Makale

Next-Gen dedikleri… Bölüm: 2

Evet, kısa yazı dizimin geçen bölümünde, bu nesil oyun konsollarına gelinceye
kadar yaşanan olaylar ile birlikte, bu neslin temellerinin nasıl atıldığını ve
ne türden bir rekabetin yaşandığına değinmiştim. İkinci bölümde ise ilgili diğer
meselelere değineceğiz. Kahvenizi hazırlayın ve arkanıza yaslanıp okumaya
başlayın…

Çetin rekabet

Yaşanan olaylara bakınca milyar dolarlık bu devlerin piyasada var olma savaşı
verirken, ne çetrefilli yollara başvurulduğunu görmemek mümkün değil. Sonuç
itibarı ile ortada yüz milyar dolarlar ile ifade edilen çok büyük bir pasta
mevcut. Üstelik bu nesil bundan sonraki neslin temelleri ve muhtemelen bundan
sonraki nesilde etkileşimin tavan yapacağı, eğlence sektörünün diğer dallarına
ciddi anlamda rakip olunacağı, hatta öne geçme fırsatının yakalanacağı nesil.
Bizlerse bunu heyecanla beklemekteyiz. Trilyon dolarlık Amerikan film
endüstrisinin muhtemel tek rakibi de şu anda eğlendiğimiz konsollar…

Arka kapılarda yaşanan büyük oyunlar, kurulan, sonra parçalanan ve yeniden
kurulan başka ittifaklar meselenin ne kadar büyük olduğunu gösteriyor. Son
kullanıcı olarak rekabet elbette hoşuma gidiyor, ama kâr ve müşteri temelli
geliştirme çalışmalarının ben kaliteyi düşürdüğüne inanıyorum. Oyunlar sadece
oyun olsaydı bunda bir sakınca olmayacaktı, fakat oyun denilen bu aracı sanat
olarak da kullanan var, kendini tatmin etmek için de kullananlar. Diğer taraftan
sadece para basma makinesi olarak gören ve propaganda aracı olarak kullananlar
da var.




O kadar karışık bir mesele ki, neresinden gireceğini, hangi açıdan bakacağını
şaşırıyor insan… Tüm bunları düşününce yaşananları fazla da görmemek lazım,
dediğim gibi endişelendiğim tek kısım firmaların biz kullanıcıları şekillendirme
çabası, zevklerimize, beklentilerimize vermek istedikleri şekil.

Sony cephesine bakıyorsunuz, hala kırılamamış bir konsol var karşınızda. Belli
ki firma konumuna güveniyor. Diğer tarafta mücadelesinin henüz ikinci çağında
X360 var. Konsol çabuk kırıldı ve kırılmış firmware’ler ile kullanıcılar uzun
süre online olarak oyun oynadılar. İnsan istemeden de olsa “Acaba” diye
düşünüyor. Durum öyle bir noktaya geldi ki, “Ban” gibi bir uygulama bile,
alışkanlıkları artık yerleşmiş kopya oyuncular tarafından yadırgandı. Sanki
kopya oyun oynamak bir hak gibi algılanmış hissettim.Kopya oyun imkanı X360’a piyasada daha fazla tutunma
çabalarına destek oldu… Önceki nesilde bu ayırt edici bir özellik değildi, çünkü
tüm konsollarda kopya oyun oynama imkanı mevcuttu. Önceki nesilde konsolları
diğerlerinden ayıran oyunları oldu. Bu nesilde ise maalesef bu ayırt edici
özellik olmaktan çıkıyor.

Online yaşamım ve “PSN vs. Live”

Yazımın ilk bölümünde bu neslin en büyük özelliğinin multiplatform devri
olmasını göstermiştim. Madem oyunların çok büyük bir kısmı her iki konsola da
çıkıyor peki galibi belirleyen en önemli etken nedir? Bu karşılaştırmaya online
yetenekleri neredeyse hiç olmayan Wii’yi koymuyorum.

Ben bu nesilde galibi en iyi online hizmeti verenin belirlediğini düşünüyorum.
Bu kuşkusuz en önemli unsur. Live deneyimini yaşadıktan sonra bazılarına PSN
cidden kabus gibi geliyor. Özellikle bir yıl önce durum neredeyse aynen böyle
ifade ediliyordu. PSN altyapısındaki iyileştirmelerden sonra, bir kaç hizmetin
eksikliği dışında Live ve PSN arasında fazla bir farkın kalmadığını görmek
mümkün. Zaten PS3 Slim ve 100 dolarlık indirimi de bunun üstüne ekleyince,
online hizmetleri hafiften göz doldurmaya başlayan PS3 satış rakamlarında
yavaştan X360’ı geçmiş gibi görünüyor.




