Rockstar oyunlarının fanı olsun olmasın, herkesin heyecanla beklediği Red Dead Redemption 2‘nin özel bir sürümünü geçtiğimiz günlerde Rockstar Games yetkilileri ile Atina’da şirin bir kafede oynama fırsatı bulduk. Ne yalan söyleyeyim, bu harika oyunu deneme şansı olan ilk Türk olmak gururlandırmıyor değil. İkili, oyun hakkında merak ettiğim her şeyi spoiler vermeden ve Rockstar’ın “oyun çıkmadan bizim bilmenizi istemediğimiz hiçbir bilgiyi alamazsınız” politikasını bozmadan içtenlikle açıkladılar. Siz de oyun hakkında neler öğrendiğimi ve neler düşündüğümü öğrenmek istiyorsanız, çok fazla vakit kaybetmeden detaylara geçelim
Red Dead Redemption 2 Ön İnceleme
Öncelikle, ikilinin oyun hakkında bana anlattıkları en önemli yere değinmek istiyorum. Sohbetimiz boyunca üzerinde durulan konu, gerçekliğe oyuncuyu sıkmadan mümkün olduğunca yaklaşabilmek üzerineydi. Oyun dünyasının gerçekten canlıymış gibi yansıtabilmesi her zaman için oyuncuyu çeken bir özelliktir. Oynadığımız oyunlar, ne kadar detaya sahipse o kadar gerçekmiş hissi veriyor. Ancak bunun tabiki sıkıcı olmaya kaçan bir sınırı var. Kimse oyun içindeki 100 kmlik yolu gerçekten 100km gidiyormuş gibi deneyimlemek istemez. Zaten gerçek hayat zaman zaman sıkıcı olmasaydı, eğlenmek için oyun oynamazdık. Hatta orada bulunan yetkililerin anlattığı, oyuna eklemekten vazgeçtikleri bir detayı da yeri gelmişken anlatmak istiyorum. Yapım aşamasında ekip, ana karakterin silah şarjörünü, kıyafetinin üstünde bulunan mermi yuvalarından değiştirdiği bir detay eklemiş. Karakter, özellik eklendikten sonra ilk kez şarjör değiştirdiğinde bu herkesin çok hoşuna gitmiş ancak her seferinde aynı şekilde şarjör değiştirince yapımcılar bunun bahsettiğim o sıkıcılık sınırını aştığını fark etmişler. Bu yüzden bu gerçekliğe daha yakın olan detayı oyuna eklemekten vazgeçmişler. Kısacası Rockstar Games, Red Dead Redemption 2‘de mümkün olduğunca gerçekçilik üzerine odaklansa da, bu sınıra korumaya da ant içmişler.
Oyunun hikayesi ilk oyundan 12 yıl önce, yani 1899’da geçiyor. Yeni yeni oturmaya başlayan adalet sistemiyle birlikte kanun adamları, ülkenin dört bir yanındaki outlaw çeteleri bitirme aşamasında. Hikayenin başlangıcında Blackwater’da yaşanan başarısız soygundan sonra ana karakterimiz Arthur Morgan ve üyesi olduğu çete Van der Linde, kanundan kaçarak hayatlarını sürdürmeye çalışıyorlar. Kellelerine para biçilen bu çete, hayatlarını devam ettirebilmek için çalıyor, soygunlar düzenliyor ve tabi ki yeri geldiğinde çatışmaktan da geri kalmıyorlar.
Vur de vuralım, öl de ölelim Dutch!
Ana karakterimiz Arthur Morgan, küçük bir çocukken çetenin lideri Dutch Van der Linde tarafından korunuyor. “Aile nedir?” olgusunu bu çete ile öğrenen Arthur, doğal olarak çeteyi kendi ailesi olarak görüyor. Bu yüzden çeteyi ne pahasına olursa olsun korumak istiyor. Kısacası Arthur ilk etapta, “vur de vuralım, öl de ölelim” karakterine sahip bir çete üyesi olarak karşımıza çıkıyor. Oyunu oynarken grup içindeki insan ilişkilerini de görebiliyorsunuz. Blackwater’daki başarısızlıktan sonra çetenin diğer üyeleri tarafından otoritesi sorgulanan Dutch’ın durumunu Arthur’un gözünden izliyorsunuz. Kanun dışı dönemin yavaş yavaş bittiği zamanlarda hem çetenizi hem de kendinizi hayatta tutmaya çalıştığınız bir serüven bekliyor sizleri.
