İnsanoğlu her zaman için doğanın en büyük gizemi olmuştur. Uzay ve ötesi her ne kadar çoğunluğun merakını zorlasa da yaşamımızdaki en büyük sır hala biziz. The Last of Us inceleme yazımızda oyuna yakından bakıyoruz.
İnsanlar doğası gereği bencil, temel içgüdüleri tarafından yönetilen basit hayvanlardır. Lakin beynimizi diğer canlılardan daha üst bir seviyede kullanabilme yetimiz sayesinde bu temel güdülerin üzerine bazı kurallar ve disiplinler koyarak diğer canlılardan farklı bir yol izlemeyi başarmışızdır.
The Last of Us inceleme / PS4
Bireyler aileleri, aileler toplulukları, topluluklar halkları ve ulusları oluşturarak ortaya kültür adında bir kavram çıkartmıştır. Bu şekilde kişiliklerimiz, yaşam tarzımız, düşünce yapımız, adetlerimiz ve geleneklerimiz ortaya çıkar. Bunlar tüm dünya insanlarını birbirlerinden ayıran özelliklerin genel anlamda var oluş sebebidir. Fakat esas kısım bizim yaratılış amacımız ve bu amacı bizlere sürekli olarak güden beynimiz ve benliğimizdir. Kurulu bir düzen içerisinde, bu düzene uyum sağlamış bireyler olarak bizler bazı yazılı ve sözlü kurallar kapsamında diğer bireylerle etkileşime girerek hayat dediğimiz bu sahnelenmiş performansı sergilemeye çalışırız. Milyonlarca yıl boyunca bu sisteme o kadar çok alışmışızdır ki düzene uymayan ya da yeni bir düzen arayan bireyleri kendi aramızdan kovar ve onlara ceza veririz. Yalan söyleyeni ayıplar, cinayet işleyeni mahkum eder, bencil olanı kendi haline bırakırız. Çünkü her şey bu düzenin sürmesi için vardır ve her şey bu düzen eşliğinde ilerleyecektir.
Nitekim artık eski halimizin ne olduğunu unutmuşuzdur. İlk çağdaki insanların nasıl yaşadıklarını hayretle izler duruma geliriz. Kuralsız, düzenin olmadığı, herkesin kendi başına yaşadığı bir dünya kabul edilemez. İnsanların duyarlılıklarını kaybettiği bir hayat yok olmanın eşiğine gelen bir hayattır. Çelişkilerle dolu bir yaşama sahibi hepimiz. Benliğimizde bencillik yatarken ruhumuz yalnızlığı kabul edemez. Aklımız bireysel düşünürken kalbimiz başkaları için çırpınır ve bu ikilemler arasında iyi ile kötüyü ayırt etmenin zorluğunu çağlar boyu yaşarız. Ta ki kendi sonumuzu hazırlayana kadar.
Bir gecede değişir tüm dünya
Cordyceps türü bir mantar enfeksiyonu bir gecede milyonları zehirleyip dünyayı bir cehenneme çevirir.
Kaynağı olan sporların solunması veya sıvı aktarımı yolu (genellikle ısırılma) ile geçen bu enfeksiyon insanların beyinlerine ulaşıp orada üremesine ve iki gün içerisinde onlarda saldırgan ve tehlikeli davranış biçimleri gösteren “canlılara” çevirmesine sebep olmaktadır. İlerleyen safhalarda ise vücutlarında, özellikle kafalarında, deformasyonlar ortaya çıkartmaya başlar. Hastalık ilerledikçe bu deformasyonlar büyür ve en sonunda yaratık diyebileceğimiz bir tür ortaya çıkar.
İşte The Last of Us’ın hikayesi de bunların yaşandığı ilk gecede Joel ile başlıyor. Güzel bir hayat süren Joel, bir gecede bu tarz bir felaketten nasibin büyük bir trajedi ile alan milyonlarca insandan sadece bir tanesi. Ancak onun hikayesinin odak noktası felaketten 20 yıl sonrası.
