Bu oyunu nasıl tarif etsem bilemedim açıkçası. Oynarken aklıma Quake geldi, Doom geldi… Pek çok klasik geldi aklıma işte. Ama sakın yanılmayın, bu oyun bir klasik olacağı için değil. Karşımızda öyle bir “şey” var ki, anlatmak, hayalinizde canlandırmaya çalışmak epey güç. Pirate Hunter öyle bir yapım ki, DVD kapağındaki adamla, oyunda oynadığınız karakter bile birbiri ile alakasız. Grafikler neredeyse on yıldan fazla bir süre önce oynadığım oyunlarla yarışabilir. Müzikleri gaza getirmek haricinde başka hiçbir işe hizmet etmeyen tınılar. Hikayesi en ucuz romanlarda okuyabileceklerinizin yanında bile basit kaçıyor!
Acı dolu bir yol
Pirate Hunter, bir karı-kocanın limandaki konuşması ile başlıyor. Kahramanımız, eşini uzak bir gemi yolculuğuna uğurlayacak. Eşi gemiden son bir kez el sallar ve gemi yola çıkar. Kahramanımız bir daha ne eşinden, ne de bindiği gemiden haber alabilir. Eski asker – polis dostunu araya sokar ve söz konusu geminin korsanlar tarafından kaçırılmış olabileceğini öğrenir. Peki dostumuz ne yapar dersiniz? Altında kot pantolon, üstünde bozuk texture desenli (!) gömleği ile korsanların bol olduğu bir bölgeye helikopter ile yola çıkar. Helikopterimiz düşer ve maceramız başlar… Maalesef! Adada karşılaşacağınız paralı askerler de artık sizin yanınızdadır! Ne kadar güzel, değil mi?
Ne arıyorum ben bu oyunda?
Oyun sıradan, bildiğimiz FPS’lerden biri. Ancak onu farklı kılan bir klasik olması. O kadar klasik ki, grafikleri çok eski. O kadar klasik ki, düşmanlardan düşan mermiler Quake 2’den hatırlayabileceğiniz, havada döne döne uçan mermilerden. Oyunun ara yüzü, çok uzun zamandır göremediğimiz eski tip, basit, incelikten ve detaydan uzak bir yapıda. Lafın özeti, oyun tam bir klasik (!). Ama biraz fazla klasik olduğu için oyunu fazla oynayamıyorsunuz. Çünkü bir süre sonra, yüzleri ve kıyafetleri bire bir aynı olan düşmanlarınızı, çok basit kan efektleri eşliğinde öldürmek dışında bir şey yapmadığınızı fark ediyorsunuz! Düşmanlarınızın mermiye karşı bir dayanıklılığı olsa gerek ki, kurşunu yediklerinde neredeyse hiçbir tepki vermeyerek yürümeye devam ediyorlar. Öldüklerinde ise yere karton kutudan hallice bir şekilde düşüyorlar. Olur mu öyle şey demeyin, bir de Pirate Hunter’ı deneyin.
Reva mı bize?
Pirate Hunter’ı oynarken aklıma sürekli, bir firma neden böyle bir oyun yapar diye sorular doluşuverdi. Neden böylesi köhne bir oynanış, klişe bir konu, çağın çok gerisinde grafikler ile yola çıkılır ki? Yaptığınız işin başarısız olacağı biline biline, neden böyle bir işe adım atarsınız ki? Evet, bir Crysis, bir Uncharted olmak zorunda değilsiniz. Ama en azından günümüz oyunlarının yarısı kadar güçlü bir oyun yapabilirsiniz. Grafikler kötü olabilir ama oynanış açısından orijinal fikirler ile kullanıcı karşısına çıkarsınız. Ama maalesef ki bu oyunda eksiler dışında pek bir şey yok! Dudak senkronizasyonu olmayan konuşmalar var diyecektim ama oyunda seslendirmeler ile altyazılar bile senkronize değil. Bilmem anlatabildim mi?
Kısacası, eğer çok ama çok boş vaktiniz yoksa, yapacak hiç bir şeyiniz yoksa, kendinize acı çektirmekten hoşlanmıyorsanız, sevgili oyunumuz Pirate Hunter’dan uzak durmalısınız. Yoksa karşınızda sizi gülme krizi ile sinir krizi arasında bir tarafa taşıyacak bir oyun bulabilirsiniz.