İnternetin artık günlük hayatımızın bir parçası olduğunu ve sağladığı imkanları
düşününce, online oyun deneyiminin ne kadar önem kazandığını da görmemek mümkün
olamazdı. Eskiden bir eve doluşan arkadaşlarla yapılan oyun partilerinin yerine,
artık evlerine tek başına kapanmış insanların, internet üzerinden oynadığı diğer
kişilerle tecrübe etmesi aslında ne kadar da ironik görünüyor. İçinize
kapandıkça oyun dünyasının kapılarından çok daha kalabalık bir dünyaya adım
atıyorsunuz. Bir taraftan parıltılı ve belki de yaşanamamış hikayelerle
doluyken, diğer taraftan hayali yaşamların, söylemlerin ön plana çıktığı bir
hayata merhaba diyorsunuz, ne kadar garip. Bunları yoğun anlamda bu nesilde
yaşamaya başladık. Öyle ki bundan sonraki neslin de manifestosu bu yaşamlarda
yazılıyor, yaşanıyor…

Böyle bir çağda online oyun deneyimini en iyi sunan, bunu en rahat şekilde
yaşatan konsolun piyasa lideri olması da kaçılmaz. Bu rekabet ile yakın zaman
içinde online hizmetlerin başını alıp yürüyeceğini düşünüyorum.Belki bu nesilde “Dijital Download” olayının konsolların gündemine oturacağını görmek olası
olacak. Kutulu ve medyaya basılmış oyunlara bir sonraki nesilde elveda deme
zamanı gelmiş olabilir ya da artık oyunları konsolumuz içinde var olan bir
HDD’ye bile indirme söz konusu olmadan, direk net üzerinden Stream ederek
oynayacağız. Hatta bu iddia ile bu yılın başlarında ortaya çıkan Onlive adında
bir girişim dahi mevcut. Girişimin başında çok büyük isimler ve ortak olarak çok
büyük firmalar var.

Tüm bunları düşününce insana oyun esnasında arkadaşı ile konuşmak, heyecanını
paylaşmak ne kadar da normal geliyor. Hatta Live gibi online sistemler bizlere
farklı oyunları oynasak da, aynı platformda iletişim yapma imkanı sunuyor. PSN
kullanıcılarının da son dönemde bu yönde yoğun isteklerini görüyor, okuyoruz.
Belki de oyun esnasında görüntülü olarak da iletişim kurabileceğiz bu nesilde.
Halbuki bir önceki nesilde bunlar ne kadar ulaşılamaz düşüncelerdi. Sadece
oyunlarımız, konsolumuz ve biz vardık…

Oyunlarım, konsolum ve ben…

Rekabet, rekabet, rekabet!!! Öyle bir olgu ki bu bazen sizi, düşüncelerinizi ve
ideallerinizi yoldan bile çıkartabiliyor. Örneğin büyük yapımcı Hideo Kojima’nın,
her oyun fuarında sahne de yer aldığında alçak gönüllü, utangaç tavırlarını
düşününce, insan rekabet için söylemlerinden dönebileceğine asla ihtimal
vermezken, rekabet için yapmam dediklerini yapınca elbet şaşırıyorsunuz.