Naughty Dog bizleri yıllarca Uncharted serisi ile eğlendirdikten sonra “Bu kadar eğlence yeter millet, biraz da trajedi yaşayalım” mantığı ile önümüze sürüyor The Last of Us’ı. Nathan Drake hayatında bazı zorluklarla karşılaşmış olsa da bunların hiçbirisi Joel ve Ellie’nin yaşadıkları kadar üzücü ve trajedik olamaz kesinlikle.
Hayatta kalma/macera türündeki oyun The Last of Us artık hepinizin bildiği gibi ellili yaşlarına adım atmış Joel ve bu derece korkunç bir dünyada doğmuş on dört yaşındaki Ellie’nin yolculuk macerasını anlatıyor bizlere.
The Last of Us’ın senaryosunda iki ayrı hikaye bir arada sunuluyor. Üst kısımda iki karakterin “dünyayı kurtarmak” adına çıktıkları yolculukta başlarına gelenler anlatılırken, alt kısımda gerek ikisi arasında gerekse hayatta kalan diğer insanlarla olan ilişkileri ve bu derece yıkılmış bir dünyada değişen doğa kanunlarının bu ilişkilerin gerçek yüzünü nasıl ortaya çıkarttığı gösteriliyor.
Büyük salgından 20 yıl sonra olaylar durulsa da iyiye gitmek gibi bir eylem gerçekleştirmemektedirler. Dünyada karantina bölgeleri oluşturulmuştur ve bu bölgeler orduların koruması altındadır. Lakin koruma kelimesi herkes için farklı bir anlam taşıdığından dolayı karantina bölgeleri de herkes için uygun mekanlar değildir.
Dış dünya ise artık unutulmuş bir diyar olarak akıllara yer edinmiştir. Karantina bölgeleri ne kadar kötü ise dış dünya onun birkaç misli üzerindedir. Hala enfeksiyondan nasibini almış olan milyonlarca “eski” insan bir yana, enfeksiyon kapmamış olsa bile insanlıktan çıkmış haydutlar, yeni medeniyet kurmaya çalışan topluluklar etrafta cirit atıp kendi düzenlerini ve kanunlarını yaşatmaya çalışmaktadır. İşte böyle bir dünyada güvenebileceğin tek kişi kendinken yanındaki 14 yaşında bir çocuğu sonucundan emin olmadığı bir maceraya çıkartmak aslında Joel’un hiç istemediği ancak zorunda kaldığı bir durumdu.
Her eylemin bir sonucu olmalı
The Last of Us karşımıza hayta kalma oyunu olarak çıksa da temelinde aksiyon yatıyor. Oyunda bulmaca kısmı sadece çevresel bulmacalardan oluşuyor ve onlar da sizi zorlayacak seviyede değiller kesinlikle. Zaten yolunuzu kaybetmeniz çoğu yerde olası değil çünkü oyunda çizgisel ilerleyen bir sistem temeli var. Haritalar genellikle sizin gideceğiniz yöne doğru açılıyor. Bazı büyük haritalarda yolunuzu kaybetme olasılığınız bulunsa da birkaç dakika boş boş dolanırsanız oyun size ipucu vererek ne yapmanız veya nereye gitmeniz gerektiğini göstertiyor.
Oyunun çizgiselliğinin kalktığı tek nokta ise savaşlar. Çoğunlukla savaştığınız haritalar geniş ve birden fazla giriş çıkışın bulunduğu yerler olduğu için aynı savaşı farklı taktiklerle yapma imkanına sahip oluyorsunuz. Temelde doğrudan saldırı ve gizli saldırı olmak üzere iki seçeneğiniz var. Bunları da elinizdeki malzemeler, haritanın durumu ve sizin tekniğinize bağlı olarak farklı varyasyonlarda gerçekleştirebilirsiniz.
Farklı türden silahlara sahip olacağınız The Last of Us’da makineli tüfekten ok ve yaya hatta alev silahına kadar geniş seçeneklere sahipsiniz. Bunu yanında bütün silahları etrafta bulduğunuz mekanik parçalar sayesinde çalışma masalarında güçlendirme imkanınız da var. Ateşli ve menzilli silahların haricinde kullanabileceğiniz bir yakın dövüş silahı ve bıçağınız bulunuyor. Bıçağı sadece savaş esnasındaki quick time event’lerde ve bazı kapıları açmakta kullanırken yakın dövüş silahınız cephane harcamadan rakibinizi alt etmeye yarıyor. Eğer bu silahı güçlendirirseniz ilk iki saldırınızda düşmanı tek hamlede indiriyorsunuz. Bıçak ve yakın dövüş silahları kullanıldıkça eskiyip kırılıyorlar. Dolayısı ile sürekli olarak yenilemek zorunda kalıyorsunuz. Bıçağınızı kendiniz yaparken yakın dövüş silahınızı etraftan bulmanız gerekiyor.
