Ofis Macerası

Sıradan bir pazartesi günü, öğleden sonra dersi olmadığını fark eden Tyler,
eve gitmek ve biraz daha gezinmek arasında tereddüde düşer. O an aklına, Murat
Bey’in kendisine yaptığı ofis daveti gelir. En yakın internet kafeye giderek
Murat Bey ile bağlantıya geçen Tyler, kendisini beklediklerini öğrenince bir
assolist edasıyla kafeden çıkar ve yola koyulur. Ancak bu eda, fazla uzun
sürmez. Çünkü tramvaya binince; bir yandan ayakta durmak için ciddi bir efor
sarfetmek, bir yandan da tertemiz namusunu korumak gibi iki önemli görev
üstlenecektir. Tramvay o biçim kalabalıktır. Eminönü’ne geldiğinde ‘ofise aç
gitmeyeyim, ne olur ne olmaz’ diyerek iki tane çift kaşarlı tostu midesine
indirir.

Kalkmak üzere olan vapura koşarak yetişip, ‘belki kızın biriyle kesişirim, ortam
romantik olsun’ düşüncesiyle üst kattaki açık alana çıkar. Ancak burada
kendisini hayalini kurduğu sarışın değil, Balkanlardan ve denizin buz gibi
sularından gelen soğuk hava dalgası karşılar. Yarım saat boyunca böğrüne böğrüne
yediği rüzgar, kısmi felç geçirmesine neden olsa da, birazdan gideceği mutlu,
sevgi yumağı ortamı düşünüp bunu görmezden gelir.

Vapurdan indiğinde elindeki adrese bir daha bakan Tyler:

“Mühürdar Caddesi… hatırlıyorum ben burayı.” diyerek minibüslerin sahile indiği
caddeden yukarı doğru çıkmaya başlar. Bir yandan da ‘sol taraftaydı galiba’ diye
sayıklamaktadır. Oysa unuttuğu bir nokta vardır ki; Tyler Kadıköy’de gezmeyeli 7
yıldan fazla olmuştur. Vapurda geçirdiği kısmi felç, beyninin ‘adres sorma’
bölgesinde kısa devre yaptığından mütevellit, Tyler’ın bahtsız bedevi misali
yolculuğu Boğaz Köprüsü’nün direklerini görene kadar devam eder.

“Lan yanlış mı geldik acaba?” şeklinde bir iç hesaplaşmaya girişmesi ve köprünün
direklerine baktıkça tuhaf hislere kapılması, tam da bu ana denk gelmektedir.
Bir süre Boğaz Köprüsüyle bakıştıktan sonra; beynindeki kısa devre ve gözlerinin
önüne belirli aralıklarla gelen mavi ekran etkisini yitirince, köprüdeki görevli
memurlardan birine Mühürdar Caddesi’ni sorar.

“Kadıköy’de o, sahilden çıkarken sağ tarafta.” yanıtıyla birlikte titrer ve
kendine gelir. En yakın taksiye atlayıp başladığı noktaya geri döner ve bu sefer
sağ taraftan yoluna devam eder. Ofisin olduğu binaya yaklaştığında, pastanenin
birinden öfkeyle çıkan iri yarı bir adamı fark eder. Adam, elindeki poşeti
‘utanmıyorsunuz değil mi millete bozuk tatlı satmaya!’ diye bağırarak yere atar.
Kalabalık dağıldıktan ve ortam sakinleştikten sonra Tyler, yerdeki poşeti
–sadece meraktan- alır ve içine bakar. Adını bilmediği bir tatlıdan bir kiloya
yakın bir miktar vardır paketlenmiş halde.

“Oh be sonunda şans yüzüme gülmeye başladı galiba.” diyerek poşeti yanına alır.

Ofise ulaştığında, kapının önündeki tabela, bir an dikkatini çeker. ‘Neden Murat
abinin yerine Mine ablanın ismi yazıyor acaba kapıda’ diye bir an düşünür, ancak
kapıyı tıkladığında içeriden gelen ayak sesleriyle irkilir.

Kapıyı, DOOM tişörtünden Murat Oktay olduğunu tahmin ettiği, otuzlu yaşlarında,
kendi boyuna yakın, güleryüzlü fakat yılların yorgunluğunu ve acılarını
bakışlarında saklayan biri açar. Tyler’la tokalaşırken nazik bir ‘hoş geldin’
der. Murat Oktay kapıdan çekilince, Tyler’a içeriyi görme ve hatta bizzat
içeriye girme fırsatı doğar. Gördüğü manzarayla şoka giren Tyler, içeride iki
yazar olmasına rağmen kapıyı neden patronun açtığını sorgulamayı unutmuştur
bile.Bir duvarı komple, içinde erkek dergileri olan koliler kaplamaktadır. ‘aman
yarebbi cennete mi düştüm yoksa’ diye bir an başka alemlere dalan Tyler, kendini
toparlar ve öksürerek, ‘bu dergiler nedir böyle Murat abi?’ diye sorar. Murat
Oktay, bir an Nayt Raydır ve Jeymsdiın ile göz göze gelir:

“Eöhhh, şey… biz bunların baskılarını düzenliyoruz, bir de bazı eşantiyonlarını
hazırlıyoruz. Şu gördüğün kısım da başlattığımız yardım kampanyasına destek
olarak geldi.” diyerek kolilerin yarısından fazlasının olduğu bölgeyi işaret
eder.

Bakışlarını diğer tarafa çeviren Tyler, ceylan derisi koltuklarda bilgisayar
başında oturan, biri uzun boylu, uzun saçlı, sakallı, her bişeyli; diğeri
sakalsız, saçsız iki yazarı incelemeye başlar. Murat Oktay:

“Bak bunlar forumdan abilerin, şu kedi kesenlere benzeyen Aykut abin, Nayt
Raydır yani. Diğeri de Hasan abin, Jeymzdiın diye de görmüşsündür.” diye
yazarlarını tanıştırır.

Tanışıp kaynaştıktan sonra Murat Oktay’ın masasının karşısındaki sandalyelerden
birine geçen Tyler, bir an elinde tuttuğu poşeti hatırlar. ‘Bu sizin için’
diyerek masaya koyar.

Tatlı poşetini gören Murat Oktay, yüzündeki iştah dolu ifadeyi gizleyemeyerek
teşekkür eder, hatta ‘ne zahmet ettin canım’ bile der. Tyler o an ‘yok ne
zahmeti, hiç kasmadım kendimi, kucağıma düştü’ dememek için kendisini zor tutar.

Nayt Raydır, poşetin hışırtısını duyunca trans halinden sıyrılıp kafasını
monitörden binbir güçlükle de olsa çevirip Murat Oktay’ın masasında duran
tatlılara bakar.

“Aa tatlı mı gelmiş, çek bize de birer porsiyon.” şeklinde bir emir kipi
kullanarak tekrar monitöre yönelir.

Murat Oktay hışımla yerinden kalkar. Tyler ‘aha tamam kan çıkacak, Allah rahmet
eylesin Aykut abi’ diye düşünürken, Murat Oktay kahve makinesi, soğutucu ve su
bidonunun olduğu tarafa yönelip birkaç plastik tabak alır. Dönerken ‘sen de
ister misin Hasan’cıım’ diye sormayı da ihmal etmez. Fakat Jeymzdiın’ın
kulaklarında biraz sorun olduğundan, bu soruyu koklayarak algılar ve evet
anlamında başını sallar.

Neşeyle tabaklara servis yapan Murat Oktay, Tyler’ın neden yemediğini sorgulama
gereği hissetmez. ‘Bari bir kahve ikram edeyim’ diyerek tekrardan plastik
tabakları aldığı cenaha gider. Gözleriyle Murat abisini takip eden Tyler, birden
az önce girdiği kapının arkasındaki yazıyı okuyup dehşete kapılır: “Çıkış diğer
kapıdan!”

Gayri ihtiyari olarak gözleriyle odanın içinde başka bir kapı arayan Tyler,
içeride pencerenin dışında başka çıkış yeri olmadığını görür. Pencerenin hemen
üstündeki, üzerinde halen kan izleri bulunan klimayı ve kornişi de o an fark
eder. Soğukkanlılığını korumaya çalışsa da, artık tek umudunun ne idüğü belirsiz
o tatlılar olduğunun bilincindedir.Muhabbete kaldığı yerden devam eder:

“Eheh, abi peki niye iki tane yazarın varken bütün işleri sen yapıyorsun? Çay,
kahve, servis falan?”

“Olm bu paraya çalışan başka yazarı nerden bulucam, onlar yazsın yeter. Daha üç
ay öncesinin kirasını ödeyemedik. İşler çok durgun bu ara, yoksa ben ister
miydim erkek dergileriyle haşır neşir olayım. Üstelik bizim uğraştığımız sayıda
bir Josie Maran bile yok, ühü ühü…”

“Bu ceylan derisi koltuklar nerden geldi peki abi?”

“Onlar yengenin çeyizinden, evde yer yoktu koyacak, bari ofise getirelim,
yazarlarımıza konforlu bir ortam sağlayalım dedik.”

“Hmm anlıyorum, yazarlara çok önem veriyorsun yani.”

“Tabi, dış görünüş seni aldatmasın. Pırlanta gibidirler. Bir de Emre var ama o
Xbox parası denkleştirmek için okulun yanında üç işte birden çalışıyor. O yüzden
çoğu gün aramızda değil ne yazık ki.”

“Peki abi bu kapıda yazan yazı nedir?”

Murat Oktay, Tyler’ın işaret ettiği yazıya bakıp güler:

“Eheh, hep bu Aykut’un esprileri. Çok şakacı çocuk canım. Hem yazıyor hem
güldürüyor.”

Bu sırada Ceymzdiın, gözleri kızarmış bir vaziyette:

“Tamam abi Kasumi’yi hallettim.” diyerek monitörünü görüş mesafesine uygun bir
açıya getirir.

“Oyhhş, hallettim, derken, nasıl yani?” şeklinde bir titreme geçiren Murat ve
Tyler, inceleme yazısının tamamlandığını anlayınca rahatlayarak normale döner.

“Abi ben artık müsaade isteyeyim.”

“Yok yahu yeni gelmiştin… ahhh”

Bir an iki elini karnında birleştiren Murat Oktay, ne olduğunu anlayamadan yere
yığılır. Aynı olayı Nayt Raydır ve Ceymzdiın da takip edince, Tyler ‘bu tatlı
harbiden bozukmuş galiba’ diyerek ayağa kalkar. İlk iş olarak, Murat Oktay’ın
DOOM tişörtünü hatıra olarak çıkarıp çantasına koyar. Ardından işin en zorlu
kısmına geçer. Kolilerdeki dergilerden kendi zevkine uyanları tek tek araştırıp
bularak yanına alır. Son olarak kapının yanındaki Samanosuke portresini de
dikkatli bir şekilde sırtladıktan sonra, Kadıköy’ün sokaklarında kayıplara
karışır.

Ofisten çıkmadan önce hatırladığı son şey, Murat Oktay’ın açık olan MSN’ine
eşinin yolladığı titreşimler ve agresif smiley’lerdir.

Exit mobile version