Oynanış kısmına geçmeden önce oyunun atmosferinden ve grafiklerden bahsedeceğim çünkü oyuncuyu derinden etkileyen ilk şey muhteşem grafikler oluyor. At sürerken atın kuyruğunun sallanmasından tutun da, atın tüylerinin tel tel gözükmesi, karakterimizin kıyafetinin en ufak kumaş parçasının bile oldukça iyi tasarlanması, grafiklerin ne kadar detaylı olduğunu gösteriyor. Kendinizi adeta bir kovboy filminin içinde buluyorsunuz. Ayrıca çetenizle birlikte at sürerken sinematik gibi izleyebileceğiniz bir özellik de eklemiş. Bu özellikle birlikte sadece X/A tuşuna basılı tutarak çevreyi izleyebiliyor ve yol süresince çete üyelerinin konuştuklarını dinleyerek yolunuza devam edebiliyorsunuz. Bu durum uzun süren bir yolculuğu hem sıkıcılıktan kurtarıyor hem de hikaye ya da karakterler adına daha fazla şey öğrenmenize olanak sağlıyor. Red Dead Redemption 2’de hızlı seyahat özelliği oyunda olsa bile bu detayları öğrenebilmek için ihtiyaç duymuyorsunuz. Oyunun dünyası oyuncuyu içine çekmekte oldukça başarılı da diyebiliriz.
Gelelim ekibin en iddialı olduğu konulardan bir diğerine. Dünya ile etkileşiminiz ya da dünyanın sizinle olan etkileşimi, çünkü oyunun dünyası gerçekten yaşıyor. Bu özel demoyu oynarken, havanın 3 kez değiştiğine tanık oldum. Bu arada, Rockstar yetkilileri demoda ne olup ne olmayacağını bilmediklerini, deneyen herkesin farklı bir deneyim yaşadığını söylediler. Oyunu oynamaya başladıktan yaklaşık beş dakika sonra, etrafta gezerken birden hava karardı, gökyüzü bulutlarla kaplandı ve şimşekler çakmaya başladı. Rastgele olan bu olay, oyunda ne zaman ne olacağını kestirememenize neden oluyor. Dinamik hava şartları gerçekçiliğe etki eden en önemli unsurlardan biri olmuş.
Bir diğerinde ise, Arthur’u biraz dinlendirmek için otele girmiştim. Bu arada evet, Arthur yorulabiliyor. İnsan sonuçta, ihtiyaçlarını gidermesi gerek. Bu yüzden ya kamp alanında ya da kafanızı sokacak bir yer bulup orada uyuyorsunuz. Tabi ki bu da zamanda ileri gitmenize neden oluyor. Kaldığım yerden dışarı çıktığımda yağmur yağmaya başlamıştı. Yağmur nedeniyle yerler çamur oluyor, at arabalarının geçtiği yerlerdeki izler kalıyor, hatta arabanın tekerleğinin üstünde çamur bile oluyor. Bu da ekibin bu tür detaylara ne kadar önem verdiğinin en açık örneği.
At, avrat, silah
Yukarıda Arthur’un yorulduğundan bahsettim. Arthur yoruluyor, sarhoş olabiliyor ve hatta üşüyebiliyor. Bu yüzden karakterinize iyi bakmanız gerek. Örneğin, karlı bir yerde Arthur’a gömlek giydirmeniz, karakterin üşümesine ve bundan ötürü dayanıklılığının düşmesine sebep oluyor. Dünyanın sizinle olan iletişimi de Arthur’un durumuna bağlı olarak değişmekte. Sarhoşsanız insanlarla kuracağınız etkileşimler ona göre şekil alıyor. Arthur’un görünüşünü detaylıca değiştirebiliyorsunuz. Kamp alanında sakallarınızı kesebilir, saçınıza şekil verebilirsiniz. Tabi ki sakalınız yokken birden sakal uzatamıyorsunuz. Sakalınızı kestikten sonra tekrar uzaması için oyunda biraz beklemeniz gerekiyor. Arthur’un kıyafetlerini de detaylıca değiştirmek sizin elinizde. Pantolonun paçalarını botların içine koyup koymamak dahi size kalmış.
Oyunda etrafınızda bulunan her şeyle etkileşime girebiliyorsunuz. İstediğinize selam veriyor, istediğinizi tehdit ediyor ya da hiç etkileşime girmeden direkt silah çekip insanların sizden nefret etmesini sağlayabiliyorsunuz (yapmayın böyle bir şey sonu kötü oluyor). Mesela yanınıza bir köpek geldiğinde köpeği sevebilir ya da atınızı tarayabilirsiniz. Bu arada at demişken, at oyun içi ilerleyişinizde inanılmaz bir rol oynuyor. Bu yüzden atınızla olan bağınızı düzgün tutmalısınız. Ha derseniz ki, benim atla işim yok ben atsız oynayacağım, maalesef böyle bir seçenek yok çünkü çeteniz mekanlara atla gidiyor ve siz de eninde sonunda o atın sırtına biniyorsunuz. Atınızla ilişkileriniz iyiyse atınıza şaha kalkmak, dans etmek gibi şeyleri öğretebiliyorsunuz. Üstünüzde taşıyamayacağınız eşyaları atınızla taşıyabiliyorsunuz. Atın dış görünüşünü değiştirmek de sizin elinizde. Arthur’un kullandığı silahların hepsini Arthur’un üstünde görsel olarak görebildiğinizi ekleyeyim. Yani bazı oyunlarda olduğu gibi pantolonunuzun sol cebinden bazuka çıkarmıyorsunuz. Oyunda “NPC” dediğimiz hiçbir şey “NPC” değil. Herkesin bir karakteri var. Evet, herkesin var. Bu yüzden karşılaştığınız herkesle farklı diyaloglar kurabiliyorsunuz. Oyun bu kadar büyük olmasına rağmen etkileşim konusunda tekrardan da uzak durmuş. Çoğunuz bilir, diyalog kurabildiğiniz oyunlarda en can sıkıcı olan nokta aynı diyaloğu altmış kişiyle yaşamaktır.