Yeni dünya düzeni; yağmacılık
The Last of Us’un hayatta kalma özellikleri de bolca karşımıza çıkıyor. Oyundaki crafting sistemi ile etraftan toplayabileceğiniz makas parçaları, sargı bezi, paçavra, alkol gibi nesneler ile kendinize çakı, sis bombası, sağlık kiti gibi ufak malzemeler yaparken, demin de bahsettiğim gibi yakın dövüş silahınızı da daha etkili hale getirebiliyorsunuz.
Bunun yanında Joel etraftan topladığı haplar ile yeteneklerini güçlendiriyor. Gizli saldırılarda en çok işinize yarayan “Duyma yeteneği”ni, sağlık seviyesini, üretim hızını ve birkaç yeteneği daha bu hapları kullanarak geliştiriyorsunuz. R2 tuşuna basarak etraftaki düşmanları, farklı katta veya duvar arkasında olsa bile, görüp planınızı ona göre kurabiliyorsunuz. Son olarak yine bulunduğunuz yerlerde karşınıza çıkan eğitici dergiler ile yeteneklerinize artı puanlar sağlanıyor.
The Last of Us’da ana karakterimiz Joel olsa da ilerleyen bölümlerde Ellie ile de oynama imkanınız bulunuyor. İki karakter arasındaki oynanışta büyük bir fark olmasa da küçük detaylar işi biraz daha cazip kılıyor. Öte yandan Elli’nin de doğduğu bu korkunç dünyada bu zamana kadar neler öğrendiğini, kişiliğini ne şekilde geliştirdiğini ve kuralları nasıl koyup uyguladığını onu oynayarak daha iyi anlıyorsunuz.
Düşmanlar kısmında ise yaratıklar ve insanlar olmak üzere iki tür düşmanınız mevcut. Karantina bölgelerinin dışında hayatta kalmaya çalışan ve hastalıktan etkilenmemiş olan insanlar her ne kadar kendi içlerinde bir topluluk oluştursalar da yabancılara karşı hassas ve düşmani bir tavır sergilemekten çekinmiyorlar. Bunlar topluluğa göre farklı derecelerde karşımıza çıkıyor ancak kendi varlıklarını sürdürebilmek adına diğer insanların haytalarını tehdit eden haydutlar tehlikelerden en önemlisi. Oyunun başlarında sanki en büyük problem hastalıklılarmış gibi gözükse de esasında en büyük düşmanın hastalık kapmamış kişiler olduğunu fark ediyorsunuz.
Bunun yanında hastalıklılar da farklı türlerde karşınıza çıkıyor. Runner yani koşucu olanlar henüz hastalığın ilk aşamasında bulunan, gören, duyan ve oldukça hızlı enfeksiyonlular. Ardından Tıkırdayanlar geliyor. Hastalığın ileriki aşamalarında bulunan bu enfeksiyonluların kafaları deforme olmuş durumda ve gözleri görmüyor. Dolayısı ile seslere duyarlı olarak hareket ediyorlar.
Bunu yanında bir de bombacılar var ki bu elemanlar hastalığın son aşamasına gelmiş enfeksiyonlular. Diğerlerine göre daha büyük cüsseye sahip olan bombacılar diğerlerinin aksine size uzaktan gaz bombası atarak da saldırabiliyor. Onları indirmenin en etkili yolu ise Molotof kokteyli ve çivi bombaları.
Gözlerimle görmesem inanmazdım
Naugthy Dog’un kendi hazırladığı bir motor ile Playstation 3 için özel olarak geliştirilen oyun görsel açıdan gerçekten güzel bir sunum olmuş. Işıklandırmalar, gölgeler, karakter modellemeleri ve özellikle su efektleri ile ciddi anlamda bir sanat eseri mahiyetini taşıyor.
Açık alanlardaki su birikintilerinde derinliği anlayabilecek kadar suyun dibini görmeniz ve karakterinizin yüzerken yaptığı hareketlerin doğallığı için Naughty Dog’u tebrik etmek lazım. Bunu yanında karanlık havalarda içerideki ışıktan dolayı cama vuran yansımalar ise ağız sulandıracak cinsten. Bu derece detaylara önem verilmiş bir oyunda mo-cap ile çekilen sahneler de tahmin edebileceğiniz gibi kusursuz.
Diyaloglar sırasında karakter mimikleri ve dudak hareketleri senkronu kusursuz derece geliştirilmiş. En ufak detay bile atlanmamış. Bu gerek renderlanmış sinematikler olsun gerek oyun için sinematiklerde olsun sizlere bir film izliyormuş hissiyatını yaşatıyor.
Fakat bunun yanında ne yazık ki ufak tefek hatalar da yok değil. Her ne kadar Joel ve Ellie’nin animasyonları hatasız olarak bizlere sunulsa da bazı noktalarda NPC’lerin animasyonları saçmalayabiliyor. Belli alanlarda ufak grafiksel problemler karşınıza çıkabiliyor ve hatta bir iki kez layer kayması bile yaşayabiliyorsunuz. Bunlar sizleri oyundan soğutacak ciddi problemler olmasa bile yine de zaman zaman can sıkıcı oluyor. Bir iki yama ile düzeltilecek bu problemlerin yanına bir de yapay zekayı koymamız gerekiyor.
Ben oyunu normal ve kolay zorluk seviyeleri arasında gidip gelerek oynadım. Normal seviyede yapay zeka gayet iyi. Düşmanlarınıza silah doğrulttuğunuz anda siper alıyorlar, alandaki alternatif yolları kullanarak sizin etrafınızı sarmaya çalışıyor ve hatta bir anda arkanızda belirebiliyorlar. Lakin hem orta hem de kolay zorluk seviyesinde saçma sapan hatalar da meydana gelebiliyor.
Örneğin el fenerinizin ışığı gizli gizli giderken açık dursa bile düşmanlar tarafından fark edilemeyebiliyor. Hatta bazen peşinizden koşarken sizi görebilecekleri şekilde yanınızdan geçip gidiyorlar. Dibinizdeyken size saldırmayabiliyorlar. Yine bu konuda da sağlam bir yamaya ihtiyaç duyuyor The Last of Us.
Grafikler ve yapay zekayı bir kenara bırakıp işitsel kısma geldiğimizde ise sorunsuz bir alanla karşılaşıyoruz. The Last of Us’ın sesleri bir oyundan bekleyebileceğiniz her şeyi sizlere sunuyor.
Diyaloglar ve seslendirmeler kısmı zaten bu zamana kadar gördüğünüz videolardan da anlayabileceğiniz gibi muhteşem hazırlanmış. Konuşmalardaki tonlamalar, duygusal alçalış ve yükselişlerin dengesi ve ses seviyeleri size “hep sinematik çıksın” dedirtecek vaziyette. Bunun yanında çevre sesleri de bir o kadar başarılı. Oyunda at sürdüğünüz bir bölüm mevcut ve buradaki nal seslerinin zeminin türüne göre anında reaksiyon vermesi de gayet başarılı. Lakin ben özellikle silah seslerini çok beğendim. Seslere olan uzaklığınıza göre dağılma ve toklaşma gayet güzel dengelenmiş.
The Last of Us’ın müzikleri oyunda alttan alttan gelerek size ilgili sahnenin atmosferini sürekli olarak yaşatıyor. Düşmanlarla dolu bir ortamda gergin müzikler sizin tetikte kalmanızı sağlarken duygusal sahnelerdeki müzikler eylemlerin ekranda kalması yerine yüzünüze tokat gibi vurmasını sağlıyor. Ayrıca savaş sahnelerinde müzikler savaşın bitip bitmediğinin de göstergesi. Artık sıkça kullanılan bu taktikte ortamda çalan gerilim müziği son düşmanı öldürdüğünüzde sona eriyor ve sizler de savaşın bittiğini bu şekilde anlıyorsunuz. Gerçi bunu karakteriniz de size konuşarak belirtiyor.
