Size; “sinemanın kalbi neresidir?” diye bir soru sorarsak, cevabınız
muhtemelen Hollywood olacaktır. Fakat Hollywood orijinal bir senaryo bulmakta
her zaman zorluk çekmiş ve sinema yazarları tarafından eleştirilmekten geri
kalmamıştır. Orijinallik bulmakta zorlanan film yapımcıları en çok ilgi gören
yapımlara yönelmeye başlamıştır. Zamanında herkesin favorisi olan çizgi
romanlar. Çok sevilen ana karakterlerin başından geçenlerin resmedilmesi, bizim
de yaşananları zihnimizde canlandırarak aldığımız haz, hem karakteri sevmemizi
hem de hayal gücümüzü geliştirmemizi sağlamıştır. Tabii bu karakterleri
izlemenin zevki de apayrı olacaktır. Sinema sektörünün gelişmesindeki önemli
paylardan biri, bu çizgi roman serileri ve daha da önemlisi herkesin hayalini
kurduğu hatta olmak istediği ana karakterlerdi. Ta ki Doom ile başlayan video
oyunlarının çıkmasına kadar. Artık çizgi romanlardan sadece resimlerine bakarak
hayal ettiğimiz karakterleri istediğimiz şekilde yönlendirme şansına sahiptik.
Gelişen teknolojiyle birlikte gerçeğe yaklaşan karakter modellemeleri, daha
gerçek çevreler derken, video oyunları artık başlı başına bir sektör haline
gelmiştir. Hem de hiç yadsınamayacak kadar büyük bir sektör. Winning Eleven
serilerinin çıktığı günün sabahı Japonya’da oyun satıcılarının kapısının önünde
oluşan uzun kuyruklar az çok bir fikir sahibi olmamızı sağlayacaktır. Hal böyle
olunca çizgi romanların pabucu dama atılmış ve video oyunlarının hükümranlığı
başlamıştır. Sinema yapımcıları da rotayı oyunlara yönlendirmiştir haliyle.
Hangi oyunların sinemaya aktarılacağı ise tabi ki oyunun çok tutmasıyla alakalı.
Daha önemli bir şey varsa, o da ana karakterin çok tutulmasıdır herhalde.
Oyuncuların çoğunluğunun erkek olduğu düşünülürse, erkekler tarafından fan
kitlesi oluşturulacak kadar çok sevilen bir karakterin beyazperdeye aktarılması,
film ne kadar kötü olursa olsun, belli bir hasılatı beraberinde getirecektir.
Bütün bunları yazınca aklımıza gelen ilk karakter tabi ki Eidos’un yarattığı
Lara Croft. 3D oyun tarihinde kronometre taşı olmuştur Tomb Raider ve tabi ki
Lara Croft. Üzerinde dar badisi ve altında kısacık şortuyla, ormandaki
tuzaklarla ve düşmanlarla baş etmeye çalışan bir kadın, elbette ilgi çekici
olacaktır. Bu durumda filmi beyazperdeye aktarmak, zaten belli bir izleyici
kitlesini de garanti altına almaktır. Bir çok kişi tarafından eleştirilse de
Angelina Jolie, olabilecek en uygun seçimdi ve ne kadar eleştirilse de
oyunculuğunda tavan yapmasını sağladı Tomb Raider filmleri.
Beyazperdeye aktarılan her oyun Tomb Raider gibi olmadı maalesef. Bir çoğu bir
iki hafta gösterimde kaldıktan sonra fiyasko olan izleyici kitlesiyle yerini
başka filmlere devretmek zorunda kaldı. Bunun en önemli sebebi ise film
yapımcılarının çevirdikleri oyunlar hakkında bir çok şeyi bilmemeleri ya da
yanlış bilmeleri oldu. Oyunların senaryolarını dikkatle incelemediklerinden de
oldukça eleştirildiler. Resident Evil serilerinin ikinci filminde yaşanılan
fiyasko ve sık sık çevrilen Hulk, X, Spidey gibi filmler, izleyiciye bir şey
vermiyor artık. İleride çıkacak olan oyundan çevrilen filmlere bakacak olursak,
ilk akla gelen BloodRayne olur herhalde. Rayne de azımsanmayacak kadar büyük bir
hayran kitlesine sahip. Filminin çıkacağını duyunca herkesin kafasında soru
işaretleri çıktı. Rayne gibi acımasız bir karakterin kotarılması oldukça güç
olabilir. Rayne’nin tüm özelliklerinin aktarılması zaten oldukça güç. Zaten
Rayne’nin sarıya dönük saçlarını gördüğümüzde iyice düşünmeye başladık. Tabi ki
son karar film çıkınca verilecek.
Madalyonun öbür yüzü de pek farklı sayılmaz. Çok tutulan bir filmi anında oyuna
çeviren yapımcılar da, filmin ismine güvenerek ana karakteri modelleyip, filmden
bir iki sahne ve bir iki çevreyi kotarınca her şey oldu zannettiler. Fakat bir
oyuncunun en çok istediği filmdeki atmosferi ve eğlenceyi sunamadılar bize. Bu
yüzden hala adam gibi bir Batman, Robocop ya da Superman oyunu yoktur.
Kırmızı-mavi elbisesiyle uçup insanları kurtaran her kahraman Superman olamaz,
olmamalı da zaten. Burada da bazı istisnalar var tabi, aklıma ilk gelen
oyunlardan Riddick, Peter Jackson’s King Kong, Lord of the Ring: Battle fort he
Middle Earth gibi yapımlar, oyuncular tarafından sevilmiş ve beğenilmiş
oyunlardandır. Fakat kötü yapıtlar o kadar fazla ki, her oyunu beklerken “tamam
kesin kötüdür” diye bir önyargıyla yaklaşmaya başladık.
Sinema ile oyun sektörü arasındaki bu köprü kolay kolay yıkılacağa benzemiyor.
İki sektörün de başarılı yapımların ismini kullanarak rant elde etmeye
çalışması, bize daha çok kötü film ve oyunların habercisi olacaktır. Bu durum da
bize arada bir çıkan istisnaları kullanmak kalıyor.