Oyunda yaptığım en büyük hata, elimde silah varken kasabaya girmek. İnsanlar bunu tehdit olarak algılıyor ve sonu çatışmayla bitebiliyor. Tabi ki korkan ya da tehditler savuran kişinin yanına gidip özür dilemek ve olayı tatlı sonla bitirmek sizin elinizde. Eğer birine uzun süre boyunca bakarsanız elinizde silah olsun olmasın, karşınızdaki “Ne bakıyorsun?” diye bağırabiliyor ve yine bu olayın sonu çatışmayla bitebiliyor. Bu yüzden oyunu oynarken yemek yemeye veya tuvalete felan gidecekseniz, oyunu durdurup gitmenizi öneririm çünkü çevrenizdeki dünya yaşıyor olacak. Eğer bir köyde çatışmaya girerseniz, GTA’da polis yıldızlarına benzer bir WANTED, yani aranıyor durumuna giriyorsunuz. Bu durum siz köyden uzaklaşınca yavaş yavaş bitiyor.
Arthur’un bir “onur” seviyesi de bulunuyor. Bu onur seviyesi, oyunda verdiğiniz kararlarla değişebiliyor. Kararları sizin veriyor olmanız Arthur’u istediğiniz gibi değiştirebileceğiniz anlamına gelmiyor. Unutmayın, o ne olursa olsun bir kanun kaçağı. Yani “Ben çok iyi bir insan olacağım” gibi seçenekler yok. Örneğin, zarar vermeden salabileceğiniz birini öldürürseniz, bu onur seviyenizin düşmesine neden oluyor. Bunun sonucunda insanların sizinle olan etkileşimleri değişiyor. Ayrıca bu özellik, Arthur’un girdiği işlerden ne kadar para alacağını da etkiliyor. Onursuz oynamayı tercih ederseniz, soygun işlerinden daha çok para alacaksınız ve ölüm kamerasından düşmanlarınızın nasıl öldüğünü izleyeceksiniz. Eğer onurlu bir Arthur iseniz, ödül işlerinden daha çok para alacaksınız ve ölüm kamerasında Arthur’un şekil hareketlerini göreceksiniz. Tabi buu ölüm kamerasını her zaman göremiyorsunuz. Kritik bir vuruş ya da rakibi alnının ortasından vurursanız, ölüm kamerasından bu anı izleyebiliyorsunuz.
Oyunda bir Craft sistemi de mevcut. Topladığınız malzemelerle craft yapabiliyorsunuz ama oyun “illa bunu yapacaksınız” diye sizi zorlamıyor. Sizin craftlayabileceğiniz eşyaların eşdeğerini kasabalardaki satıcılardan para karşılığı alabiliyorsunuz. Parayı da ya yaptığınız soygunlardan ya da avladığınız hayvanları satarak kazanabiliyorsunuz. Yeri gelmişken avlanmayla ilgili biraz detay vermek istiyorum.
Bir hayvanı avlarken geçiş yapabileceğiniz bir “avlanma modu” var. Bu mod ile hayvanın kokusunun izini sürüp nerede olduğunu bulabiliyorsunuz. Ancak Arthur’un da bir kokusu var. Rüzgarın estiği yönde kokunuzun salındığını görebiliyorsunuz. Avladığınız hayvan eğer bu kokuyu alırsa kaçabiliyor. Tabi paranız ya da yemeğiniz de kaçmış oluyor. Avladığınız hayvanı yiyebilir, satabilir ya da çetenizle paylaşabilirsiniz. Diyelim ki pompalı tüfekle bir geyiği tam karnından vurdunuz. Başka bir geyiği de okla tam kafasından vurdunuz. Daha az hasarlı olan geyik daha fazla para ediyor çünkü hayvan deforme olmamış oluyor. Hayvanları avladıkça, haritada o hayvandan başka nerelerde bulabileceğiniz görebiliyorsunuz.