Her dilin bir kemiği var mı yoksa?
Teknik kısımda bizim için önemli olan bir nokta ise alt yazılar. Bildiğiniz gibi The Last of Us bizlere Türkçe altyazı seçeneği ile birlikte geliyor. Oyunun tamamını bu seçenek açık olarak oynadım ve açıkçası zaman zaman üzücü şeylerle karşılaştım.
Alt yazılar genel olarak tatmin edici seviyedeler. Olabildiğince doğru şekilde çevrilmişler ve küfürler bile esirgenmemiş durumda. Özellikle etrafta bulduğunuz belgelerin Türkçe olması sizin olayları, nelerin yaşandığını daha rahat anlamanıza yarıyor. Fakat konuşmalarda bazen o kadar saçma çeviriler gördüm ki ciddi anlamda moralim bozuldu.
Buna en iyi örnek Joel’ın ölmüş bir adamı görerek “Poor bastard” derken altta “Fakir p…” şeklinde yazmasıydı. Fakat şunu da belirtmem gerekir ki bu çeviriyi yapan kişiler oyunu hiçbir şekilde görmüyorlar. O sahnede karakterin ne ile karşılaştığını ve o sırada neler hissettiğini sadece tahmin edebiliyorlar. Dolayısı ile işin duygusal yönünü bilmeden cümleleri çevirmek bu tarz ufak problemlere yol açıyor. O yüzden ben buradaki hatayı çevirmenlere değil tamamen Naughty Dog’a yazıyorum. Eğer kendilerine sahneleri göstermiş olsalardı eminim %100 hatasız bir Türkçe altyazı ile oyun hazırlanmış olurdu.
İnsanlık satır aralarında kalan bir olgudur
Artık toparlayacak olursak, The Last of Us’ın Playstation 3’ün bizlere veda etmeden önce sunduğu harika oyunlardan birisi olduğunu söyleyebiliriz. Kendi adıma oyunun en çok beğendiğim kısmı hikaye anlatımı oldu. Karakterlerin kişiliklerinin tam olarak yansıtıldığı, diyalogların da bu kişiliklere %100 oturduğu bir şekilde hazırlanmış senaryo ciddi anlamda “Keşke film olsaydı da izleseydim” dedirtiyor insana.
Ellie’nin ergen çağındaki bir kız gibi davranmasının yanında etrafında olup bitenleri de fark etmesi, Joel’ın hem sorumluluk sahibi bir yetişkin gibi davranırken hem de geçmişindeki acılarla Ellie’nin arkadaşlığı sayesinde başa çıkması hikaye dokusunun en ince detayına kadar düşünüldüğünü gösteriyor. Bunun yanında, savaşlarda size sunulan serbestlik de bu kısımların sıkıcı ve monoton olmasını engelliyor. Bir de her ne kadar %100 başarılı olmasa da Türkçe alt yazı seçeneği pasta üzerindeki krema görevini görüyor.
Dediğim gibi teknik alanda birkaç ufak sorunu da olsa sağlam bir yama ile giderilemeyecek bir sorunu bulunmayan The Last of Us’ın Playstation 3 kullanıcıları tarafından kaçırılmaması gerektiğini düşünüyorum. Belki tekrar oynama seviyesi yüksek bir oyun değil ancak Joel ve Elli’nin bu macerasına en azından bir defa bakmanızı tavsiye ederim. Nitekim The Last of Us bizlere sadece bir virüs yüzünden yok olmuş dünyada iki kişinin yolculuğundan daha fazlasını anlatıyor. Her şeyin kötüye gittiği dünyada insanların kendi çıkarları için ne derece zalim olup bunu nasıl haklı çıkartmaya çalıştıkları, dün her şey yolunda giderken yüzünüze gülen kişilerin söz konusu kendi hayatları olduğunda sizleri nasıl sırtınızdan bıçaklamaya çalıştıkları ve aslında insanoğlunun ne kadar iyi olursa olsun özünde bencil bir varlıktan öte bir şey olmadığını anlatıyor bizlere. Tıpkı The Dark Knight’da Joker’in Batman’e dediği söz gibi: