Sönmeyen Umutlar

Çocuklar çok istedikleri şeylerin hemen gerçekleşmesini isterler. Mazlum bakışlar, bükülen dudaklar çıkıverir ortaya… Yeryüzündeki her şeye anında sahip olunamayacağını anladıklarındaysa, çoktan çocukluktan çıkmışlardır. Oyuncular çocukken en çok ne istemiş olabilirler? Çikolata fabrikası? Sonu olmayan yemyeşil oyun parkları? Uçabilmek?  Işınlanabilmek? Siz en çok hangisini istediniz bilmiyorum. Video oyunlarıyla tanışıklığınız küçük yaşlara denk geldiyse ve onlara büyük bir tutkuyla bağlandıysanız, gerçekleşmesini en çok istediğiniz şey muhtemelen; Kendi kanınızdan birilerinin çıkıp, o oyunlardan yapabilmesidir. Biraz büyüyüp aklınız kemale erdikten sonra, işlerin o kadar da basit olmadığını anlamış ve hayatın diğer alanlarına doğru uçan ilginizin arkadan kayarak müdahalesiyle birlikte, belki de pek önemli olan bu isteği hayal gücünüzün tozlu raflarına gömmüşsünüzdür. ‘Hayal et, gerçek olsun’ felsefesinin diyar diyar uzağında yaşanan bu süreci, sadece siz değil, yüz binlerce oyun sever de pekala yaşamıştır.

Geçmişi onlarca yıl öncesine dayanan video oyunlarının güzel ülkemizde neden hala üretilemediğini ve neden inatla bu devasa sektörün görmezden gelindiğini biraz düşünelim istedim. Farklı memleketlerin farklı insanlarına kıyasla çok daha parlak zekaya ve onu takiben dikkatlerden kaçması mümkün olmayan hayal gücüne sahip olan bizlerin, oyun sektöründe yıllar boyunca tek bir adım dahi atamayışımızın oldukça trajikomik olduğunu vurgulamak gerekiyor. Video oyunları üretimi konusunda ki eksikliğimizi giderecek olsak, bir değil, on değil, en az yüz farklı noktayı düzeltmemiz gerektiğini fark ederiz. Bunlar arasında bireysellik, ekip olamama, sistemsizlik ve en önemlisi vizyon eksikliği de muhakkak vardır. Biraz daha irdeleyince sadece birkaç örneğini saydığım bu eksiklikleri, aslında hiç açılmamış kapalı kutular gibi görmeye başlarız. Öyle ki, hiçbir konuda noksanımız olmamasının yanında hemen her konuda yeterli imkanlara sahip olmamıza rağmen, bireysel yeteneklerin keşfedilememesi, hayallerin kati suretle desteklenmediği gibi küçümsenmesiyle birlikte, ciddiye alınması gereken işler elbette beceriksizlikle sonuçlanır. Daha da vahimi, ortada sonuçlanacak bir şeyler dahi olmaz.

Neden Video Oyunu Yapamıyoruz?
Başlığı okuyunca ‘aslında birkaç girişimimiz var’ demiş olabilirsiniz. Haklısınız. Sektöre ilgi duyan ve kendini bu alanda geliştirmiş ağabeylerimiz, arkadaşlarımız ellerinden geleni yapıyorlar ancak bu işi ciddiye alıp destek vermek isteyen girişimcilerin sayısı bir hayli az olunca, ister istemez tüm emekler de boşa gidiyor. Bir arpa boyu yol kat edemeyişimizin çok çeşitli sebepleri var. Sermaye yetersizliği, güven eksikliği, devletin gereken özeni göstermemesi de bunların başında geliyor. Halbuki profesyonel girişimciler tarafından hazırlanmış ciddi projelerle bu iş çok iyi yürütülebilir. İşi yürütmek deyince, bizim maalesef bu taraftan da sıkıntılarımız var. En ufak bir hatada ‘böyle yapacaksanız hiç yapmayın’ yorumlarının ve yapılan işlerin anında zirveye oturmasını bekleyen tüketicilerin olduğu, buna karşılık devletin içinde bu sektörü destekleyecek kişilerin olmadığı bir ortamdayız. Sıfır teşvik, maksimum engel politikalarıyla ne kadar iyi plan yaparsanız yapın ya da projeniz ne kadar gerçekçi olursa olsun başarıya ulaşmak pek de olası değildir. Hal böyle olunca, vaziyeti gören aklı başında her yatırımcı da kaçış için en yakın çıkış yapısına doğru koşmaktadır.

