Nexus: The Jupiter Incident

Uzay konulu oyunlarımıza bir yenisi daha eklendi sevgili oyun sever dostlarım. Genelde zaten uzay içerikli her türden yapım ile bu piyasada karşılaşmak şaşırtıcı değil. Aksiyon, RPG ve hatta Adventure bile buna dahil; ama, benim şahsi görüşüm, bunların arasında en makbulünün strateji olduğu yönünde. Herhangi bir yer yüzeyi üzerinde oynanabilenlerinden en son aklımda kalanı Perimeter olmuştur. Hatta tarzı bana bayağı bir farklı gelmişti ve doya sıya olmasa da epey severek oynamıştım. Fakat ne yazık ki Nexus: The Jupiter Incident’i onunla mukayese etmeyeceğim, edemeyeceğim. Bunun nedeni oyunun görünüş yapısının ve konseptinin diğer strateji türü yapımlardan farklı olmasının ötesinde çok ciddi bir rakibiyle aynı kulvarda değerlendirilmesi gerekliliği yer alıyor: o da Homeworld 2!


Şöyle uzayın derinliklerinde tatile çıksak diyorum…

Homeworld 2 ile arasındaki benzerlikte ise ikisinin de sahip olduğu görsellikten öte aralarındaki kontrol sistemi ve birimleri ile büyük ortaklıklar barındırmasından söz etmem lazım. Yalnız Homeworld’ün aksine Nexus’ta sıfırdan uzay araçları oluşturup onları geliştirmek gibi bir amacımız yok. Yazısını yazdığım, sizin de okumakta olduğunuz bu oyunu rakibinden ayıran özellik; bölüm başlarında sahip olduğunuz sınırlı güce ek yapamıyor oluşunuzdur. Doğal olarak oyunun bu açıdan herkesin bildiği klasik RTS mantığından bir miktar sıyrıldığını görülebiliyor. Dahası oyundaki bölümlerin amacı genellikle uzayın bir bölümünü düşmanlardan koruma, aynı yeri karşıt güçlerden arındırma veya bazı kargo gemilerine yoldaşlık etme gibi rutin görevlerden meydana geliyor. Fakat oyunun asıl sorunları da yine bu noktada kendini belli ediyor. Genelde bir oyuna ait fikirlerimi ona ait pozitif yanlarından bahsederek yazmaya alışmışımdır; ama, nedense Nexus için bu şablonumdan da feragat ediyorum. Önce oyunu baştan sona karalayıp, ardından bütün iyi yanlarına değinmek istiyorum. İşte ilki! Size scenario üzerinde görevler sunarak ilerlemeli bir yapıdaki oyundan ne beklersiniz? Tabii ki görevlerinizi rahatça uygulamanıza olanak sağlayan anlaşılır ve kolay bir arabirim. İşte bunu oyunda görmek pek mümkün değil. Nispeten Homeworld 2’de de karşımıza çıkan bu ekstrem sıkıntıdan bahsetmemin nedeni; oyunun sizin İngilizce dil desteğinizi hedeflemesinden çok, yapımcıların mönü sistemi ile oyuncuları aşırı biçimde zorlaması.

Ayrıca yine arabirimin azizliği yüzünden vereceğiniz, daha doğrusu vermek istediğiniz direktifleri istediğiniz gibi yönlendirememe yada birliklerinizi yönlendireceğiniz hedefi gönlünüzce seçememe gibi enteresan, beklenmedik ve açıkçası çok da komik sorunlarla yüz yüze gelmeniz olasılık dahilinde. En büyük sıkıntıyı duyularınızda çekeceğinizi sandığım şey ise uzay araçlarını seçip sadece etrafında dönüp zoom yapabilmenize olanak sağlayan bir sistemi barındırıyor olmasında gizli. Yani Homeworld’de olduğu gibi gönlünüzce uzayda dolaşmayı unutun. Çok fazla eleştiri ile yazıya başladım; ama, uyarmıştım ben sizi.

