MotorStorm: Pacific Rift

Yıl 2005, E3 fuarlarından bir tanesi ve Sony standına bakan hayran kalmış,
inanmakta güçlük çeken gözler. MotorStorm’un (MS) hikayesi işte böyle başladı.
Gerçek mi oyun mu diye uzun bir süre tartışılan inanılmaz videosu ile tüm
gözleri üzerine çekmeyi başaran bu sıra dışı yarış oyunu, ilk oyunuyla belki o
2005’teki videosuna tam anlamıyla ulaşamamış olsa da, beklentileri fazlasıyla
karşılaşmıştı. Bilhassa Off-Road türüne balıklama dalarak liderliği alan,
ardından yarış oyunlarına farklı bir heyecan, farklı bir soluk getiren
MotorStorm, 4 milyona da yakın satış yaparak, PlayStation 3’ün zor zamanlarında
konsolun ayakta kalmasını sağlayan nadir, ama bir o kadar da başarılı
yapımlardan bir tanesi olmayı başarmıştı. Aslında ilk oyunun PS3’ün de erken
çıkmasından dolayı, aceleye getirildiği birçok defa belirtilmişti, ancak
Sony’nin büyük desteği ile Evolution Studios (ES) hiç vakit kaybetmeden yeni
oyunun yapıldığını duyurdu ve biz oyuncular ise büyük bir merakla beklemeye
başladık.

Tabii bir kere hata yapılmıştı. Ne hatası derseniz, o 2005 CGI video insanların
kafasına kazındı artık ve MS adı altında kaç tane oyun çıkarsa çıksın, tüm
oyunlar o videodaki görsellikle karşılaştırılacaktı. Dolayısıyla Sony’nin
geleceğe dair etkili düşüncesi zamanla aleyhine işler oldu. Çünkü PlayStation
3’ü alan kişi, o görselliği görmek için alıyor ve göremeyince ya oynamayı
bırakıyor ya da başka alternatif oyun veya konsola yöneliyor. Dediğim gibi
çıtayı daha elde bir şey yokken feci halde yükselten Sony, MS’nin ikinci oyununa
büyük miktarda yatırım yaparak, müthiş bir destek sağladı. Evolution Studios ise
ilk oyunda yaptığı gibi ikinci oyunda da, piyasaya tekrardan CGI bir video ile
giriş yaptı. Peki bu sefer farklılık var mı? Gelin beraber bakalım.

Acı yok acı yok acı yok…

MotorStorm oynarken benim aklıma hep Rocky filmi geliyor. Şimdi ne alaka
diyebilirsiniz? Şöyle ki, filmde kahramanımız her müsabakasında rakibinden
hatırı sayılır cinsten dayak yemesine rağmen, o acıya dayanarak rakibini yenmeyi
başarırdı. MotorStorm’da da öylesine acı ve vahşet dolu anlara tanık oluyoruz
ki, böyle bir yarışın gerçekte yapıldığını varsayarsak hakikaten toplu
katliamdan farksız olurdu. İnanılmaz yüksek yerlerden düşmek, üstümüzden
kamyonların geçmesi, defalarca takla atmak, aracın parçalanması gibi gerçekten
acıtan, hatta daha da ötesi kesinlikle öldürebilecek şeyleri görmemize rağmen,
oyunda her defasında biz ve rakiplerimiz acı yok misali yarışa devam ediyor
olmamız işin benzer kısmını oluşturuyor. Bildiğiniz gibi MS, diğer tüm yarış
oyunlarından çok farklı bir yapıya sahip, çünkü kural yok denilen bir yarış
oyunun da dahi kural vardır, en basiti gideceğimiz yol bellidir. Ama MS bu türe
bambaşka bir boyut getirerek, tam anlamıyla yarışmak kelimesinin sözlük anlamını
değiştirdi.