Kısır döngüden nasıl kurtulacağımız aslında çok açık bir şekilde ortada. Herkes üstüne düşen görevi yaptığı takdirde taşlar teker teker yerine oturacaktır. Elbette bunlar anında olacak işler değil, zamana ve sabra da ihtiyaç var. Keza bu pembe sahnenin yakın zamanda gerçekleşeceğini hiç zannetmiyorum. Zihinlerin değişmesi ve video oyunlarının eğlence sektörünün bile ötesinde önem taşıdığı, her şeyden önce yüksek kar marjının dikkate alındığı dönemleri görebilmemiz için, iyiden iyiye bir on seneye daha ihtiyacımız var. Çünkü bu işin önemini kavrayabilmiş yeni neslin biraz büyüyüp söz sahibi olması gerekiyor. Şu an duruma müdahale etmeleri için elleri kolları bağlı. Ne var ki yeni nesil kabuğundan çıkar, önemli rolleri üstlenir, işte o zaman bizim oyun sektörümüz de ayaklanmaya başlar.
Korsan meselesine de değinmek gerekir. Son dönemlerde orijinal oyun satın alımına yönelik bilinç biraz olsun yükselmiş durumda. Özellikle dijital satış imkanlarının hızla artması oyun maliyetlerini düşürmüş, bu durum az da olsa fiyatlara yansımıştır. Ayrıca artan indirim kampanyalarıyla da oyuncuların gönlünde taht kuran Steam vb platformlar, orijinal oyun alımına da dolaylı yoldan katkıda bulunuyorlar.  Tabii her şeye rağmen korsanı savunanlar da yok değil. Üstelik her türlü gereksiz harcamayı yapıp, nasıl ödeyeceğim diyerek kendini stres altına sokan bir dolu insan, rahatlamak için başvurduğu video oyunlarına ne hikmetse beş kuruş para vermiyor. Yüzlerce insanın emeğini bir çırpıda hiçe sayabiliyor. Bu kadarı bile yeteri kadar komikken bir de bunun üstüne ‘Türk oyun sektörü mü? Öyle bir şey mi vardı ?’ şeklinde yorum atan sevgili korsan severler, aslında bu sektörün gelişmesini engelleyen virüsü besleyen bir numaralı etmenler. Durumu vardır veya yoktur o bambaşka bir konu, ancak beş farklı bağımsız oyuna bir dolar vermeyi bile aptallık olarak görenlerin ‘oyunlar çok pahalı’ savunmasını yaptıklarında nasıl bir duruma düştüklerinden haberleri bile yok. Korsan oyunlar sadece ülkemizde değil, tüm dünya da oldukça yaygın. Bu sorunun sınırları sandığımızdan çok daha büyük. Sizde takdir edersiniz ki, oynadığı oyunların tamamının orijinal olduğunu savunacak oyuncu sayısı oldukça az. İstisnaları vardır elbette ancak genele baktığımızda durum bu şekildedir. Mantık aslında çok basit. Aylarca uğraşıp, yüz binlerce lira harcayarak çıkartacağınız bir iş üzerinden birileri azıcık olsun emek harcamadan para kazanacak ve siz daha gözlerini açmamış bu sektöre sıfırdan yatırım yapacaksınız. Söyler misiniz, bunu hangi girişimci yapmak ister?
(Korsan konusu sadece oyun değil neredeyse tüm sektörlerde var ve bu bambaşka bir konu. İyiden iyiye içine girip de siz okuyucuları sıkboğaz etmeyeceğim. Bu konuya başka zaman, ayrıca değineceğim.)

Sermaye var, oyunun konusu kabataslak hazırlanmış, proje yerli yerinde, destek verilmiş ve son teknoloji oyun stüdyosu kurulmuş. Peki, burada kim çalışacak? Aslında çok basit bir sorun olmasına rağmen cevabını verirken birçoğumuz ‘kem-küm’ etmekteyiz. Cevaplamakta zorlanıyoruz çünkü olmasını istediğimiz şeylerin yarısından fazlası hala elimizde değil. Çarkın dişleri kırık ve dönmekte zorlanıyor. İşini bilen, profesyonel programcıların yanında, sanat okullarında ilgili eğitimleri almış kalifiye eleman bulmak oldukça zor. Sanat deyince ne anlaşılıyor bilmiyorum ama kastettiğim şey, ‘Oyun geliştirme sanatı’. Ülkemize buna benzer bir anlayış hala yerleşemedi. Bu tarz konularda kendini geliştirmek isteyen genç arkadaşlarımız daha hayata merhaba diyemeden yurt dışına gitme planları yapıyor. Aradığı fırsatları ülkesinde bulamayınca yabancı memleketlerin çoktan oturmuş düzenine bırakıyor kendini. Sözün özü, dünyada isim yapacak oyunlar geliştirmek istiyorsak, bu işi layıkıyla yerine getirebilecek onlarca eleman, onlarca yaratıcı beyin yetiştirmemiz lazım. Altyapı lazım. Sistem lazım. Biraz olsun çağa ayak uydurup, geçmişe bağlı kalmadan, fütüristik bakış açısıyla geleceği ‘olumlu’ temeller üzerine kurmak lazım.

Mount & Blade ve Dahası…
Mount & Blade, fazla dikkate alınmayan, genel itibariyle ‘küçük’ ve ‘yetersiz’ olarak görünen Bağımsız Oyunlar kategorisinde girmişti oyun sektörüne. Başarı basamaklarını kısa zamanda üçer beşer çıkarak yüz binlerce oyuncunun beğenisini kazanmış, birçok uluslar arası ödüle de layık görülerek göğsümüzü kabartmıştı.  Aslında bakarsanız oyunu anlatmaya gerek bile yok. Şanını, şöhretini tüm oyun severler biliyor. Değinmek istediğim nokta ‘bağımsız oyun projesi’ olarak başlaması. Mount & Blade, bu tip projelerin desteklendiği zaman nerelere varacağını somut örneklerle gösteriyor bize.

2005 yılında çıkan ve hem iyi hem kötü yorumlar alan Pusu, uyanış da atlanmaması gereken bir örnek. Geliştirme süreci çeşitli sebeplerden dolayı uzamış oyunun yapısı, çıktığı günlerin teknolojisinden uzak bir grafik çizmişti. Hiçbir Türk oyuncu Max Payne ya da benzer bir oyun kalitesi beklemiyordu elbette ama oyun beklentilerin biraz altında kalınca istenenler gerçekleştirilememişti. Pusu’nun çıktığı zamanlarda Türk oyun severlerin tamamı şüphesiz oyuna destek vermek istemişti ancak, o zamanlar tüketicilerin bu hoş görüsünü baltalayan birkaç gelişme de yaşanmıştı. Pusu’nun çalıştırılabilmesi için internet bağlantısının zorunlu tutulması da bu gelişmelerden birisiydi. Neden böyle bir şey yapıldı diye merak etmiştik elbette ama üzerinde biraz kafa yorunca yine aynı noktada buluşmuştuk; korsan korkusu. Yapımcılar oyunun kopyalanacağından o kadar korkmuş, zarar edileceğinden o kadar endişelenmişti ki bu tarz koruma yöntemlerine başvurmuştu. Kendilerine göre haklıydılar elbette ama o dönemin Türkiye’sinde, crack’li oyunlara alışmış oyuncu kitlesini orijinale yönlendirmek için daha cazip yollar gerekiyordu. Sonuç olarak oyun teknik açıdan değerlendirildiğinde ortalama puanlar alırken, pazarlama açısından değerlendirildiğinde sınıfta kalmıştı. Tabii daha yeni yeni oluşan pazardaki bu tarz girişimlerin hataları da olacaktı elbette. Önemli olan bu hataları telafi edecek dersleri çıkartıp, bir sonraki adımda aynı şeyleri tekrarlamamaktır.
Hükümran Senfoni ile ünlenen ve daha sonra Ceiron Savaşları’nı çıkartan Ceidot gibi firmalar da Türk oyun sektörünün kıymetli üyelerindendir. Bu değerli şirketlerin tamamı, ülkemizde video oyunları adına bir şeyler yapılmak istendiğinin en canlı örnekleridir. Şunu da unutmamak gerekir. Ne kadar emek verirseniz verin, ne kadar yükselirseniz yükselin, sizi baltalamak isteyen insanlar her zaman olacaktır. Yerli kardeşler gibi ‘imkansız’ denilen işleri başarıp, dünya liderlerine kafa tutacak konuma dahi gelseniz, ‘düzgün Türkçe bile konuşamıyor’ yorumlarıyla baş başa kalabiliyorsunuz. Bu tip istenmeyen durumlar her zaman yaşanmıştır, yaşanmaya da devam edecektir.

Ne İsterdik?
Farz edelim ki her şey yolunda gitti ve hayalini kurduğumuz stüdyolara, programcılara, senaristlere, tasarımcılara, kısacası o hep arzuladığımız oyunlara kavuştuk. Raflarda yerini alacak oyunun ismi, cismi, türü, konusu ne olsun isterdik? Sanıyorum bu konuda hem fikir olunan husus, ‘osmanlı teması’nın işlenmesi gerektiğidir. İstanbul’un Fethi, Malazgirt Savaşı ve nice destanların yazıldığı şanlı tarihimizi başarıyla işleyen bir video oyununu kim istemez ki? The Witcher 2’nin tamamen bahsettiğim dönemlerde geçtiğini ve yüzde yüz Türk oyunu olduğunu düşünün. Ne kadar heyecan verici değil mi? Etkileyici grafiklerle süslenmiş bir Osmanlı RPG’sini oynamak istemeyen oyuncu olduğunu sanmıyorum. Öte yandan Vietnam savaşını binlerce kez değiştirip, sanal alemde destanlar yazan Amerika’nın şişirilmiş senaryolarına karşılık, gerçek destan böyle yazılır dedirtip Çanakkale Savaşı’na odaklanan bir FPS’yi düşünebiliyor musunuz? Boğaz Harbi projesinin neden doğru dürüst destek görmediğini, işinin ehli insanlar açıklayabilir mi lütfen?

Civilization of Ottoman’ın videosu yayımlandığı zaman oluşan coşkuyu herkes hatırlıyordur. Hiçbir destek almadan kendi yağında geliştirilen oyun, strateji temelleri üzerinde Osmanlı temasını işliyor. Bizi Osman Bey zamanlarına götürerek, Osmanlı’nın kuruluş yıllarını yaşamamıza olanak sağlayacaklar. Oldukça başarılı gözüken çizimler ve atmosferi çok iyi yansıtan seslendirmesiyle Civilization of Ottoman, şimdiden iştahımızı kabarttı. Dileriz bu tip cesur girişimler artarak devam eder ve sektörün gelişimine katkıda bulunur.

Motorları Maviliklere Süreceğiz
Batı, elindeki malzemeleri, orijinal fikirleri hızla tüketirken biz kaynaklarımızın yüzde birini bile kullanamadık. Kabus 22, Pusu, Hükümran Senfoni, Ceiron Savaşları gibi girişimler iştahımızı açıp, Mount & Blade gibi yıldızlar göğsümüzü kabarttı ama gerisini getirmekte zorlanıyoruz. Altyapı eksikliğimiz had safhada. Olayları tam profesyonel gözlerle takip edemiyoruz. Vizyonumuz yok. Misyonumuzdan bahsetmiyorum bile… Hedef konulmamış çünkü hevesimiz de yok. Birazcık hevesi olanların, kendi imkanıyla bu işi yapmaya çalışanların da burnundan getiriliyor. ‘Ne haliniz varsa görün’ dercesine bir gram destek verilmiyor. Yatırım uzmanları ‘yaratıcı projelere ihtiyaç var’ diyor ama teşvik yok.

‘Eğitim şart’ anlayışı günümüzde artık espri malzemesi olarak kullanılıyor ama belki de her şey gerçekten eğitim de bitiyordur. Video oyunlarının artık basit, eğlenceli, gereksiz şeyler tanımlamasından çıkıp, ciddi üretim alanı olarak görülmesi gerekiyor. Öncelikle hedeflerin küçültülüp, dünyaya damga vuracak oyunları geliştirmeye çalışmak yerine, sessiz sedasız altyapıya odaklanarak gerekli tüm imkânları sağladıktan sonra yavaş yavaş yukarıya çıkmak gerekiyor. Aksi takdirde Türk yapımı Assasins Creed’leri ancak rüyamızda görürüz.
   
Güzel günler göreceğiz ümidiyle, hoşça kalın efendim.
Haftaya görüşmek üzere.
   
(Bu yazıyı beğendiyseniz, geçtiğimiz aylarda yayımladığımız röportajımızı da beğeneceksiniz. Böyle önemli bir konuda sizlerin görüşlerini de merak ediyoruz. Görüşlerinizi yorum kutusuna yazarak katkıda bulunabilirsiniz.)

Exit mobile version