Çetenizin yanına ne sıklıkla gideceğiniz de size bırakılmış durumda ancak belirtmeliyim ki çete ile olan ilişkileriniz oyunda atınızla olan bağınız kadar önemli. Arthur en çok etkileşimi çete üyeleriyle yaşıyor. Üyelerin arasındaki ilişkileri Arthur ile oynarken yavaş yavaş çözmeye başlıyorsunuz. Kampta birinin yanından geçerken, az önce öldürdüğünüz bir adamdan bahsedilebiliyor. Çete üyelerinin yaptığınız her şeyden ve aldığınız kararlardan haberdar olduğunu görebiliyorsunuz. Kampa yiyecek, para gibi tedarikleri sağladığınızda morali yükseltiyorsunuz ve bu da kampın günlük yaşantısına etki ediyor. Bunu üyelerle girdiğiniz etkileşimlerden ve hatta kamp ateşinin başında anlatılan hikayelerden anlayabiliyorsunuz. Oyunun atmosferine daha çok gömülmek istiyorsanız çete üyeleriyle daha çok zaman geçirmenizi öneriyorum. Bu şekilde Arthur’un çeteyle olan ilişkisini daha iyi çözümleyebiliyorsunuz. Kamp alanında hızlı seyahat yapmak mümkün ancak ne kadar yapmak istersiniz bilmiyorum. Çünkü şahsen ben oyunu oynadığımda, çevrede hiçbir şeyi kaçırmak istemediğimden dolayı her yere atla gideceğimi tahmin ediyorum.
Gireceğiniz çatışmalarda Arthur’un nasıl davranacağını da siz belirliyorsunuz. Fırlattığınız bıçakla sessizce ilerleyebilirsiniz ya da revolver silahınız ile önünüze geleni kurşuna dizebilirsiniz. Oyunda silahınızı havaya ateşleyerek yaptığınız bir uyarı ateşi mevcut ve bu detay benim çok hoşuma gitti. Arthur’un hangi silahları taşıyacağını önceden belirlemeniz size avantaj sağlayacaktır. Bunu yapıp yapmamak da sizin elinizde. Oyun sizi bir şeye zorlamıyor ama stratejik hamleler yapmanıza da olanak sağlıyor. Arthur üstünde belirli sayıda silah taşıyabiliyor ve çatışma sırasında üzerinizdeki silahların hepsini kullanabiliyorsunuz. Ayrıca, eğer atınız yanınızdaysa atınızın yanına gidip onun üstüne bıraktığınız silahlardan birini de alabilirsiniz. Tabi ki burada yine atınızla kurduğunuz bağın önemi ortaya çıkıyor. Eğer bağınız iyi değilse, çatışma sırasında at güvende hissetmediğinden kaçabiliyor. Ya da bir mekandan kurtulmak istiyorsanız atınızı yanınıza geri çağırırken sıkıntı çekiyorsunuz. RDR’dan hatırlayacağınız Dead Eye sistemi de geliştirilmiş olarak oyundaki yerini korumuş. Dead Eye özelliğini 5 kademeli olarak yükseltebiliyorsunuz. Bu yükseltmeler zamanı yavaşlatmaya ya da hedefin kritik vuruş alacak bölgelerini görmeye yarıyor.
Ayrıca oyundaki silahlarınızı da yükseltebiliyor ya da görünüşlerini değiştirebiliyorsunuz. Upgrade kısmı ile klasik olarak silahın atış mesafesini arttırabilmek, hassasiyetini değiştirebilmek gibi özellikler mevcut. Silahların görünüşünü ise silahın üstündeki oymalardan tutun, kabzasının rengine kadar oldukça detaylı olarak değiştirebiliyorsunuz. Son olarak oyundaki FPS kamerasından da bahsedelim. Oyunu baştan sona FPS kamera açısıyla oynamanız mümkün. Kontrolcü üstündeki dokunmatiğe tıklayınca istediğiniz zaman ikisi arasında geçiş yapabiliyorsunuz. Ekip FPS ya da TPS bakış açısını tercih eden fanların hepsini düşünüp her ikisini de oyuna eklemiş. FPS bakış açısıyla önünüzdeki detayları daha net görebileceğinizi belirteyim.
Uzun lafın kısası, Red Dead Redemption 2’de siz orda olsanız da olmasanız da yaşayan bir dünya sizi bekliyor. Rockstar Games, oldukça iddialı yaptığı açıklamaların arkasını kesinlikle doldurmayı başarmış diyebilirim. Bu oyunu oynarken kendinizi ne bir çete üyesi simülasyonunda bulacaksınız ne de hikayeye sadece eşlik eden bir oyuncu olacaksınız. Bu eşsiz deneyime ortak olmak için tabi ki 26 Ekim 2018’i beklemeniz gerekiyor.