J.J. Abrams’ın yeniden diriltmeyi başardığı Star Trek serisinin on üçüncü filmi olan Star Trek: Sonsuzluk sonunda çıktı. Bu kez ilk iki filmin aksine Justin Lin tarafından yönetilen film, ikinci filmin aksine daha eğlenceli yapısıyla karşımıza çıkmayı başardı.
Yeni nesil Star Trek’in üçüncü, eskisiyle beraber ise on üçüncü filmi olan Star Trek: Sonsuzluk, yine aynı başarılı kadroya sahip. İkinci filmin sahip olduğu yoğun ve karanlık atmosfer bu işe gönüllerini vermiş Star Trek hayranlarını biraz hayal kırıklığına uğratmıştı. Genel görünümüyle gayet iyi notlar alan ve gerçekten de iyi bir film olan Bilinmeze Doğru’nun asıl Star Trek ruhuna ters düştüğü tepkisi ortaya çıkmıştı.
Bu yeni film ile adeta o tepkiye bir karşı tepkime oluşturuldu ve o eski, nostaljik eğlence hissi geri geldi. Eğer ikinci filmi izlerken fark ettiyseniz, Star Trek serisinden alışık olduğumuz espiritüel havaya sahip değildi. Üçüncü filmde bu hava geri gelmiş. Sinema solununda birçok kez tüm salonun aynı anda güldüğü sahnelere şahit olduğumu söyleyebilirim. Zaten Zachary Quinto tarafından oynanan Spock’un aşırı mantıksal davranışları Karl Urban’ın Bones karakteri ile birleşince birçok sahnede gerçekten sağlam espirilerle karşılaştım.
Film görsel açıdan mükemmel bir şölen sunuyor. Özellikle üç boyutlu film izlemeyi sevmeyen bir seyirci olarak Star Trek: Sonsuzluk’tan büyük keyif aldım. Bir gözlük takmadan böyle güzel efektlere sahip bir film izlemeyeli uzun zaman olmuştu. Gemi savaşları, sürünün Atılgan’a saldırısı ve Atılgan mürettebatının indiği gezegenin görselleri gerçekten hoştu. Özellikle yönetmenin tüm filmi yeşil perde ile çekmek yerine gerçek setler kullanmış olması o gerçeklik hissinin verdiği hazzı da kat kat artırdı. Özel efektleri yoğun olarak uzay ve savaş sahnelerinde görüyoruz.
Özel efekt demişken, yönetmenin karakterleri yaratırken CGI yöntemine çok az başvurup, büyük oranda makyaj ve maske yöntemine yoğunlaşması benim çok hoşuma gitti. Artık oyunlarla ve film teknolojileriyle iç içe olan bir nesilde yaşadığımız için bir karakterin CGI ile yapılıp yapılmadığını rahatlıkla anlıyoruz ve bu filmden aldığımız gerçekçilik hissini sabote ediyor. Bu yüzden yönetmenin makyaj ve maske tekniğini kullanması çok güzel bir gelişim olmuş. Elbette CGI da var fakat yoğunluk açısından makyaj daha büyük bir oranda karşımıza çıkıyor.
Filmin konusuna kısaca değinecek olursam: Atılgan ile derin uzaydaki bilinmeyen bir çağrıya yardıma koşan Kirk ve ekibi, beklenmedik bir saldırı ile karşılaşıyor. Şimdi Atılgan, Idris Elba’nın oynadığı Krall adlı bilinmeyen bir karaktere karşı evreni korumalı ve bu sırada kendi ekibini de muhafaza etmelidir.
Filmin en beğendiğim noktalarından birisi de müzikleri oldu. Michael Giacchino tarafından bestelenen müzikler filmin savaş sahnelerini büyük bir heyecanla izlememi sağladı ve kendi kendime düşündürdü: “Acaba Spotify’a düşmüş müdür bunlar? Bir bakayım, belki vardır” dedirtti.
Kısacası, Star Trek: Sonsuzluk bu kez harbi Star Trek hayranlarını da mutlu edecek, espiri seviyesi yerinde, savaş sahneleri doyurucu ve hikayesi ile de merak uyandıran bir film olmuş. Eğer seriyi seviyorsanız bu filmi de seveceğinizi düşünüyorum. Ama daha önce hiç Star Trek izlemediyseniz bile Sonsuzluk pek de kafanızı karıştırmayacaktır. Sadece karakterlerin nereden, nasıl geldiğini ve aralarındaki ilişkiyi bilmiyor olmanız Atılgan’a olan bağlılığınızı hafif tutacaktır.