Neden oyun oynuyoruz?

Bugünkü yazımın konusu herkesin ateş püskürdüğü, bir ton rahatsızlığın temel sebebi olarak gösterilen, ebeveynlerin çocukları için, “Bir türlü başından alamıyoruz” dediği, bilgisayar oyunları…

Eskiden sokak oyunları vardı. Körebeden başla, saklambaç, ebelemeceden devam et; zilyon tane oyun oynardık. Evet bu oyunların bizim çocukluktaki kişisel, sosyal, vücut gelişimimizde inanılmaz etkileri vardı. Peki ne oldu da bu oyunlardan vazgeçer oldu çocuklar? Neden bilgisayar başından bu çocuklar kalkmıyor?

Öncelikle soruna birkaç açıdan bakmak lazım. Bunlardan ilki fiziksel. Evet, eskiden deli gibi sokakta oyun oynanırdı, ama bugünkü sokaklarla o günlerdeki sokaklar arasında dağlar kadar fark vardı. Sokak arasında bile 100’le gitmeye çalışan yarışçı, “Alırım anahtarını!” gençliği o zamanlar yoktu. Ara sokaklarda dilediğin gibi oynardın. Arada bir araba geçerdi, onda da yavaş geçerdi. Park mark olmasa bile boş arazi boldu. Topunu kapan orada dilediği gibi oynardı. Daha da önemlisi şehir bu kadar yüksek değildi. Şimdi 52 katlı apartmanların kıç kadar “bahçe düzenlemesi yapılmış” alanı var. Sıkıysa git orada oyna. Hemen bahçıvan, kapıcı, güvenlik görevlisi tayfasında biri gelip, “Çocuk, basma çimlere, çık oradan hadi bakayım!” diye çocuğa yol veriyor. Nerede oynayacaksın o topla? Evde oynasan alt, üst komşu var, yan tarafı var alayı hemen şikayetçi. E evde kırılacak bir sürü eşya var. Ne yapacaksın? Koy o topu kenara.

Peki toptan vazgeçtik, mahalleyi geçtim, apartmandan arkadaşlarla aşağıda ip atlama, körebe falan oynasak? O da olmuyor. Niye?

Şehirler giderek kalabalıklaşıyor. Bu da şehir hayatını giderek güvensizleştiriyor. Manyağı, sapığı, alayı burada. Özellikle şehir insanı giderek daha paranoyak yaşamaya başlıyor. Özel güvenlikli sitelerde yaşama isteği, her ışıkta arabanın kapıları kilitlimi diye kontroller. Peki bunun için kimseyi suçlayabilir misiniz? Her gün haberlerde kapkaç, darp, cinnet, cinayet gösterilen bir ülkede özellikle kimseyi bulmanızın mümkün olmadığı şehirlerde, insanların paranoyak bir hayat yaşamaları, her köşede bir hırsız, tecavüzcü görmeleri gayet normal. Bu durumda çocuklarını, “Pamuğa sar, rafa koy” tekniği ile yetiştirmeleri de gayet normal. “Aman evladım dışarı çıkma!”, “Aman evladım yabancı insanlara dikkat et!”, “Aman evladım 5 numaranın oğluna dikkat et, babası pek tekin biri gibi görünmüyor.” E iyi de bu çocuğun oyun oynamaya da ihtiyacı var. O ne olacak? İşte burada bilgisayarlar devreye giriyor.

Bir kere bilgisayar için hiçbir yere gitmiyorsun arkadaş. Odandan bile dışarı çıkmıyorsun. Ailenin kafası rahat. “Oğlumu dışarıda araba mı ezdi? Sapıklar mı dadandı? Kurtlar Vadisi’ni yeni seyretmiş tipler darp mı etti?” gibi kaygıları yok. Bilgisayarlı ortam güvenli.

Şimdi çocuk açısından bakalım. Oyunlar o kadar çeşitli ki, ne ararsan var. Hele artık yeni oyunlarda olayın iyice içine girebilme imkanı da veriliyor. Evet mahallede top oynayamıyorum ama Ronaldo’ya gol pası veren adam benim be birader. Ya da tam tersi, Ronaldo bana ara pası çıkarıyor, kaleci ile karşı karşıyayım, hop bir aşırtma; aman Tanrım seyirciler çıldırdı. 90+3’de takımı kurtaran golü ben attım.

Daha mı büyük düşünmek istiyorsun? Al “Football Manager” seç kendine bir tane 3. Ligden takım. Adam al, adam keşfet, sahayı büyüt, adamı takımdan kes, performanslarına bak. Aziz Başkan diye yırtınıyorsun ya, al sana Aziz Başkan’ın kendisi oldun. Hatta ondan daha da iyi durumdasın, çünkü o süper lig takımına liderlik ediyor. Sen diplerden aldın takımı nerelere getirdin.