Yol olmayıp tabiri caiz ise siz yaratıyorsanız, kural olmayıp özgürce
davranabiliyorsanız, altınızda bir ralli aracı varken aynı zamanda yanınızdan
hem motor hem de kamyon geçiyorsa, işte o yarış oyununun sizlere çok farklı ve
zevkli saatler yaşatacağı kesin demektir. MS, bunların hepsini yarış türüne
başarılı bir şekilde ekleyen ve bu yüzden sevilen bir oyundu. Pacific Rift ise
bu özelliği biraz geliştirerek karşımıza çıkıyor. Artık rakipler daha sinirli,
mekanlar ise daha büyük, daha yüksek ve daha korkunç. İlk olarak tabii ki
değişen ortamdan bahsetmek gerekir diye düşünüyorum. Kızgın kumları ve
bataklıkları geride bırakarak lavların, balta girmemiş ormanların bulunduğu
devasa bir adaya yol alıyoruz ve bu adada öylesine mekanlarla karşılaşıyoruz ki,
kendinizi keşif gezisine çıkmış gibi hissedebilirsiniz. Bazı bölümler ciddi
anlamda büyük ve karışık. Mesela lavların arasında başlayıp ormanı geçebiliyor
ya da bir uçurumun kenarında başlayıp deniz kenarın da bitirebiliyorsunuz
yarışı, ama MS’un en güzel özelliği işte burada ortaya çıkıyor. Sizi öylesine
yarışın içine çekiyor ki, ne yaptığınızın, nereden gittiğinizin kesinlikle
farkında olmuyorsunuz, tek düşünceniz bitiş çizgisini birinci sırada geçmek. Bu
yüzden bir yarış oyununun, hatta sadece yarış da değil, genel olarak her oyunun
kendi türünde o duyguyu vermesi demek, o oyunun ciddi anlamda başarılı olması
demektir. Açıkçası ben böyle düşünüyorum ve MS bana bu duyguyu iliklerime kadar
hissettiriyor.Dağ, tepe, bayır demem ezerim!

İlk oyunun en büyük eksikliği parkur sayısının azlığıydı. Bir de oyun oldukça
uzun olduğu için maalesef bir zaman sonra sürekli aynı yerlerde yarışmak zorunda
kalıyorduk. Dolayısıyla bu durum oyunun bir müddet sonra sıkmasına sebep
oluyordu. Yeni oyunun ilk tanıtım gösterisinde ise, ilk olarak bu konuya
değinilmişti ve Pacific Rift’te tam 16 farklı yarış parkuru yer alacağı
belirtildi. Bu cidden bir yarış oyunu için çok iyi bir rakamdı ve oyuna
başladığımızda bu mekanların tam bir sanat eseri olduğunu rahatlıkla fark
ediyoruz. Sonuçta devasa bir ada da yer aldığımız için, mekanlar da bir o kadar
devasa alanlardan oluşuyor. Mesela koca bir uçurumun kenarında, yanar dağın
kıyısında, sık ağaçların olduğu ormanlarda, deniz kıyılarında, bataklıklarda,
nehirlerde yani gerçekten çok etkileyici yerlerde yarışıyoruz. Bu yüzden Pacific
Rift, parkur yönünden ilk oyunun çok önünde yer alıyor. Öyle ki, oyunun yarısına
geldiğiniz de dahi, daha yarışmadığınız yerler olabiliyor ve bu konuda
yapımcılar gerçekten harika bir iş çıkarmış.

Tabii bu durumun ilk oyunla benzer tarafları da bulunuyor. Örneğin hala tüm
pistler birden fazla farklı yolu içinde barındırmaya devam ediyor. Hatta bazı
parkurlar için de 4-5 tane farklı yol görmek mümkün. Ayrıca bu yollar sadece
kestirme ya da yolu uzatma şeklinde yer almıyor. Yarıştığımız her mekanda,
farklı çeşitte yollar mevcut. Bunlar geniş su birikintileri, çamurlar,
bataklıklar, dar yollar, taşlı tepeler gibi çeşitlere ayrılıyor ve sizde
altınızdaki araca en doğru yolu bularak ilerlemeye çalışıyorsunuz, aksi halde
aracınız o yolda gitmekte zorlanıyor hatta durma noktasına dahi gelebiliyor.
Dolayısıyla rakipleriniz tarafından geçiliyor, hatta geçilmekle de kalmayıp,
eğer arkanızda Big Rig veya Monster Truck araçlarından biri yer alıyorsa, bir
anda parçalanmış bir araçla baş başa kalabiliyorsunuz ve bu durum sizin daha da
geriye düşmenize sebep olabiliyor. Bu konuda birkaç örnek vermek gerekirse,
mesela altınızda Rally Car sınıfından bir araç varsa ve siz su birikintisine
girdiğiniz takdirde, aracınız oldukça yavaşlayıp gitmekte zorlanıyor. Big Rig
sınıfından bir kamyonu sürerken dar yerlere girdiğiniz takdirde, aracın manevra
kabiliyeti iyi olmadığı için anlık zamanlamaları başarılı bir şekilde yapamıyor
ve çarpabiliyorsunuz. O yüzden oyunun bu yönü de çok başarılı bir şekilde
yansıtılmış, araçlar ve yollar birbiriyle ciddi derecede uyumlular, eğer sizde
buna dikkat ederseniz oyundan aldığınız zevk katlanıyor.