Bu nesilde halen bir ICO, Shadow of the Colossus, Syberia, Vagrant Story
(Yakında PSN’den satışa sunulacakmış, haberiniz olsun!) Broken Sword, Sanitarium
veya Monkey Island tadında oyun göremeyince acaba diyorsunuz. Ortalık çok
sevmeme rağmen GTA tarzı şiddet, her tarafından kan ve şiddet fışkıran FPS’lerle
dolmuş durumda. Eskiden konsolda bir kaç FPS dışında bu türde yapım bulmak
mümkün değilken, şimdi PC’ye dahi bu kadar FPS türünde ürün gelmiyor.
Konsolumuzun kontrol cihazını elimize aldığımız andan itibaren kayıtsız ve
şuursuzca birilerini öldürmeye başlıyoruz. Belki de Wii’nin bu kadar satmasının
temelinde bu vardır…İşin daha kötüsü bu tarz oyunlar 10 milyon barajının üstünde satış yapıyorlar.
Ölüm, kan ve vahşet… Diğer taraftan yapımlar, kibarca ifade etmek gerekirse,
daha az yoğunluğa sahip içeriklerle piyasaya sürülüyor. Konuşma metinleri ise
neredeyse ilkokul çocuklarını anlayacağı düzeyde hazırlanmış. Planescape
Torment’teki metinleri hatırlayınca ister istemez böyle düşünüyorum. Oyunu
bitirdiğinizde Shakespeare’in bir eserini okumuş kadar oluyordunuz. Bu nesilde
beni duygulandıran bir kaç isim dışında, oyunlar üzerinde düşündüğüm,
duygulandığım ve şaşırdığım hiç bir içerik çıkmadı desem yeridir. Hatta oyun
tarihimin en önemli yapımlarından olan Metal Gear Solid serisinin koca kahramanı
Snake’in fiziksel olarak çökmesi, bir tarafa artık gözleri hatunların oralarına
buralarına kayacak kadar banalleşeceğini görmek, şahsen en büyük üzüntülerimden
olmuştur.

Kısaca artık oyunlar daha kısa içeriğe sahip, bol şiddet içeren maksatsız ve
mesajsız ürünler haline dönüştü. Açıkçası artık sanatsal içeriğe sahip bir yapım
bulmak neredeyse imkansız. Bu tarz projeler hazırlayan firmalar tek tek ya
kapanıyor ya da büyük firmalar tarafından alınıyorlar. Nerede Baldur’s Gate’i
yapan firma, nerede Mass Effect’i yapan firma? Resmen “Nü” oyun yapıyor artık
adamlar. Kuvvetle muhtemel yolları, artık sahipleri EA ile ticari ilişkilerinden
dolayı daha fazla kesişiyordur.




Şiddet oyunlarda, hayatımızın içinde olduğu gibi her zaman oldu ve bundan sonra
da olmaya devam edecek. Fakat bu nesilde maalesef bu tarz yapımlar istediğimiz
tarzdaki ürünlerin önünü kapatıyor. Çünkü küçük firmaların bu piyasada yeri
kalmadı. Tüm küçük firmalar büyük firmalar tarafından bir anlamda yutuluyor.
Bioware artık EA’nın, Blizzard gibi kült oyunların firması ise Activision ile
birlikte, diğer tarafta sessizce büyüyen Zenimax gibi firmalar var. Evet,
oyunlar yine aynı yayıncılar tarafından yapılıyor, ama dağıtımcıları olan asıl
sahipleri çıkış tarihleri konusunda sadece asiste etmiyorlar, yapımcıları aynı
zamanda tarihleri dayatabiliyorlar da. Örnek Forza yapımcıları U10, Forza
Motorsport 3 3’teki eksiklikler konusunda eleştirilince, “Zamanımız yok” demiş,
oyunu yetiştiremediklerini ifade etmişlerdi. Halbuki bir zamanların Blizzard’ına
“Oyun ne zaman çıkacak?” diye sorduklarında, cevap “Bittiği zaman” şeklinde
olurdu. Gerçi Blizzard halen öyle, ama her yapımcı firma aynı paraya pardon(!)
güce sahip değil.Gerçektende artık dağıtımcılar sahipleri oldukları yapımcılar üzerinde çıkış
tarihini “Demokles’in Kılıcı” gibi sallıyorlar. Sadece bu değil tabii, aynı
zamanda çoğunluğun seveceği türden oyunlar yapmaya gayret(!) gösteriyorlar.
Sahibinin Zenimax olduğu Bethesda bir önceki nesilde Xbox ve PC’ye çıkardığı
Morrowind gibi bir klasiğin yerine, bu nesilde Oblivion gibi aksiyon oyunu
çıkarmayı da göze aldı ve çok ilginç bir şekilde GOTY olmayı da başardı. Aynı
kaderi Fallout 3 ile de yaşattılar bizlere. Açıkçası ibrenin asla eski yerine
döneceğine ihtimal vermiyorum, nadiren de olsa çıkacak Old School tarz
yapımlarla idare edeceğiz artık.