Olmadı mı? Canım savaş falan mı istiyor? Açarsın Call of Duty, II. Dünya Savaşı’ndan başla, Amerika-Irak savaşına kadar istediğin savaşta asker ol. Kullandığın silahlar birebir yapılmış, görevler aynısı. Medal of Honor ilk çıktığında hala hatırlıyorum adamlar, “Saving Private Ryan” filminin sahile çıkartma sahnesini aynen yapmışlardı. Hani filmde gördüğün sahne aynen yaşanıyor. Gözünün önünde. Önündeki adamın vurulmasıyla başlıyor. Hemen botun kenarından atlıyorsun, bin bir uğraşla sahile çık, çıktığında da eline mermiyi versinler ama tüfek yok.  Yerden tüfek kap, mevzideki Almanlara sık babam sık. Hatta istersen kendi arkadaşlarını eve topla, beraber multiplayer’da aşağı mahalle ile free for all kapışın. Al bir Rainbow 6 özel kuvvetlerle operasyonlara katıl, 4 arkadaş beraber 50 teröriste girin. Bir daha nerede eline silah alacaksın da ucuna susturucuyu takıp sessiz sessiz gidip terörist yuvası basacaksın. O mermilerden birini yesen omzuna, bitti hayatın.

Daha kişisel bir şey mi lazım? Hitman takıl kardeş. Bir adamı öldürmenin elli yolu varsa, kafasında barkod ile dolaşan arkadaşımız 51 tanesini bilir. Çaktırmadan yaklaş, kıyafet değiştir, sessiz ol. Gerçekten iyiysen, sen binadan çıkana kadar hedefinin öldüğü anlaşılmaz. O güne kadar eline zehirli arı bile değmemiş olan sen, zehirli şırıngayı havada atıp adama saplayıp, bir de üzerine kıyafetlerine çöküyorsun. Filmlerde görürsün ancak.

Geçenlerde Tomb Raider oynadım. Efsane oyundur. Adamlar o kadar iyi yapmışlar ki yenisini, yemin ediyorum, ana karakteri kendim oynattığım bir film izliyorum diye düşündüm. Acayip yerlere tırman, atla zıpla, hopla, bulmacaları çöz, yürü be. Arkeoloji eğitimini geç, o kızı sağa sola koşuşturup duvar tırmandırırken sayısız kere öldüm. Gerçeğini yapmaya kalksam, 9 canım bile olsa kurtaramıyordum. Ama ekranda, gizli Japon Tanrıça’sını bulmakla kalmadım, onu öldürdüm.
Ya da gerçekten uğraşıp kendim bir karakter yaratıp, onunla dünyada canımın istediğini yapmak istiyor olabilirim. Elf’ler yol arkadaşım olsun, sağlam büyüler yapayım diyebilirsin. Dünyada nazik olmak lazım, herkese iyi davranmak lazım, ama ya sanal dünyada? Atara atar, gidere gider bir felsefe ile maçlarda duymadığın küfürleri sıralayabilirsin. Hiç görmediğin İzlanda’nın bilmem neresinden yakın arkadaşların olur. Onlarla beraber, mahallendeki arkadaşlarından fazla şey paylaşabilirsin.

Her gün galerilerde yalanarak baktığın, piyangodan para çıksa da şunlardan bir tane alsam dediğin arabaları mı istiyorsun? Al kardeş bir Need for Speed. Burada Bağdat Caddesinde gecenin bir yarısında insan hayatını hiçe sayıp dandik arabalarla yarışacağına, orada Ferrari olur, Bugatti olur, Porsche olur, al, diz kapının önüne. Katıl dilediğin yarışa, hatta polise kafa tut. Yapabilir misin bunları İstanbul trafiğinde? O polis, “Alkol var mı arkadaşım?” dediğinde, yapabilir misin oyunda çevirdiğin el freni numaralarını?

İstiyorsan polis ol. Polis kolejidir, akademidir falan gerek yok. Al Sleping Dogs. Triad mafyasının ortasında gizli görevde polis ol. Hem bir taraftan mafyalık yap, hem de git üstlerine rapor ver. Bugün akademiye girmek istesen ne kadar eğitim lazım Allah bilir. Daha şark görevinden, masa başında yazacağın raporlardan, “Tabii sayın savcım”dan falan bahsetmiyorum bile.

PES zaten efsane. Buraya gelse maç bileti için babanın aylık maaşını isterler, sen kankana gidip, “Al lan Barça’yı, ben de Manchester’i alacam tepene binecem” diyebiliyorsun. Al, mal dediğin takımların kadrosundan bir kişi Türkiye’deki takımlara gelsin gazeteler yaza yaza bitiremez, sen performans düşüklüğünden adamı saha kenarına alıyorsun.

Velhasılıkelam, günümüz gençliği bilgisayar oynamasın da ne yapsın? Oyun firmaları günden güne grafiktir, sestir, oynanabilirliktir derken giderek çıtayı yükseltirken, Şehr-i İstanbul’da (ya da bütün büyük şehirlerde) manyaklık almış başını yürümüşken, çocuk ya da genç halimizle biz, güvenli odamızdan çıkmadan onca şeyi yapabiliyorken, ne işimiz var arkadaşım dışarıda, bana biri söylesin Allah aşkına?

Exit mobile version