Dilerseniz üzerine bu kadar gem vurduğum oyun içi mönü navigasyonunun biraz da görselliğinden bahsedeyim. Ekranın sağ kenarı boyunca kontrolünüz altındaki uzay gemileri, emrinizdeki ekstra mayın, bomba, kontrol merkezleri gibi yapılarla beraber düşman gemiler yer alırken, alt satırda da seçtiğiniz uzay gemisine verebileceğiniz çeşitli komutlar bulunmakta. Sol üst köşede görünen, az sonra oyunun konusunu anlatırken bahsedeceğim Richard Cromwell’in himayesindeki uzay gemileri ise aldıkları hasarlar ve içerdiği birlikleri görüntülemesi bakımından bir miktar da öneme sahip. Sağdaki toolbarda görünen simgelere, yani uzay araçlara ve yapılara çift tıkladığınızda seçtiğiniz birim ekranlara geliyor ve bu noktadan sonra sadece scroll ile zoom yada sağ tıka basıp sağa sola fareyi çevirme suretiyle etrafında dönebilme imkanına sahipsiniz. Büyük uzay gemilerinde ancak bu kadar bir hakimiyete sahipken sol üstte görülen büyük uzay mekiklerin altında yer alan küçük mekikleri çarpışmaya sokarak olaya bir TPS türevi ekrandan da ortak olabiliyorsunuz.

Jüpiter’den çıksak yola, Satürn’de konaklasak falan…

Verebileceğiniz komutlar ise gerçekten de çok geniş bir yelpazeye sahip. Saldırı taktiğinizi ve çeşidinizi, düşmana yaklaşma mentalitenizi ayarlayabiliyorsunuz ve buna göre aktifleşen seçenekleri oyunun ruhundaki RTS mantığıyla etkileşime sokabiliyorsunuz. Örneğin eğer defansif moddaysanız saldırı seçeneklerini göremediğinizi, saldırırken de kalkanları yeterince verimli kullanamadığınızı belirtmeliyim. Şimdiye kadar saymaktan bitap düştüğüm arabirim faciası, klavyedeki kısa yollara alışana kadar direktiflerinizin hızına ve istediğiniz şekilde davranmanıza da yansımıyor değil maalesef. Klavyenin üst sırasındaki “F1, F2” sırasındaki tuşlarla kısa yolları kullanabiliyorsunuz; ama, vereceğiniz komutun öncesinde önce geminizi seçmeli, ardından vereceğiniz görevi de belirledikten sonra üzerinde uygulamasını istediğiniz düşmanı da belirtmelisiniz. Oyunda bu noktada sizin gemilerinizin geri zekalı olduğunu da düşünebilirsiniz, nitekim bence de bu böyle. Eğer siz bir şeyi yapmalarını istemezseniz bulundukları yerde bölüm sonuna kadar durmaları mümkün. Aslında RTS’nin mantığına göre bunun da böyle olması lazım; ama, saldırılara mantıklı tepkiler verilmemesini ben biraz yadırgadım. Siz de yadırgayın.

Emir vermedeki hantallıklar da işte gördüğünüz gibi tam anlamıyla karşınıza geçmiş gevrek bir şekilde sırıtıyor. Tabi tüm bunların sadece alışana dek oyuncuyu yıldırmasından da bahsetmek zorundayım. Her ne kadar alışma anından sonra oyunu tam anlamıyla gönlünüzce oynayabilseniz de az önce ve paragrafla boyunca bahsettiğim zorlu oynanabilirlik ve karışık görünüm puanı gereksiz yere aşağılara çekiyor.

Uygulamalarındaki sıkıntılarından bir miktar arınıp nefes almak için isterseniz oyunun konusuna biraz göz atalım. Ne yalan söyleyeyim, bence oyun bu aşamada da ancak geçer not alabiliyor. Yakın gelecek diyebileceğimiz bir tarihte vuku bulan olaylar neticesinde iç savaş yaşayan dünyada insanlardan oluşan gelişmiş teknolojili bir uygarlık meydana gelir. Kahramanımız Richard Cromwell, gerçi bir RTS’de merkezcil bir karakterin etrafında dönüp dolaşan olaylara alışık olmasak da, 10 yaşındayken babasını uzay çarpışmalarında kaybediyor. Mars ve atmosferi savaş alanı olarak tanımlanıyor. Richard ise babasının izinden ilerleyerek bir kumandan oluyor ve dünyalar arası savaşlarda medeniyetinin sürekliliğini sağlamaya uğraşıyor. Derken 2098 yılındaki bir çarpışma sırasında mekiği parçalanarak Mars yüzeyine çakılıyor ve bilimsel olsa da ne hikmetse 10 yıl boyunca vücudu donarak muhafaza oluyor. Bu süre zarfının sonunda ise gemisi bulunup dünyaya taşındıktan sonra gelişen teknoloji ile tekrar yaşam döndürülüyor. Ordudan emekliye ayrılan Richard yine bir süre sonra Jüpiter dolaylarında kaybolan bir uzay gemisinin bulunması işinde özel sektöre çalışarak tekrar silah altına giriyor. Biz de oyuncu olarak hikayeye burada dahil oluyoruz.