Hazır araçlardan bahsetmişken, bu konudaki detaylara da inebiliriz diye
düşünüyorum. Oyunumuz da Bike, ATV, Buggie, Rally, Racing Truck, Mudplugger, Big
Rig ve Monster Truck olmak üzere toplam 8 farklı araç kategorisi yer alıyor. Her
türün içinde de çok sayıda farklı araçlar var ki, bu sayı ciddi anlamda tatmin
edici düzeyde olmuş. Ayrıca ilk oyunda olmayan dev yaratıklar olan Monster Truck
araçları da eklenerek oyuna renk gelmiş, heyecanı iki kat artmış diyebilirim.
Monster Truck’ları sürmek fena halde zevkli, önünüze çıkan hiçbir şeyin engel
taşımadığını bilmek, siz de garip bir psikopat ruhu oluşturabiliyor. Tabii şimdi
bu durumun diğer araçları dezavantajlı konuma sokup sokmadığı merak edilebilir.
Şöyle açıklayayım, oyundaki araçların ne yapabildikleri, başka bir değişle
yetenekleri çok iyi kavranmış. Evet, Monster Truck çok güçlü, hemen hemen hiçbir
şey önünüzde engel değil, fakat yavaş, ağır ve dolayısıyla manevra kabiliyeti
çok başarılı değil. Eğer altınızda bir motor varsa, o aracın hafifliğinden ve
manevra kabiliyetinden yararlanarak çok kolay bir şekilde Monster Truck’ı geride
bırakabiliyorsunuz.

Diğer araçlarda müthiş başarılı bir şekilde yansıtılmış oyuna. Mesela, Big Rig
türünden bir kamyonu kullanıyorsanız, tekerleklerin her daim yere bastığından
emin olmanız gerekli, çünkü kamyonlar ağır, hantal ve dengesiz araçlar olduğu
için, oyundaki parkurların bir çoğunda çok yüksek yerlerden hatta uçurum
diyebileceğimiz noktalardan atladığımızdan, bu gibi noktalarda kullandığınız
kamyonun hakimiyetini kaybetmek içten bile değil, o yüzden bu tip seçimlerden
kaçınıyoruz. Aynı şekilde sık bitki örtüsüne sahip bir ormana girdiğiniz zaman
kesinlikle küçük araçları takip etmemeniz gerekiyor yoksa sonu büyük çapta bir
facia ile sonuçlanabiliyor.Başka bir örnek vermek gerekirse, Buggie ya da Rally
kategorisindeki araçlardan birini kullanıyoruz diyelim. Böyle bir durumda
olabildiğince yükseklere çıkmaya çalışıyoruz, çünkü parkurların alt kısımları
genelde su birikintileri, sık bitkiler, çamurlar, bataklık gibi yerlerden
oluşuyor ve bu tip yerlerden de genelde Mudplugger, Big Rig ve Monster Trcuk
araçları ilerliyor. Eğer siz de o küçük oyuncağınızla buradan gitmeye
kalkışırsanız, muhtemelen aracınızın hızı düşecek ve üstünüzden bir şeyler
geçecek, o yüzden böyle bir durumda kesinlikle kurtulma gibi bir şansınız
olmuyor.

Araçların yetenekleri sadece gittiği yerle de ilgili değil. Örneğin Monster
Truck’lar nerede giderse gitsin hiçbir engel tanımıyor olsa da, sonuçta manevra
kabiliyeti ile hızı çok iyi olmadığı için, Bike, ATV, Buggie, Rally ve hatta
Racing Truck araçlarına anlık cevap verme konusunda geç kalıyorlar, dolayısıyla
büyük araçları rahatlıkla geride bırakabiliyorsunuz. Ancak bu demek değil ki,
küçük araçlar daha kullanışlı. Eğer ki altınızda büyüklerden bir tanesi varsa ve
sizde ciddi anlamda hızlanmışsanız, önünüze kim çıkarsa çıksın kaçması çok zor
oluyor ve işin güzel kısmı rakibi ya uçurumdan aşağı düşürüyorsunuz ya denize
fırlatıyorsunuz ya da aracı paramparça ediyorsunuz, ama her durumda da kazanan
siz oluyorsunuz. Dediğim gibi araçların yetenekleri oyuna müthiş başarılı bir
şekilde yansıtılmış. Bu yüzden kesinlikle birinin eksiği her zaman diğerinin
artısı olabiliyor ve siz de buna göre yarışınca gerçek Off-Road tadını almaya
başlıyorsunuz.

