“Altışar kişilik ekiplerden oluşan hücumbotlar karaya çıkarma yaparken
başımıza nelerin geleceğini tam olarak bilemiyoruz. Aracımız dalgaları keserek
ilerlerken son kontrollerimizi yapıyoruz. Gergin bekleyiş, kıyıdan açılan ateş
ile bir anda sona eriyor. Bu noktada botun kontrolü bize geçiyor ve taramalıyı
da yöneterek kontrolü alıyoruz. Sol yanımızda uzanmakta olan liman üzerinden
bize ateş açan düşmanlara karşılık vermeye çalışıyoruz. Az ileriye düşen
gülleler denizde patlamalara neden oluyor. Alev ve duman içerisinde artık
atışlarımızdan emin olamadığımız bir anda bizim de botumuz alabora oluyor. Tüm
olan bitenin bulanıklaştığı bir anda adamlarımızla denizin içinde ilerlerken
buluyoruz kendimizi. Suyun üzerinde oluşan beyaz köpük ve kabarcık grubu yavaş
yavaş bulunduğumuz yere doğru ilerliyor. Çok geç olmadığı taktirde, üzerimize
gelenin kıyıdaki taramalı tüfeğin saydırdığı mermiler olduğunu anlıyoruz.
Ümitsizce bir siper arıyoruz kendimize. Botun içindeki bazı askerlerin cesetleri
suyun üzerinde yüzerken nerenin güvenli olabileceğini kestirmek içinden çıkılmaz
bir hal alıyor.”
Yaşadıklarımız, Yaşayacaklarınız…
Evet, herkesin merakla beklediği Medal of Honor’ın son halkası, türün sevdiği
bir operasyon olarak karaya çıkarma yaparken bir hücumbot üzerinde başlıyor.
Olayların yukarıdaki gibi geliştiği MOH’da artık Pasifik Okyanusunda
gerçekleşmiş II. Dünya Savaşı temasının bir parçası olacağız.
İster Birinci ister İkinci Dünya Savaşı olsun, bu tarz konular her zaman olduğu
gibi yapımcıların imdadına yetişmeye devam ediyor. Kahraman askerlik öykülerini
çok çeşitli biçimlerde irdeleyen firmalar bir biri ardına yeni oyunlarını
piyasaya sürüyor. Yaklaşık üç yıl önce EA tarafından çıkarılan ilk Medal of
Honor ise taraflı tarafsız akıllarda kalıcı yer etmeye hak kazanmıştı. Üç yıl
önceki oyunun en büyük artısı şüphesiz sizi kendine bağlayan atmosferiydi.
İkinci Dünya Savaşının sert çatışma ortamını oldukça başarılı yansıtılması MOH’ı
kendine özgü bir noktaya taşımıştı. Aradan geçen zaman beraberinde teknoloji
gelişimini getirirken benzeri pek çok yapımı da ortaya çıkardı. Eski başarısını
bir kenara bırakırsak MOH’ın hatta bu konu ve türde karar kılmış herhangi bir
yapımcının işi artık oldukça zor. Savaş oyunları defalarca işlendiği için
yenilik geliştirmek çok büyük dahilik gerektiriyor. Diğer yandan da FPS için Far
Cry, Doom3 ve Half-Life2 gibi rakipler varken en azından onlarla baş edebilecek
bir yapım kolay değil. Anlatımı izlenim ve incelemeyi harmanlamaya çalıştığım bu
yazıda kısaca girişte bıraktığımız yerden devam edelim.
“Görevimiz kıyıyı temizlemek. Belki de başka seçeneğimiz olmadığı için
vızıldayan mermilere aldırmadan ilerlememiz gerekmekte. Tam karşımızda kabinin
içinde, ağır makineliyi kullanan adamı vurup devam etmek zorundayız. Onu
vurduktan sonra bu boşluğu fırsat bilip adamlarımızla karaya ayak basıyoruz.
Yakın mesafede olduğumuz için düşman askeri süngüsünü demirden yapılmış ağır bir
mızrak gibi havada tutarak üstümüze çullanmaya çalışıyor. Bir taraftan geriye
adım atıp diğer taraftan tüfeğimizle nişan almaya çalışıyoruz. Atış yaptıktan
sonra yeniden yükleme yapmamız gerekeceği için boşa kurşun sıkma gibi bir
lüksümüz yok. Tüm bunlarla cebelleşirken arkadaşımız düşmanı vuruyor ve biz de
botun üzerindeyken gördüğümüz iskelenin kızaklarını siper olarak kullanmış
arkadaşlarımızın yanından düşmanı geri püskürtmeye çalışıyoruz. Ancak
adamlarımızı bir bir kaybediyoruz. Tam bu sırada bulanıklaşan ekranın içerisinde
oluşan bir parlama bizi oldukça gerilere götürüyor.”
Medal of Honor Oyunları
Devam etmeden önce isterseniz bilgi edinme ve hatırlama amaçlı olarak serinin
bundan önceki oyunlarına bir göz atalım. İlk çıkan ve belki de en çok beğenilen
oyunun kod adı Allied Assault idi. Bir adam ne tarihin kaderini ne kadar
değiştirebilir ? diyerek İkinci Dünya Savaşında Alman sınırlarına saldırılar
düzenliyorduk. Hedefimiz stratejik alman bölgelerini yok etmek ve köprü, üs gibi
bazı noktaların hakimiyetini almaktı. Tek kişilik görevlerde gönüllerde taht
kuran MOH için özellikle online oyun eksikliğini gidermek amacıyla Spearhead
genişleme paketi hazırlanmış ve oyuncuların beğenisine sunulmuştu. Birkaç
silahın eklenmesi dışında bir yenilik olmaması ve Berlin’de geçen görevlerin
biraz yavan olmasına rağmen bu sürüm de MOH hanesine bir artı ilave etmişti.
Sürekli Almanlarla savaşmak, oyuncular arasında “nazi avı” şeklinde telaffuz
edilmeye başlandığında bu iş biraz kabak tadı vermeye başlamıştı. Bunu fırsat
bilen yapımcılar yine bir görev paketi adı altında aynı motoru kullanan
Breakthrough’yu piyasa sürdüler. Bu sefer de İtalya ve Kuzey Afrika dolaylarında
pek çok göreve atılabiliyordunuz. PC’de bu gelişmeler yaşanırken MOH’ın
yarattığı başarının semeresini bu sefer de konsollar için yemeye başlayan firma,
Playstation, GameCube ve X-Box için MOH: Frontline ve daha sonra da Rising Sun’ı
geliştirdi. Hatta Gameboy Advance için hazırlanmış olan Infiltrator’u da hesaba
katmalıyız. PC’de ilk oyunun üzerine görev paketleriyle eklemeler yapılması
oyunu gelebilecek en yüksek seviyeye ulaştırmıştı. Yeni Medal of Honor bir görev
paketi olsaydı eminim ilgi çok düşerdi. Bu nedenle bir kabuk değişikliğine
gidildi ve oyun DVD ve CD olarak kendi başına tasarlandı.
Er Ryan’ı Kurtardık, Sıra Pearl Harbor’da
En sevilen MOH’ın ilk oyun olmasının bir nedeni de belki de Er Ryan’ı kurtarmak
filmindeki özellikle Normandiya çıkarmasının etkisinin büyük olmasıydı. Böylesi
çaresiz bir hamleyi özellikle Oscarlarla ödüllendirilen başarılı bir filmin
ardından oyuncuya yaşama fırsatı sunmak aynı zamanda programcılar kadar
reklamcıların ve pazarlamacıların da işine geliyordu. Diğer oyunların en büyük
eksiği ise her ne kadar tarihsel süreçlere göndermeler yapsa da, belki de görsel
ziyafet sağlayacak herkesin bildiği böyle sağlam bir konu temelinin
eksikliğiydi. Pacific Assault bu noktada ilk formülü bir daha deniyor.
Malzemesini sağlam tutarak Pearl Harbor konusunu işliyor. Bunu işlerken de olay
akışını aynen Pearl Harbor filminde yaşananlardan aktarıyor. Dolayısıyla oyunu
oynarken kendinizi filmin içinde hissediyorsunuz. Burada da oluşan bir sorun,
filmin oyuna nazaran tarih olarak üç yıl önce çıkması. Pacific Assault, Pearl
Harbor filminin oyunu değil. Allied Assault ise Er Ryan’ı Kurtarmak filminin
oyunu değildi. Ama görünen bariz paralellikler oyuncunun yapımla özdeşlemesini
kolaylaştırıyordu. Bu bakımdan film ile oyun arasındaki üç yıllık fark aynı
zamanda konunun günümüzde ele alındığı en sıcak zamanları da ıskalamış oluyor.
Hem o sıcak anları, hem filmi hem de oyunda kaldığımız noktadan devam edelim.
“Kıyıda oluşan bulanıklıktan sonra 2 yıl önceye eğitim gördüğümüz kampa
dönüyoruz. Burada koşma, atlama, tırmanma, silah kullanma, nişan alma ve
patlayıcılar üzerine uzun ve biraz da gereksiz eğitim alıyoruz. Eğitim bittikten
sonra Pearl Harbor’a gidiyoruz. Her şey güllük gülistanlık bir şekilde üssümüzde
dolaşırken Japon uçakları gökyüzünü kara bir bulut gibi kaplıyor. Siren sesleri
çalmaya başladığı anda ilk Japon bombası bir yeri çoktan patlatmış oluyor. Bu
ani saldırı herkeste panik ve çaresizlik hissi uyandırıyor. Bilinçsizce koşuşan
askerler ve halkın arasında gemiye varıp saldırıyı hafifletmeye karar veriyoruz.
Limandan gemiye varıp uçaksavarı kullanmak şimdiki görevimiz. Ancak yol
sandığımızdan da çetrefilli. Alçalıp taramalı tüfekle ateş eden uçaklar, gök
yüzünden inen bombalar, patlamalar ve yaralılar arasında yol alıyoruz. Önce bir
hücumbota biniyoruz. Elimizden geldiğince bölgedeki uçakları düşürmeye
çalışıyoruz. Ancak ne yaparsak yapalım beklenmedik bu saldırı karşısında
elimizden fazla bir şey gelmiyor. Donanmanın gözbebeği Nevada büyük yara almış
ve batmak üzere. Bottan atlayıp gemiye giriyoruz. Suyun an be an yükseldiğini
fark ediyoruz. İlk kattaki vanaları kapayıp geminin daha fazla su almasını
engellemeye çalışıyoruz. Sol altta yer alan kronometre aleyhimize işliyor.
Yukarı kata çıktığımızda kilitli bir kapının camından bakıyoruz. Su dolu bu
bölmeye ulaşmak imkansız. O da ne? Kapının öbür tarafındaki manzara tüyler
ürpertici. Bir asker içeride boğulmuş ve vücudu yukarı doğru yükselirken kafası
cama vuruyor. İrkiliyor ama yolumuza devam etmek zorundayız. Yukarı çıkıp uçak
savarın başına geçip saldırının dinmesini umut ediyoruz. Yolda gördüğümüz
yaralıları elimizden geldiğince doktorların yanına taşıyoruz. Sıkışmış kapılar
acil durum baltasıyla açıyor ve tepeye varıyoruz. Uçaksavarın kontrolünü elimize
alarak gökyüzünü ferahlatmaya çalışıyoruz. Bu arada gemimiz Nevada kan
kaybediyor.”
Doktor! Yardım Edin, Hiçbir Şey Hissetmiyorum…
Bu şekilde ilerleyen oyunda aktardığım tüm detayları yaşayabilirsiniz. Diğer
oyunlara göre en büyük yenilik tıbbi müdahaleler. Artık yaralandığımız zaman
özellikle orman gibi görevlerin içinde sağlık paketi bulmak çok çok zor olacak.
Bunun yerine ekibimizde veya olay yerinde bulunan sağlık personelinin yanına
giderek B tuşuna basmak ve onun bize pansuman yapmasını ve ilaç vermesini
beklemek. Baygın yatan yaralıları ise (üzerlerinde ünlem olan) Kaldırıp
doktorların yanına götürdüğümüzde ise insani görevimizi tamamlamış olup
kahramanlık puanlarımız artıyor.
Görsellik oyunun güvendiği en büyük özellik. Bazı sinematik efektlerin oldukça
etkileyici olduğunu söyleyebilirim. Örneğin daha ilk başta botun içinde
dalgaların yüzünüze çarpması veya ateş ederken yaşadığınız sarsılmalar ve oluşan
geçici bulanıklık anları oldukça güzel tasarlanmış. Modellemeler açısından yüz
tasarımlarının çok çok iyi olduğunu askerlerin kirli sakallarından, konuşurken
oluşan mimiklerine kadar net bir görüntü oluştuğunu söyleyebilirim. Diğer
taraftan da sık sık gördüğümüz askerlerin ellerinin facia olduğunu itiraf
etmeliyim. Eller sanki mutant yaratıkların pençelerine benziyor. Uçak, cip ve
gemi modellemelerinin oldukça detaylı olduğunu görüyoruz. Özellikle dev
gemilerin ahşaplarının bile ayrı bir güzelliği var. Uçakların da en yukarıdan
başımızın hemen üstüne kadar yumuşak geçişli animasyonlar yaparak kalitesini
kaybetmeden geldiğini görebilirsiniz. Bu da araçlarda kullanılan poligon
sayısının çokluğunu kanıtlar nitelikte. Tüm bu artılara rağmen birebir
çatışmaların yaşandığı ormanların anlayamadığım bir şekilde oldukça yapay olduğu
hissi uyanıyor içinizde. Sanki stüdyoda bir çekim yapılıyormuş da biraz kum
konmuş, boş olan bir yere de palmiye dikilmiş ve “motor” denmiş gibi bir hava
söz konusu. Özellikle sistem kaynaklarını adeta sömürerek kullanan oyunun
grafiklerinin belli bölümlerindeki bu düşüşü hiç onaylamadık. Karşılaştırma
yapmak gerekirse, oyunu denediğimiz Nvidia FX5700, 512mb Ram ve P4 2.4 işlemcili
sistemimizde Doom 3’ün çok daha iyi çalışmıştı. Belirttiğim detayları
istiyorsanız, bahsettiğim sistem de yeterli olmayabiliyor çoğu zaman.
Sesler de önceki oyunlarda olduğu gibi sizi tatmin edecek nitelikte. Konuşmaları
gerçekleştirenlerin aksanları ve kayıtlardaki netlik kendini hissettiriyor.
Patlamalar, silahlar, çevre ve araç sesleri neredeyse tüm MOH serisindeki
oyunlar gibi sizi savaşın içine çekiyor. Ayrıca farklı zeminlerde adımlarınızın
farklı sesler çıkarması da bir başka büyük artı. Tüm bunların içinde özellikle
Pearl Harbor saldırısının yaşandığı anlarda çalan destansı müzikler eminim pek
çok oyuncuyu damardan etkileyecektir.
“Silahlara Veda”*
Sonuç olarak oyunu oynarken dev bütçeli bir Hollywood filmi izlemekle aynı hisse
sahip oluyorsunuz. Kusursuz montajlı ve prodüksiyon olmasına rağmen aklınızda
fazla bir şeyin kalmadığı cinsten filmi izlemekle aynı duygu. Hali hazırdaki
tabir yerindeyse “baba” Doom, Far Cry gibi fps’lere teknolojik açıdan rakip
olamayacağını bir gerçek. Atmosfer olarak ise karşılaştırma yapmak açısından
kısa zaman önce çıkmış ve incelemesini sitemizde bulabileceğiniz “Men of Valor”
ile aynı terazide yer alabilir. Pacific Assault’un Men of Valor’dan bir gömlek
üstün olduğunu söylemek yanlış olmayacak. En azından Vietkonglu sivilleri sinek
avlar gibi öldürmek durumunda değiliz.
Savaş oyunları yapan her firma tarihteki böylesine utanılacak sahnelerin
eğlenceye sektörüne girdiğini bildiği ve oluşacak tepkileri öngördüğü için
“asker psikolojisini” ve savaşın kötü yüzünü yaşayacağınızı vaat ederler. Ancak
sürekli Amerika ülkesine dair yaşanan sıkıntılar konu edilir. Bana kalırsa iyi
ve tarafsız bir oyun savaşan veya bahsi geçen ülke tarafından işgal edilen diğer
ülkelerin açısından da oyunu irdelemeli. Örneğin bu oyunda keşke Japonya
tarafından da tarih akışını görebilseydik. Ya da da sonra onlara atılan atom
bombasının hesabını en azından oyunda verebilseydik. Tüm bunlar oyunlarda o veya
bu nedenden dolayı görülemiyor. Ancak benim aklımda savaşın kötü izlerini etkili
bir şekilde belki de oynadığım tüm oyunlardan daha belirgin ve hissedilir bir
şekilde yaşamama neden olan *Hemingway’in “Silahlara Veda” romanı var.
Fırsat bulup bu kitabı da okumanızı öneriyor ve sizi silahlara veda ederken
silah rehberiyle baş başa bırakıyorum. Umarım asla kullanmanız gerekmez.
Silah Rehberi
Hazırlayan: Eren Seyman
PISTOLS (El silahları)
and Wesson
Lojistiği basitleştirmek için ACP tekniği kullanılmıştır. Bu el silahını çekici
kılan özelliği; her şarjörün 6 vuruştan oluşması ve şarjörü doldurmanın oldukça
kola olmasıdır.
Model 8 MM
Nambu yarı otomatik Japon askeri silahıdır. İlk olarak 1925’de üretilmiş, 2. Dünya
Savaşı’nda kullanılmıştır. 8mm kalibre’ye, 120mm namluya sahiptir.
Bu silah U.S ordusu tarafından kabul edilmeden önce bazı modifikasyonlara
uğramıştır. Fakat bu silah savaşta kullanılacak en iyi el silahlarındandır. Şarjör,
her dolduruşunda 7 atış yapabilmektedir.
TÜFEKLER
30 kalibre omuz üstü silahıdır. 200 yarda menzillidir ve namlu boyu 38 inç’tir.
Ağırlığı 5 pound’dur. (İngiliz ağırlık birimi)
Katlanabilir bir süngüden oluşmaktadır. 1.6 pound ağırlığa sahiptir. Uzun menzili
tercih sebebidir.
Bu silahın, bildiğimiz kurşun sesinden farklı bir sesi vardır. Güçlü bir çapa sahip olması, mükemmel bir görünüme çevirir.
Kendini farklı kılan özelliği şarjörünün kendiliğinden yüklemesidir.
Ateş ederken şarjörü doldurabiliyor. Deniz baskıncıları tarafından
kullanılır.
Sarsması zayıf, genişliği küçüktür. 6.5 mm kurşunları müthiş zarar verir.
1911’de üretilmiş diğer silahlardan olan model 44’un yerine geçmiştir. 6.5 mm
genişlik ile süngü eklenmiştir.
Süngülü tüfektir. Mauser Gaver silahına adapte edilmiştir U.S standardına
uygundur ve Kore savaşlarında kullanılmıştır.
M11’in yerine geçmiştir. Uzun menzilli, çevik, güçlü dolayısıyla ideal bir silahtır. Kafadan isabet; kesinlikle düşmanımızı
öldürür.
MACHINE GUNS (Otomatik silahlar)
Bu silah iyi organize edilmiştir. Şarjörde 30 kurşun vardır. Tek bir atış işi
bitirebilir.
(BAR)
Silahımızın takma adı BAR. Düşmanı adeta “deler geçer.” Her şarjörde 20 tane
mermi bulunur.
92 HMG
Bu silah 7.7 mm’ye sahiptir ve çok etkilidir. Dezavantajı ise yavaş olmasıdır. Takma adı ise;
“AĞAÇ KAKAN”dır.
Bu silah Pearl Harbor’da kullanılan düşman püskürtmeci olarak bilinir.
GRENADES (El bombaları)
Model 97 savaşta ön çizgi askerleri tarafından kullanılan bir silahtır. Koruma
meselesi diyebiliriz. Diğer modellere göre hiç bir eklenti yoktur.
50 yarda mesafe ile gönderebilen ve geniş iz bırakabilen bir bombadır.
AĞIR SİLAHLAR
İsveç yapımıdır ve tamamen otomatiktir. Hava atakları için uygundur. Anti-aircraft
olmasında dolayı hava menzili yüksektir.
Bu model tip 85 ile birleştirilmiş, kısaca modifikasyon olmuştur. 125 mm’ye
sahiptir ve çeşitli alanlarda kullanılabilir.