Benim oyuncum…

Oyunculuk kavramı aslında her dönemde konuşuldu, üzerinde bir şeyler yazılıp
çizildi. Doğal olarak bu nesil yapımlarda da konuşulacaktır. Ancak hepimizin
gördüğü üzere bu nesilde oyunculuk denildiğinde, bir önceki nesilden daha farklı
çağrışımlar kafamızın bir o yanına, bir bu yanına çarpıp duruyor.

Daha öncede belirttiğim gibi önceki nesillerde FPS’ler bu kadar ağırlık
kazanmamıştı, aslına bakarsanız konsollarda FPS kültürü bir anlamda Xbox konsolu
ile yaygınlaştı. Bu nesilde artık oyununuz FPS değilse kolay kolay kimse
yüzünüze bakmıyor. FPS’lerin genel tarzı nedeniyle de şiddet çok daha fazla ön
plana çıktı. Gerçi şiddet denilince aklıma Carmageddon ve GTA serisi geliyor,
ama genel anlamda her FPS’de de kan döküyor, bilumum kasaplık işlerini itina ile
gerçekleştiriyoruz. İşin kötüsü GTA gibi şiddetin saf şiddet olmadığı, ince
göndermelerle dolu oyunlarla da pek karşılaşamıyoruz.




Şiddet içerikli yapımların oyun kültürünü, oyunculuğu adeta hamur gibi
yoğurduğu, şekillendirdiği bu nesilde; ifade ettiği maddi değer dışında oyunlar
kültürel anlamda da sizi bir şeyler yapmaya çalışıyor. Örneğin bir gencin Modern Warefare 2’de hiç ölmeden 30 kişi öldürmesi ile alakalı bir video izledim. Gerçekten üzüntü içinde bu kişinin sevinçlerini,
İngilizce haykırışlarla dile getirişini izledim, izledikçe de üzüldüm. Genç
devamlı “Oh My God” şeklinde heyecanını ifade ediyor, arada İngilizce başka
ifadeler kullanıyordu. “Bu mu?” dedim bizim oyun oynayan genç nesil. Oyunların
bu genci, bu hale getirmesi çok üzücü. Yaklaşık on yıl önce bizler oyunlardaki
karakterleri Türkçe konuşturmaya uğraşır, ses dosyalarını kendi ses dosyalarımız
ile değiştir, gülerdik sonuçta ortaya çıkan şeye…Şimdi ise gençlerimiz oyunlardaki sesleri bırakın değiştirmeyi, duyduğumuz sesleri taklit etmeye
başlamış. Bu nesil yapımlar demek ki bunları yapmış, oyuncuyu bu şekilde
değiştirmiş, şekillendirmiş. Belki basit bir olaydan genelleme yapıyoruz, ama
sonucu forumlardaki oyun camiasının söylemindeki seviyeye bakarak da
görebilirsiniz. Gidişatın bu yönde olduğunu görmek çok üzüntü verici bir durum.

Her ne kadar oyunlardaki şiddetin gerçek hayata yansımadığını ifade etsek de,
aslında içimizdeki bu tarz duyguları dindirdiğini söylesek de, oyunlarla bu
duyguları açığa vurup bir anlamda kanıksamaya da başlıyoruz. Bu kanıksama bir
gün, bir şekilde çevreye verilen bir zarar olarak da dönebiliyor topluma.
Ailelerin hepsi oyun denildiğinde olaya şiddet olarak bakıyorsa, bu genellemenin
temelinde bir yerlerde muhakkak haklı bir söylem olabiliyor.

Benoit Sokal’ın hayalini ifade ettiği sanatsal macera oyunu Syberia, oynarken
nasıl da bizleri hayallerden hayallere götürüyordu, acaba şimdi bize bu tarz
duyguları hissettirecek bir isim var mı? Peki Shadow of the Colossus’ta Agro’nun
sırtında geniş düzlüklerde at binmenin zevki? Bu nesilde bunları yaşadığım anda,
hala bu tarz oyunculuğun yaşadığına dair inanmaya başlayacağım.




Açıkçası oyunculuk kültürüne katkı anlamında, bu nesilde bir iki yapım dışında
gerçektende bir şeyler göremedik. Umarım önümüzdeki süre içinde, artık bu büyük
satış rakamları arasında bir anlam ifade etmese de, bu yapımları görürüz…

Cebimdeki büyük delik

Bu nesli önceki nesillerden ayıran en büyük değişikliklerden birisi de, herhalde
cebimizde açtığı büyük deliktir. Eskiden konsolu alıp eve geldiğimizde direk
televizyona takıp oynar, keyfimize bakarken, artık bu o kadar kolay olmuyor.

Konsolları almadan önce online olabilmek için evimize bağlı bir internet
bağlantısının olması şart gibi. Artık kimse tek başına oyun oynamak istemiyor.
Bir şekilde internete bağlanıp oyun zevkini katlamak istiyoruz. Aylık maliyeti
düşük gibi görünse de, yıllık maliyetinin neredeyse bir konsol kadar olduğunu
ödediğiniz paralardan anlayabiliyorsunuz.

Diğer büyük masraf ise büyük ekran LCD televizyonlarda oyun oynamanın vermiş
olduğu dayanılmaz hafiflik, bu hafiflik ayrıca bütçenizde de büyük bit
hafiflemeye sebep oluyor ki, adam gibi görüntüler eşliğinde oyun oynamanın
bedeli en az bir 2000 liralık Full HD TV’nin satıldığı mağazanın önünden
geçiyor.Tabii bir tarafta kırılamayan bir konsol ve orijinal oyunlara dökülen para,
diğer tarafta ise kopya oynadığınız için çevrim içi olamadığınız ve orada artık
orijinal oynamanın şart olduğunu yediğiniz banlardan anladığınız diğer konsol.
Bu demektir ki, ortalama ayda bir oyundan yine bütçede hatırı sayılır başka bir
orijinal oyun deliği. Tabii aldığımız 5+1 ses sistemlerini, direksiyon gibi ek
donanımları saymıyorum…

Bu nesil herhalde bize harcattığı paralarla da anılacak gibi. İşin garibi
harcadığımız onca paraya rağmen, konsolların hala bize önceki nesillerde
yaşattığı zevki yaşatamadığı. Çok ilginç olduğu kadar korkutucu bir gerçek.

Dedikodular ve komplo teorileri

Bu aralar çok ciddi haberler gelmekte, söylentilere göre bundan sonraki nesilde
konsolların kullanacağı işlemciler seçilmiş durumda, tarih olarak da 2012 işaret
ediliyor. Maya takviminin sonunu işaret eden bu yılda eğer efsanelere göre dünya
bir kıyamete uğramazsa, yeni nesil konsollar karşımızda olacak.

Bir haber sitesinin ortaya attığı bu söylentilere açıkçası ben pek itibar
etmesem de, 2012 gibi yeni bir şeylerin geleceğini görmemek mümkün değil. Bu
tarihlerde yeni bir Nintendo’yu muhakkak göreceğimize inanıyorum. Wii’deki
eğlence tarzının HD veya Full HD görüntüler eşliğinde daha hassas kontrol
cihazları ile yaşanacağına inanıyorum. Hatta bakarsınız 3D Mario ile çok zevkli
dakikalar geçiririz, ama ne PS3 için, ne de X360 için yeni konsolların
gündemimize girip, kendilerini saf dışı edeceğine inanmıyorum. Gerekçelerini
yazımın bir önceki bölümünde de ifade etmiştim.




Bir diğer söylentinin de “Exclusive” olarak büyük değeri olan oyunların
multiplatform olacağını duyuyor ve tahmin ediyorum. Özellikle bugüne kadar Xbox
cephesine oyun kaptıran PS3’ün, bu sefer 360’tan çok önemli bir oyunu transfer
edeceği konuşuluyor. Marcus ve arkadaşlarını bir yıl içinde olmasa da 2 yıl
içinde PS3 platformunda görmek mümkün olacak. Bu bir anlamda, bu devrin
“Multiplatform devri” olduğunun da en önemli kanıtlarından olacak. NATAL’a büyük
ümitler bağlayan Microsoft’un, Wii’nin var olan kontrolleri ve PS3’ün gelecek
Motion Control tarzı cihazıyla, NATAL ile oluşacak muhtemel bir hayal
kırıklığının önüne geçeceği de ayrı bir komplo teorisi.

Sanırım bu nesil üstüne söylenebilecek ve ilerde bu yazılar tekrar okunduğunda
hatırlanabileceklerin birçoğunu burada ifade ettik. Bir sonraki yazımda daha
farklı bir konu ve içerik olacak.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu