Prince of Persia: Warrior Within
Eski oyunlar:
Prince of Persia (1989):
PC’lerin sadece iş amaçlı kullanıldığı, oyun oynamak isteyenlerin Amiga’yı
tercih ettiği zamanlarda, zindana atılmış bir prensin kurtuluş mücadelesi oyun
dünyasında pek çok tabuyu yıktı. Jordan Mechner isimli genç bir programcının
yaptığı ilk ciddi proje olan Prince of Persia ile “kinetik animasyon” tekniğini
geliştirmiş, gerçekçi animasyonlara başarılı bir oyun hazırlamıştı. 1989 yılında
piyasaya sürülen ve 320 kb’lık iki disketten oluşan oyun tüm dünyada 2 milyonun
üzerinde satış rakamlarına ulamış, yerkürede bulunan tüm oyun platformlarına
birer örneği çıkmıştı. Oyun diye tabir edilen programların en önemlileri arasına
giren Prince of Persia, o kadar gerçekçi karakter animasyonları sunuyordu ki
uzun yıllar eşi ve benzerine rastlanılmamıştı. Dönemin en iyi bilgisayarı olarak
kabul edilen Machintosh Apple’a yapılan versiyonu ise görsel yönden en yüksek
düzeyde olanıydı.
İlk oyunun ahım şahım bir senaryosu yoktu. Zindana atılmış bir prensi
yönetiyor, platformdan platforma atlayarak bulmacaları çözmeye çalışıyorduk.
Tuzaklarla dolu zindanda bir yandan hayatta kalma mücadelesi verirken bir yandan
da güzel prensesi kurtarma isteği ile yanıp tutuşuyorduk. Oyunun bir ilginç yanı
da bir saat içinde bitirilmesi gerekliliği idi. İlk oyun hala bir efsane olmakla
birlikte DOS oyunları içerisinde hala oynanan nadir yapımlardan biridir.
Prince of Persia 2: The Shadow and The Flame (1993):
Prince of Persia’nın muazzam büyük ilgi ile karşılanmasının ardından ikinci
oyun tam 4 sene sonra geldi. İlkinden çok daha iyi grafiklere, renkli
görüntülere sahip olmasına rağmen ilki kadar tutulmadı oyunun fanları tarafından
da pek fazla sevilmedi. Oynanış açısından büyük değişiklikler olmamıştı ancak
sanki genel havası yok olmuştu. Platformlar boyutlu olarak tasarlandığından
alışması zordu ve animasyonlar da eskisi kadar gerçekçi gelmemeye başlamıştı.
Yine de ismi dolayısı ile büyük satışlara ulaşan oyun, gelişen teknoloji
karşısında büyük bir sessizliğe girdi.
Prince of Persia 3D (1999):
Oyun dünyasının en büyük yeniliği olan; “3. boyuta geçiş” Prince of Persia
serisinde sancılı yaşandı. Uzun yıllar sonra efsane haline gelmiş oyunun güzel
grafiklerle ve geniş bir görüş açısı ile canlandırılması çok iyi bir fikirdi
ancak ortaya çıkan oynanabilirlikten oldukça uzak bir yapım olunca beklentiler
suya düştü. 3. boyutun getirdiği yenilikler Prince of Persia serisi için
devrimsel nitelikte idi ancak insanların beklediği ve istediği kesinlikle bu
değildi. Büyük ilgi görmeyen oyun sadece grafikleri ile adından söz ettirdi.
Prince of Persia: The Sands of Time (2003):
İşte, efsanenin geri döndüğü an… Prince of Persia 14 sene evvel ilk
çıktığında nasıl büyük yenilik, nasıl büyük bir başarı elde etti ise The Sands
of Time da tıpkı atası gibi oyun piyasasına bir bomba gibi düştü. Orijinal
oyundan akılda kalan en önemli platform bulmacalarını 3 boyutla mükemmel
harmanlayan Sands of time, oldukça sağlam bir senaryo ile birleşince şaheser
niteliği kazandı. İlk olarak konsollara ardından da PC için çıktığında Prens,
oyun severlerin yeni kahramanı oldu.
Prince of Persia: Warrior Within
Kısaca tarihine değindiğimiz, oyun dünyasının en önemli isimleri arasında yer
alan Prince of Persia serilerinin sonuncusu; Prince of Persia Warrior Within ile
sonunda buluştuk. Son bir iki aydır sürekli yeni haberleri ile gündemde kalmayı
başaran oyun, Sands of time ile karşılaştırıldığında daha karanlık, daha vahşi
daha kanlı ve daha acımasız gözüküyor. Yani prensimiz daha yüksek yaş seviyesine
hitap eden bir oyun olarak geri döndü.
Kaldığımız yerden devam
Warrior Within, Sands of time’ın kaldığı yerden senaryoyu devralıyor. İlk oyunun
sonunda zamanın kumlarını kullanan prens, iyilik için uğraş vermiş olsa da
bilmeden çok büyük bir kötülüğü harekete geçirmiştir. Kafaları karıştıracak
derecede ilginç açılış demosu ile önce kahramanımız karanlığın temsilcisi büyük
bir yaratık tarafından yakalanır. Ardından ne olduğunu anlamadan kendini bir
geminin kaptanı olarak bulur ve aniden savaşa başlar. Bizler de olaylara anlam
veremeden, geçtiğimiz günlerde yayınlanan ilk oynanabilir demodaki gemi bölümüne
başlarız. Kötülüğün temsilcisi olarak tanıyacağımız siyah ve cüretkâr kıyafetli
bayan ile dövüşümüzün ardından kötü bir yenilgi alıp kendimizi yine “Zamanın
Adası” isimli garip bir mekânda buluruz. Burada bize öğüt vermeye çalışan yaşlı
adam zaman ile çok kötü bir oyun oynadığımızı ve sonunda bizi büyük bir
felaketin beklediğini öğütler. Ancak kahramanımızın öğüt dinleyecek fazla vakti
yoktur çünkü kötülüğün temsilcileri olan savaşı daha yeni başlamıştır.
Kaderinden asla kaçamazsın
Warrior Within, genel yapı itibarıyla Sand of time’dan sonra önemli bir
değişiklik içermiyor. Yani önceki oyunu az da olsa oynamışsanız Warrior Within’e
de beş dakika içinde alışacaksınız demektir. İlk etapta göze çarpanlar;
grafiklerin epeyce güzelleşmiş olduğu ve puslu, karamsar bir havanın oyuna
fazlasıyla hakim olduğu yönünde. İlk oyundan farklı olarak; geliştirilmiş dövüş
teknikleri, pek çok yeni kombo hareketi, daha hızlı olmamız gereken savaşlar,
yeni düşmanlar, çözmemiz gereken yeni bulmacalar, epeyce akrobasi becerisine
ihtiyaç duyacağımız platform bölümleri ve farklı silahlar bekliyor bizi. Her
bölümde mutlaka dövmemiz gereken düşmanlar, ardından en tepeye çıkana kadar
eskitmemiz gereken platformlar ve çözeceğimiz bulmaca sonunda açmamız gereken
kapılar olacak. Kısacası Prince of Persia’da aradığınız, Sands of time’da
beğendiğiniz ne varsa; aynen bu oyunda da mevcut.
Gelelim “Neler yeni ?” sorusuna. İlk olarak öğrenmemiz gereken iki silahı
aynı anda kullanabiliyor olmamız. Özellikle PoP gibi bol aksiyon ve akrobatik
hareketler içeren bir oyunda daha fazla düşmanla karşılaşacağımız hesaba
katılırsa iki silah kullanmanın lüks değil bir ihtiyaç olacağını tahmin
edersiniz. Prensimiz artık strandart kılıcı haricinde düşmanlarının da
silahlarını kullanabiliyor. Öldürdüğümüz her düşman toz olup uçtuktan sonra bize
saldırdığı silahı yerde bırakıyor. Biz de yere düşen silahları belimize takıp
iki kesici aleti üzerimizde bulundurmayı alışkanlık haline getiriyoruz. İki
silahı aynı anda kullanmaya başladığımızdan itibaren saldırı gücümüz epey
artıyor. Vuruşlarımız daha tehlikeli, kombolarımız daha fazla tesirli oluyor.
Yine de dikkat etmemiz gereken bir konu var. O da; düşmanlardan aldığımız
silahların belli bir süre kullanılabilir olması. Daha doğrusu silahların hasar
görüyor olması. Eğer öldürdüğümüz düşmandan ebediyen ödünç aldığımız silahı
korunma modunda fazlasıyla kullanırsak bir süre sonra yüksek hasar alıp
kırılabiliyor. Elbette bunun çözümü öldürdüğümüz yeni düşmanın silahını almak.
Yine de savaşın ortasında tek kılıçla kalmak iyi bir durum değil. Dolayısıyla
güç barımızın hemen yanında sarı olarak gözüken silahımız kırmızı olmaya yüz
tutmuşsa; bu artık hasar görmeye başladığının ve değiştirilmesi gerektiğinin
işaretidir.
En kanlı kılıç savaşları bulunur…
İki silah aynı anda kullanıldı mı; bol aksiyon içeren dövüş sahneleri elbette
kaçınılmaz oluyor. Bir de bunlara saymakla bitmeyecek çoklukta kombo hareketleri
de eklendi mi oyunun tadından yenmiyor. Her silahın kendine ait vuruş tekniğini
olduğunu ve kontrollerin inanılmaz derecede rahat olduğunu hesaba kattığımızda
eğlenceli dakikaların bizi beklediği ortada. Yapabileceğimiz sayısız kombolar
genelde düşmanın yaptığı ataklarından kaçıp ya da arkasına geçip kol bacak, kafa
gibi uzuvlarını kesmek üzerine kurulu. Daha üst düzey kombolar ile
düşmanlarımızı bellerinden ikiye ayırabiliyor, tek vuruşta dört kişinin
kafalarını gövdelerinden ayırabiliyor ya da baştan aşağıya tek vuruşta iki kısma
ayırabiliyoruz. Dedim ya oyun daha kanlı ve karanlık olmuş diye; Prensimizin
acıma duygusu da nerede ise sıfıra inmiş. Düşmanlarını öldürücü vuruşlara tabi
tutarken, attığı çılgıncasına çığlıklar yaptıklarından hoşlandığının kanıtı.
Kontrollerin kullanıcı dostu olduğundan bahsetmiştim. Bunun en büyük nedeni
kameranın oldukça akılcı sistem ile kullanılması. Kamera, oyun boyunca iki
sistem ile bizi izliyor. Birincisi sabit, ikincisi ise serbest kamera modu.
Serbest kamera modunu hepimiz biliyoruz. Sol analog tuşla karakterimizi
ilerletiriz, sağ analog tuş ile de kamerayı düzeltiriz. Bunda herhangi bir
problem yok. Ancak oyunda bazen öyle noktalara ulaşıyoruz ki; kamerayı kendimiz
ayarlamak zorunda kalsak, hem vakit kaybı yaşayacağız hem de tam istediğimiz
sonucu elde edemeyeceğiz. İşte bu noktalarda Resident Evil tarzı sabit kamera
modu imdadımıza yetişiyor. Bize verilebilecek en iyi açıyı sunarak
platformlardaki kontrolümüzü arttırıyor. Ayrıca çevremize bakmak istediğimiz
anlarda “black” tuşuna basarak kendi gözümüzden gördüğümüz kameraya geçebiliyor,
çevreyi izleyebiliyoruz. Sands of time’da kullandığımız landscape -yani
kuşbakışı- kameraya da “white” tuşu ile geçebiliyoruz.
Kamera sistemi en üst düzeyde rahatlık sunmak istese de bazen minik hatalara ya
da problemlere de yol açıyor. Bunun en çok örneğini sabit kamera moduna aniden
geçilince yaşıyoruz. Eğer oyunları çok seri ve hızlı oynayan biriysek –ki bazı
bulmacaları çözmek için oldukça seri olmak gerekiyor- kamera arasındaki ani
geçişte afallıyor, kontrolleri şaşırabiliyoruz. Yine de konsollarda kamera
sorunu sayısız oyun içerisinde en üst düzey kullanım sunan sistemin bu olduğu
açık.
Tek tuş kolaylığı
Kontroller konusunda bir ilginç nokta da sihirli “A” tuşu ile oyundaki hemen her
hareketi yapıyor olmamız. Kontrolleri kolaylaştıran bu “sihirli tuş”umuz ile;
zıplama, yuvarlanma, tırmanma gibi hemen her hareketi kolayca yapabiliyoruz.
Aslında oyun bizi otomatik olarak yönlendiriyor desek daha doğru. Sözgelimi bir
duvara denk geldiniz; basıyorsunuz “A” tuşuna, Prens zıplayıp duvara tutunuyor.
Bir kez daha “A” tuşuna bastığınızda tırmanıyor. Karşınıza ancak eğilerek
geçebileceğiniz bir açıklık çıktığında bilin bakalım hangi tuşa basıyorsunuz?
“A”… Yani kontrollerin oldukça kolay olduğunu söylemek gerek.
Genel oynanış ise Sands of time’dan pek farklı değil. Fakat olaylar biraz
daha hareketli ilerliyor sanki. Düşmanların büyük çoğunluğu çevik kıvrak
hareketlere sahip olunca onları yakalamak kapana kıstırmak zor oluyor.
Dolayısıyla işin dövüş kısmı uzuyor ve daha çok beceri gerektiriyor. Daha fazla
düşmanı alt etmek için çift silah kullanabildiğimiz gibi aynı zamanda çevredeki
cisimlerden de faydalanabiliyoruz. Tabi hemen aklınıza sandıkları fırlatmak
gelmesin. Yapabildiğimiz hareketler daha çok duvarları ve sütunları avantajımıza
kullanmaktan oluşuyor. Örneğin kalabalık tarafından sıkıştırıldığımızda hemen
duvarda yürüyüp takla atabilir, düşmanın arkasına düşerken havada kılıç
sallayarak düşmanı kolayca alt edebiliriz. Yine çevrede gördüğümüz kırık
sütunları tek elimizle tutup olduğumuz yerde 360 derece dönerken, diğer elimizle
salladığımız kılıç sayesinde düşmanların kafalarını kolayca bedenlerinden
ayırabiliriz.
Prens dediğin hoplamalı zıplamalı
Platform bulmacaları yine ilk oyunda olduğu gibi. Hatta hemen hemen aynı
diyebiliriz. Elbette bir iki güzel eklenti hava katmış. Örneğin yüksek bir
yerden atlarken duvara asılı olan bayrak, flama gibi kumaşları kullanarak yere
yavaş iniş yapabiliyor, yara almadan kurtulabiliyoruz. Dengenin oldukça önemli
olduğu platform bulmacalarında ince tahtalar ya da zeminler üzerinde yürüyoruz.
Bu yürüyüş esnasında dengede durabilmek için analog kolu yavaş kullanmalı ve
mümkün olduğunca düz ilerlemeliyiz.
İlk oyundaki en büyük yardımcımız olan Recall –zamanda geri gitme kabiliyeti-
yine en yakın dostumuz oluyor. Bu gücü elde edene kadar yaptığımız düşüşlerin
ardından bölümü en başından oynamak zorunda kalınca ne demek istediğimi daha iyi
anlıyorsunuz. Yüksek platformlardan düşmek ya da kesici ve delici tuzaklara
yakalanıp ruhumuzu teslim edince bir şans daha denemek için sol trigger tuşuna
basıp zamanı geri alıyor son yaptıklarımızı bir kez daha yapma imkânı buluyoruz.
Çember şeklindeki güç ibremizin içinde yer alan sarı noktalar kaç kere recall
yapabileceğimizi gösteriyor. Kullandıktan sonra bu noktaları tekrar doldurmak
için öldürdüğümüz düşmanlardan çıkan sarı toz bulutlarını toplamamız gerekiyor.
Bölümler ilerledikçe maksimum recall sayımızı arttırabiliyoruz.
Gücümüzü yenileme ve save etme işlemleri yol boyunca bulacağımız çeşmelerde
gerçekleşiyor. Keşfettiğimiz her su birikintisinde gücümüzü yenileyebiliyoruz
ancak sadece büyülü çeşmelerde oyunu save edebiliyoruz. Bu çeşmeler genel
geçtiğimiz her aşamanın alt ettiğimiz her bossun hemen ardında yer alıyor. Bir
sonraki çeşmeye ulaşana kadar her hangi bir nedenle hayata gözlerimizi yumarsak;
son ulaştığımız çeşmeden oynamaya yeniden başlıyoruz. Bir nevi checkpoint
mantığı da diyebiliriz.
Prens karizması farklı olur
Görsel açıdan karamsar yapıdaki Warrior Within, harika sis ve blur efekti ile
bezenmiş. Gölgelendirme sistemi oldukça başarılı olan oyunda, renk paleti hep
koyu renkler üzerine yoğunlaşmış. Animasyonların oldukça başarılı olduğunu zaten
söylemiştim. Yaptığımız kombolar ve ardından parçalanan düşmanların yere düşüşü
gibi teknik unsurlar başarıyla kotarılmış. Genel grafik seviyesinin aksiyon
oyunlarında hiç olmadığı kadar yüksek olduğunu söyleyebilirim. Elbette Xbox’ın
gücünün yettiği ölçüde. Platform konsol olunca dokuların detay seviyesi belli
bir noktaya kadar gidebiliyor elbette. Ancak geriye kalan tüm görsel efektler
harika denilecek kadar iyiler.
Prince of Persia Warrior Within’in bende en çok etki bırakan yanı, kesinlikle
müzikleri. Özellikle oyunu açtığımız anda ana menüde çalan müzik o kadar güzel
ki uzunca bir süre oyuna başlamadan sadece dinledim. Oyunun tamamında değil de
sadece savaşlar esnasında çalan müzikler, arap ezgileri ile sert metal tonları
taşıyor. Dövüş esnasında ise hem oyuncuya gaz veriyor hem de müzik şöleni
yaşatıyor. Müziklerdeki bu güzelliği maalesef sesler konusunda söyleyemeyeceğim.
Nedendir bilinmez oyunun ses efektleri insanı etkilemiyor. Hatta kimi yerlerde
hatalı seslerin çıktığı da oluyor. Yine de seslere kötü demek mümkün değil.
Sadece vasatı çok fazla aşamıyor desek daha doğru.
Hata ve kadı kızı birlikteliği
Sands of time gibi mükemmele yakın bir oyunun devamı nitelinde
değerlendirebileceğimiz Warrior Within, maalesef çeşitli hataların içerisinde
barındırıyor. Bunların en başında ses hataları geliyor. Kimi zaman yanlış
sesleri duyuyor, kimi zaman ise ses duymayı beklediğimiz hareketler sonucunda
sessizlikle karşılaşıyoruz. Örneğin oyunun başlarında elimizde silah niyetine
sadece bir sopa ile savaşırken metal sesinin çıkması kötü bir hata. Seslerin
haricinde harita dizaynından kaynaklanan minik hatalarda oyunda mevcut. Mesela
ulaşmamamız gereken bir platforma bilerek ya da bilmeyerek çıkarsak, harita
görüntüsü bozuluyor ve görmememiz gereken yerleri hatta duvarların arkalarını
dahi görebiliyoruz.
En büyük hata veya eksiklik ise yapay zekâda karşımıza çıkıyor. Düşmanlarımızın
kimisi çok çevik ve bizi gerçekten zorlayabiliyorlar. Fakat bazıları var ki hep
ölmeyi bekliyormuşçasına sabit duruyorlar ve ilk hamleyi hep bizim yapmamızı
istiyorlar. Tabii biz de ilk hamlemizi ölümcül bir kombo yaparsak tek seferde
düşmanı öldürebiliyoruz. Bir diğer yapay zekâ hatası ise düşük seviye
düşmanların –yani fazla çevik olmayanların- duvarlara ya da sütunlara takılıp
kalması. Sands of time gibi son derece kaliteli ve düzgün bir oyunun
geliştirilmiş versiyonu olan Warrior Within’de bu tip hataların olmasını
kesinlikle beklemezdim.
Prensliğin sınır boyu
Warrior Within bana göre, önceki oyun olan Sand of Time’ın bir üst versiyonu ya
da daha doğru bir değişle ek görev paketi tarzında. Tek başına
değerlendirildiğinde, yapay zekâ hatalarına rağmen ortalamanın çok üzerinde bir
oyun. Ancak bir evvelki versiyonu ile yanyana konduğunda sanki çok büyük gelişim
sağlanamamış ve oyun dünyasında yeni bir şey sunamamış gibi duruyor. Sadece
Prince of Persia hayranlarının değil, tüm aksiyon seven oyuncuların büyük beğeni
ile oynayacağına kesin gözüyle baktığım Warrior Within’i herkese tavsiye etmeme
rağmen, “kusursuz” kelimesini kullanamadığımdan dolayı üzgünüm.