Dünya’ya inmeden önce Ay’da seksek oynasak…

Konunun bir miktar derin gibi görünen yanı var, yok değil. Hatta oyun boyunca Jüpiter’den Dünya’ya gelene kadar bir çok gezegenin semalarında it dalaşı görünümünde mekik kavgası yaptırabiliyorsunuz. Tabi bunu Homeworld ile kıyaslamam mümkün değil, zira orada her şey sizin elinizin altındaydı ve komutlarınız çok iyi bir RTS oyunu şeklinde hayat buluyordu. Ama Nexus’ta az önce oynanışta bahsettiğim gibi zor birim kontrolünün kısıtlayıcılığı fazlasıyla hissediliyor. Kalabalık çarpışmaların yerinde iki veya üç büyük uzay gemisinin lazerleri dolaşıyor. Hikayedeki derinliğe ise oyun tam anlamıyla adapte olamamış sanki. Bu konuda böyle düşünmemdeki neden ise konunun epey havada kalıyor olmasıdır. Çünkü en nihayetinde siz hikayeden hiçbir şey anlamadan oyunu bitirebilirsiniz bile. Zaten konunun ana hatları oyunun başındaki çok hoş video ile ince ayrıntıları ile anlatılıyor. O noktadan sonra kendinizi alternatif bir Homeworld’ün ortasında buluyorsunuz.

Grafiklerinden bahsetmem gerekirse Mithis Games’in çok kaliteli iş çıkardığını inkar etmemem gerekir. Özellikle mekiklerin dibine kadar girmenize olanak sağlayan zoom imkanı dokuların ne kadar başarılı yerleştirildiğini gözler önüne seriyor. Bu başarının sırrının ise yapımda kullanılan BlackSun grafik motorundan kaynaklanmakta. Özellikle patlama efektleri ve neticesinde sonsuz boşluğa dağılan demir parçalarının yer çekimsiz ortamdaki salınımları göz okşar cinsten başarılı. Bunun yanı sıra yakınlaştığınızda fark edeceğiniz, ekrandaki titremenin sizde uyandırdığı heyecana diyecek söz bulmak zor. Hele araçların arkasındaki yanma odasına(?) yaklaştığınızda, ateş ederken yada vurulduğunuzda daha da artan sarsıntı bir harika. Az önce mönülerinden yakındığım Nexus’u şimdi yine aynı konu yüzünden övmem ise güzel. Karanlık boşluk arasından seçilen yıldızların, asteroitlerin, taşların ve uzay gemilerin her birinin oyunun görselliğine puan üstüne puan katıyor olduğunu belirtmem gerek. Keza seslerde de bir başarı sözcüğünü kullanmak bu aşamada yanlış olmaz. Patlamalarda ve karakterlere ait seslerde çok iyi denilebilecek bir derecelendirmeyi hak ediyor oyun. Dediğim gibi oynanabilirlikteki kolaylaştırılabilecek kıstaslar yüzünden rakibi görülebilecek Homeworld2’nin tahtına çıkmayı kıl payı başaramıyor.


Eve gelince de Nexus ile Homeworld2’yi karşılaştırsak

Alışana kadar epey bir terleten, sonrasında ise saatlerce başında oynatan bir oyun Nexus: The Jupiter Incident. Ama karışık arabirimin(bir yazıda aynı şeyi bu kadar kötülememiştim) oyunun yaratacağı etkiyi fazlasıyla sığlaştırdığı bariz. Yine de Homeworld2’nin ardından gelen bir alternatifi eminim ki denemeden atlamayacaksınızdır. Çünkü grafiklerinin ondan geri kalır bir yönü olmadığı gibi bence daha da iyi denilebilecek bir tarzı var. Sonuçta beni sıkmadı ve hali hazırda zaten uzaya meraklı olduğum için iyice kastım. Hantal taktiklere rağmen eğlenceli bir oyun arıyorsanız hiç mi hiç beklemeden alın derim. Yalnız eğer karşınızda bir Homeworld2 bulacağınızı sanıyorsanız çok iyi niyetlisiniz demektir, uzak durmanızda yarar olacaktır.

Exit mobile version