Güneş gözümü aldı ve ardından koca bir çamur parçası suratımı kapladı

Yeni nesil nedense oyunlarda grafik devrini başlattı. Yeni nesil dendi mi direk,
“Grafikler nasıl?” sorusunu alıyoruz ve ardından anlık bir afallama. Hayır yani
bir oyunu oyun yapan grafik değildir ki, şahsen ben bu grafik sevdasını hiç
anlamıyorum, yani benim bildiğim ilk olarak oynanabilirliğe bakılır, eğer bu
kısmı iyi ise zaten o oyun kafadan hittir. Yazımın başında belirtmiştim, E3
2005’teki CGI videoyu izleyen insanlar, “Bu gerçek mi? Oyun olamaz mümkün
değil!” diyorlardı, ama bu söylemdeki şaşkınlık ifadesi tamamen orada gösterilen
görsellik üzerine yapılmıştı. Lakin kimse, “Böyle bir yarış oyunu yaparlarsa,
cidden süper olur.” veya “Çevre etkileşimi de olacak galiba?” ya da “Fizikler
çok iyi görünüyor, araçlar gerçekte olduğu gibi parçalanıyor.” demedi. En
azından ben rastlamadım. Şimdi bugün birine MotorStorm deseniz, “İyi o oyun, ama
yalandan ibaret, hani nerede o 2005’de gösterilen grafik” der.

Pacific Rift, maalesef genel anlamda 2005 CGI görselliğinde değil. Bunu açık bir
şekilde söyleyebilirim, öyle bir beklenti için de olanlar varsa akıllarından
çıkarsınlar derim. Ama oyun gelişmemiş mi? Tabii ki gelişmiş, bilhassa çevre
konusunda inanılmaz bir gelişme söz konusu, belki 2005 videosu gibi değil, ama
ona çok yakın olduğunu söyleyebilirim. Zaten bazı bölümler müthiş derecede
özenilerek hazırlanmış. Abartıya kaçmadan harika bir aydınlatma yaparak çok
gerçekçi bir hava verilmiş oyuna, mesela ağaçların yanarak kurumuş bir şekilde
kaldığı bir bölümde yarışırken, kurumuş ağaç dallarının arasından, batan güneşin
son ışıkları araçlardan kalkan dumanın içinden öylesine güzel süzülüyor ki ve o
anda gerçekten bir Off-Road yarışı izliyormuşsunuz gibi hissediyorsunuz.

Keza, orman, şelale ve köprü üçlüsünün birleştiği birkaç bölümde ışığın suyu
parlatarak gözünüzü alışı ve tam altından geçtiğiniz gök kuşağı sizi sizden
alabiliyor. Ayrıca görsellikle ilgili çok ince ve güzel detaylarda var. Örneğin
yanar dağın eteğinde giderken her tarafın yanıyor olmasından dolayı çevreyi
sıcağın etkisiyle bulanık görüyor oluşumuz, koca bir çamur deryasından geçerken
bir anda çamur parçalarının ekranı kaplaması, önümüzdeki aracın suya girerek
bize su sıçratıp, tüm ekranın sanki hortumla sulanmış gibi görünmesi müthiş
şeyler.Hatta araçların motorları çok ısındığında suya girerek soğutmamız gibi
harika detaylar da mevcut. Açıkçası dediğim gibi bazı bölümler hakikaten
şaşkınlık verici derecede müthiş hazırlanmış, kesinlikle şok oluyorsunuz. Ama
aynı şekilde bazı bölümler de maalesef sırıtan zayıf kaplamalar var, ama çok
hızlı gittiğiniz için ve çevredeki Blur efekti sayesinde bu gibi eksiler siz
durmadığınız sürece kesinlikle fark edilmiyor.

Çevre konusunda bu kadar gelişim olmasına rağmen, araç modellemelerinde de bir o
kadar az gelişme olmuş. Çok dikkatli bakmadığınız sürece ilk oyuna oranla
araçlarda öyle hatırı sayılır gelişme göremiyorsunuz. Hatta bazı araçlar direk
ilk oyunla aynı modellemeye sahip bile denilebilir. Açıkçası bu beni biraz hayal
kırıklığına uğratsa da, araçlar üzerindeki başka gelişmeler bu durumu unutmamı
sağladı. Peki nedir onlar? Öncelikle, araçların ilk oyundaki gibi oyuncak
benzeri görünmediğini söylemeliyim, ayrıca yine ilk oyunda olan oyuncak araçlar
gibi rahat hareket etme durumu ortadan kalkmış. Tüm araçların bir ağırlı var
artık, bunu hızlanırken, zıplarken, düşerken, çarparken, dönerken yani her
anında anlıyor ve bu defa bir araba sürdüğünüzü hissediyorsunuz. Bu konuda
yapımcıyı kesinlikle tebrik etmek istiyorum, çok başarılı bir iş çıkarmışlar.
Bunun dışında bir başka gelişim ise, hasar sisteminde olmuş. İlk oyundaki
kazalar zaten müthiş bir görsellik sunuyordu, ama Pacific Rift’te artık daha da
detaylı bir şekilde parçalanan araçlar görmekle beraber, çarptığınız gibi her
şey bir anda paramparça olmuyor. Mesela ön taraftan vurduysanız önce kaput ve
diğer bölümler yamulmaya başlıyor ve ardından kırılıyor yani her şey sırasına
uygun bir şekilde ilerliyor. Kısaca görsellik konusunda o CGI video tam
anlamıyla yakalanmış olmasa da, o atmosfer, o heyecan, o adrenalin, o fizikler,
o sürüş hissi yani hemen hemen her açıdan 2005 yılını yakalamışlar.

Biraz da oyunun seslerinden bahsedelim. Bu konuda oyunun çok eksi bir yanı yok
açıkçası, motor seslerinden, çevreye kadar oyun birçok detayı başarılı bir
şekilde yansıtıyor. Zaten büyük araçları aldığınız anda çıkan motor sesleri sizi
cidden mest ediyor diyebilirim. Mesela Monster Truck kullandığınız da kesinlikle
o ruhu hissediyorsunuz. Ayrıca ses konusunda ilk oyunda olmayan bir şey
eklenmiş, oyunda çok yüksek yerlerden zıpladığımız anlar oluyor ve işte o
anlarda yere düştüğümüzde kulağımızın çınlamasına benzeyen bir ses yükseliyor ve
her şey bir anlık sessizliğe bürünüyor. Bu detayda gerçekten çok ince düşünülmüş
güzel bir özellik olmuş.

Arkadaşına yanar dağın tepesinde meydan okumak

İlk oyunda olduğu gibi ikinci oyunumuzda da online seçeneği mevcut. 12 kişiye
kadar, lag olmadan rahat bir şekilde gerçek zekaya karşı mücadele vermek cidden
çok zevkli olabiliyor. Hatta başka bir arkadaşınızı davet ederek, bu zevk ve
heyecanı ikiye katlayabiliyorsunuz. Açıkçası oyunun online kısmında ilk oyunda
olduğu gibi pek sorun yok, ancak offline olarak multiplayer oynamak bildiğiniz
gibi birinci oyunda maalesef yoktu ve bu büyük eleştiriler almıştı. Pacific
Rift’te ise yapımcılar bu sorunu ortadan kaldırarak 4 kişi Split-Screen özelliği
koymuşlar. Eğer yanınızda arkadaşlarınız varsa, artık onları da bu zevkli oyunun
içine dahil edebilirsiniz.

Gün batarken

MotorStorm: Pacific Rift, ilk oyunun üstüne çok şey koyarak gelen bir yapım
olmayı başarmış. Sony’nin ve Evolution Studios’un çabaları, emekleri kesinlikle
boşa gitmemiş. Hele ki, son zamanlarda yarış oyunlarının beklenildiği gibi
olmamasından dolayı, PlayStation 3 sahiplerinin hem arcade hem de Off-Road
yönünden bu derece kaliteli bir Exclusive yapımı kaçırmamaları gerektiğini
düşünüyorum.

Exit mobile version