada Sao Paolo, çocuk yaştaki suçların en fazla olduğu şehirlerden. Her 75 kişiden biri silahlı ve bu silahlanmanın %95’i kaçak. Anlayacağınız Max’in sırtında bile gözü olması lazım bu şehirde, hayatta kalmak istiyorsa tabii ki. Aşırı zenginin çizgisi ile ağır fakirlerin sınırı bu şehirde bulanıklaşıyor. Burası her yönden sıcak. Buna ek olarak serinin önceki iki oyununa göre üçüncü oyunda çok daha fazla dış mekân bizi bekliyor gibi.

Attığı her adımda ne yaparsa yapsın kötülükten uzaklaşamadığını anlayan kel, Brezilya’nın yeraltı suç şebekeleriyle sürtüşmeden edemiyor ve ortalık kızışıyor (aynı tas aynı hamam). Eskiden karanlık gecelere eşlik eden Max, kendini bu kez uyuşturucu trafiğinin, sokak çetelerinin ve kundakçıların arasında buluyor.

New York’un iç karartıcı ve karanlık havası yerini Brezilya’nın bereketli ve havadar ortamına bırakmış durumda. Deri ceketli ve kafayı üşütmüş bir şekilde karısının katilini arayan adam gitmiş; daha delirmiş bir halde dolaşan, sakallı, kel, kilo almış ve zengin bir aileyi korumak için işe alınmış özel sektör çalışanı olarak geri dönmüş. Max Payne 3’ün hikâyesi son oyundan 12 sene sonrasını konu alıyor. Zaten deli olan dengesiz kahramanımızı içten içe yiyen bir ana konuya sahip olacağını bildiğimiz bu son oyun, Max’in zihniyle beraber bizi de sınırda gezdirecek. Sam Houser’ın belirttiğine bakılırsa Max’in kişiliği “kötüden en kötüye kaymış” durumda. Yıllar sadece bedenini değil, ruhunu da yaşlandırmış. O eski yakışıklı Max, artık tarihin tozlu sayfalarında. Sinirli polis gitmiş, serinkanlı bir katil gelmiş yerine. Max the Professional.

Dur yapma -“Bam bam”

Ağrı kesicilere bağımlılığını çok iyi bildiğimiz Max’in önceki oyunlardaki gibi muhtemel iyileşme sistemi bu olacak, fakat ihtiyacı olanı alamaması durumunda halisülasyonlar ve gerçek dışı hayaller başlayacak. Uncharted ve benzeri oyunlarda olduğu gibi, Rockstar da MP3’ün olabildiğince gerçekçi mekaniklere sahip olmasını sağlayacak. Örnek vermek gerekirse Half-Life tarzı 10-15 farklı silahı arka cebe doldurup kurşunları da en sona dayayarak gezmek yerine bir küçük (tabanca, revolver vs) ve bir uzun namlulu ya da tüfek benzeri silah olmak üzere iki farklı silah taşıyabileceğiz. Sakın korkmayın, büyük silahımızı attığımız an çift tabancayı kapıp Polat Alemdar günlerine geri dönebileceğiz.

Silah taşımadığımız zamanlarda ise, Max’i beklenmedik hareketler yaparken yakalıyoruz. Gizlenme ve kendini koruma konusunda gelişmiş olmalı ki, artık üzerimize kurşunlar yağarken bir cesedi alıp önümüze kalkan olarak tutabiliyoruz. Bu hareketler hesap kitap veya zor tuşlar gerektirmeyecek kadar kolay olacak, bunu da yapımcıların “oyuna başladığınızda hiç durmadan hareket edebilecek ve istediğiniz kadar mobil olabileceksiniz” demesinden anlıyoruz. Bu da sırtımızı duvara vererek oynadığımız garantici oyunlar yerine çat-çut aksiyon dolu bir yapım geleceğinin işareti.

Bununla birlikte artık kutu veya masa gibi eşyalar parçalanabilir/zarar görebilir olduğu için bir yerde tüm düşmanlarınızı doğrayıp biçene kadar defans yapamayacaksınız. Son olarak Max, düşmanlarına karşı yaptığı saldırılardan çok az canla çıkmasına rağmen, kanına pompalanan adrenalin ile kendini yenileyebilecek. Ölüm hareketlerine hazır olun.

Max Payne deyince akla gelen ilk öğemiz Bullet Time, herhangi bir değişikliğe uğramadan karşımıza çıkıyor. İlk oyunun çıkışından sonra defalarca başka yapımlarda kullanılan bu efsane harekette, karakterimiz üzerinde tam kontrole sahibiz. Örnek olarak, apartmanın çatıdan kayarken aynı anda slow-mo efekti ile milleti alnının çatısından vurabileceğiz. Örnekten heyecanlanmayın, MP3 son zamanların furyası olan “açık dünya” tarzında olmayacak, ama bölümler olabildiğince esnek dizayn edilecek ve bir eve girmek için alarmı kapatma, çitlerden tırmanma, bacadan girme, kapı kurcalama gibi birden fazla çarpışmaya hazırlık seçeneğimiz olacak.

Yapma demiştim

Serideki roman tarzı anlatım ve arada sırada karşımıza çıkan çizgi roman sanatı bu üyede de açık uçları bağlamak için karşımıza çıkıyor. Günümüzün “kaliteli oyunları” için grafiklerin geldiği bu noktanın MP3’ü de etkilemesi ve Max’i yüksek piksel ve AA ayarları ile görmemiz bize mutluluk verecek.

En çok ses getirecek yeniliklerden biri de multiplayer düşüncesi. Geliştirici ekip bu konuda sessizliğini bozmazken, deathmatch gibi modların olmasını düşünmek bile tüylerimi ürpertmeye yetiyor. GTA4 gibi MP3 de Rockstar’ın kendi oyun motoru olan RAGE’i kullanıyor. Aynı zamanda yapay zekâ da objelere karşı mantıklı hareket edecek. Bu kadar grafik estetiğinden sonra seslendirme de süzgüden geçmiş. Şu ana kadar herhangi bir ismin açıklanmamasının yanı sıra, James McCaffray’in (Max’i ilk iki oyunda seslendiren aktör) sesiyle oyunda olmadığı kesin. Yapımcılara göre ikinci oyundan 12 sene sonrasında geçen bir devam oyunu için aynı ses absürt kaçacakmış biraz, eh doğru söze ne denir?

Mark “Marky Mark” Wahlberg’in başrolünde oynadığı filmden de beklediğimizi alamadık zaten, artık adam akıllı bir yapım bekliyoruz. İlk olarak 2009 için çıkış tarihi veren Rockstar, “daha uzun araştırma-geliştirme süreci gerekli” diyerek 2010’a postalamıştı bizi. Ayrıca seride ilk kez Sam Lake (Alan Wake’in üzerinde çalışmış yazar) veya Remedy Entertainment tarafından senaryosu yazılmayan bir oyun karşımızda. Yapımcılar bu kez geliştirilmiş oyun mekanikleri, güçlendirilmiş grafikler ve yeni özgün hikâye ile oyunun apayrı ve bir o kadar kaliteli bir yolda olduğu konusunda iddialı. Şimdilik bunun son oyun olup olmadığı hakkında bir bilgi yok, fakat aldığı desteğe bakılırsa dördüncü oyunun açıklanması beni pek de şaşırtmaz.

Exit mobile version