The Lord of the Rings: The Battle for Middle-Earth

Tolkien, ütopyası Orta Dünya’yı yaratırken detaycılığa büyük önem vermişti.
Devasa boyutlarda bir dünya yaratmak yerine daha makul düzeyde harita
belirleyip, içini sonsuz sayıda ayrıntılarla doldurdu. Üç ciltlik efsane serinin
daha ilk kitabında bile o kadar çok karakter vardı ve o kadar çok olay cereyan
ediyordu ki; Peter Jackson tüm bunları filme almakta ne denli zorlandığını
defalarca dile getirmişti. Nitekim mümkün olduğunca ayrıntıdan kaçınarak, daha
çok ana karakter üzerlerine yoğunlaşıp, “Yüzük Kardeşliği” temasına ışık tutmayı
benimseyince; ortaya son derece başarılı bir film çıkmıştı. Ancak kitabın ve
efsanenin fanları sinema filmini defalarca eleştirmişlerdi. Çünkü her konunun
olduğu gibi Yüzüklerin Efendisi’nin fanları da kitaptaki büyünün bozulmasını
asla istemiyorlardı. Dolayısıyla senaryoda yapılacak minik değişikliklere asla
taviz vermeyeceklerdi.

Maalesef fanatikler için korkulan oldu; ikinci filmle birlikte Jackson
kaçınılmaz senaryo değişikliğine gitti. (Aslında ilk filmde de kitaptan farklı
olarak yazılmış birkaç sahne vardı. Ancak asıl dikkat çeken ikinci filmde
Aragorn’un düşüşü idi.) İşte ne olduysa ondan sonra oldu. Üçüncü filmin tabiri
caizse Oscar yağmuruna tutulması bile fanatikleri yumuşatmadı. Onlar için,
orijinal dili olan İngilizce’den farklı dillere çevrilen kitaplarda bile
büyüsünün bozulduklarına inandıkları bir efsanenin, 3 saatlik zaman dilimine
sığdırılabilmesi için senaryo değişiklikleri intihar demekti. Nitekim kitabı
okuyup filmi izleyen her insan gibi bizlerde senaryo değişikliklerini pek sıcak
karşılamamıştık ve karşılamayacaktık…

Battle for Middle Earth

Electronic Arts’ın büyük beklenti ve ümitle beklememizi sağladığı, Orta
Dünya’nın savaşlarını konu alan gerçek zamanlı strateji oyunu Battle for Middle
Earth nihayet piyasaya sürüldü. EA çalışanlarının Yüzüklerin Efendisi projesine
ne kadar önem verdiklerini, ayrıntılara ne kadar dikkat ettiklerini ve en
önemlisi filmi (yani kitabı) aynen yaşamamızı sağlamak için ne kadar sıkı
çalıştıklarını hepimiz biliyoruz. Piyasaya sürülmüş olan “The Two Tower” ve “The
Return of the King” oyunları ile bunları görmüştük. Hal böyle olunca Battle for
Middle Earth’ün de son derece başarılı olacağını Orta Dünya’yı mükemmel derecede
gerçekçi yansıtacağını biliyorduk.

E3 2004 fuarındaki tanıtımları sırasında, üst düzey görselliğini ispatlayan
videoları ile büyük sükse yapan oyunun, genelde grafikleri, oynanabilirliği ve
film müziklerini aynen kullandığı gündeme geldi. Hiç kimse senaryosundan ya da
hikaye gelişiminden söz etmedi. Filmde gördüğümüz tüm karakterleri kontrol
edebileceğimiz ve devasa ordularla görkemli savaşlar yapacağımız belirtildi o
kadar. Aslında hikayenin nasıl olacağını belirtmemeleri bizi şaşırtmadı
diyebiliriz. Çünkü kitapta ne varsa aynen öyle yaratılacağından emindik.(!)

Yüzük Kardeşliği yola çıkıyor.

Tek DVD ya da dört CD’den oluşan iki versiyonuyla piyasaya sürülen Battle for Middle Earth (BfME) mükemmel açılış demosu ile karşılıyor bizleri.
Filmden son derece tanıdık gelen Büyük Orta Dünya Savaşı’nın oyun motoru ile
hazırlanmış versiyonunu izliyor, hemen havaya giriyoruz. Ana menüye geçtiğimizde
Yüzüklerin Efendisi’nin en çok beğenilen müziğini de iliklerimize kadar
hissedince tüylerimiz diken diken oluyor. Seçeneklerimiz tipik RTS oyunlarında
olduğu gibi; Campain, Skirmish, Training ve Multiplayer. Campain görevleri iki
kısma ayrılıyor; ister Yüzük Kardeşliği ile birlikte iyi tarafı oynuyorsunuz,
isterseniz Saruman ile birlikte kötü tarafı. Skirmish modu ile senaryosuz bir
biçimde yapay zekaya karşı savaşıyoruz. Traning bölümü ise güzel düşünülmüş bir
ayrıntı. Sadece oynanışı anlatan videolar ile hiç sıkılmadan oyunun
kontrollerini ve genel yapısını öğrenebiliyoruz. Senaryoya başlarken ise;
hepimizin içinde Gandalf’ı, Aragorn’u, Gimli ve Legolas’ı yönetme arzusu
olduğundan iyi tarafı seçip, kötü tarafı daha sonraya bırakarak oyunumuza
başlıyoruz.

Demolarda sık sık lanse edilen gerçekçi ve yaşayan haritayı sonunda gerçek
gözümüzle görebildik. Geçekten de Orta Dünya haritası üç boyutlu olarak çok
güzel hazırlanmış. Önemli ve stratejik noktaların üzerine geldiğimizde, orayla
ilgili bir video sol alt köşede bizleri karşılıyor. Haritanın bir diğer özelliği
ise sürekli düşman ordularının hareketlerini görüyor olmamız. Dolayısıyla bir
sonraki savaşın nerede yapılacağına da biz karar veriyoruz. İlk bölümler gayet
çizgisel ilerlediğinden bize seçenek sunulmuyor ama ilerleyen bölümlerde bu ana
harita üzerinden istediğimiz savaşı seçebiliyoruz. Savaşları seçerkenki
kriterimiz ise; bölüm sonunda bize sunulacak olan ödüller oluyor. Genelde +1
power ya da %30 command gibi ödüller koyulan görevlerden istediğimizi
seçebiliyoruz. Tabii ki bol ödüllü olan görevler biraz daha zor oluyor.

Oyunumuz, Yüzük Kardeşliği’nin Moria Madenleri’ndeki macerası ile başlıyor.
Kahramanlarımız mümkün olduğunca görünmeden madenden çıkmak istiyorlar ancak
defalarca Goblin ve Troll saldırılarına uğruyorlar. Bu ilk bölüm bize gösteriyor
ki oyun sayısız ayrıntı ile dolu. Tabii bunlar sadece bir başlangıç. BfME’ün
ayrıntıları her bölümde artan ve insanı şaşırtan tarzda. Arabirim son derece
basit olduğundan karakterler arası geçişleri sağlarken her birinin ayrı ayrı
yetenekleri olduğunu fark edebiliyoruz. Gandalf, filmde dahi görmediğimiz kadar
büyü yapabiliyor ve grubun en önemli kişisi haline geliyor. Aragorn genelde
iyileştirici ve düşmanları korkutucu güçleri kullanıyor. Legolas okuyla attığını
deviriyor. Gimli ise; (bence grubun en güçlüsü) boyutların ne kadar önemsiz
olduğunu kanıtlarcasına, kalabalığın içine dalıp, baltasıyla terör estiriyor.
Garibim hobbitler ise ancak taş atabiliyorlar düşmanlarına. Her birinin birer
kılıcı olmasına rağmen savaşsalar da savaşmasalar da pek bir şey değişmiyor.

Moria Madenlerinin sırrı

Moria Madenleri oyunun alıştırma bölümü gibi düşünülebilir. Zira RTS’lerde
alıştığımız üretim kısmı işin içinde yok. Sadece karakterleri ilerletip, bölüm
sonuna kadar hepsini canlı tutmaya çalışıyoruz. İşin kontrol kısmı herkesin
kolayca üstesinde geleceği yapıda karakterleri seçip ilerletiyoruz. Mouse ile
her şeyi yapabildiğimiz gibi ileride büyük savaşlarda işimize yarayacak olan
özel güçleri klavyedeki kısayol tuşlarıyla da seçebiliyoruz.

İlk bölüm olması maksadıyla savaşlar kolayca atlatılıyor ve Troll’leri hemen alt
ediyoruz. Bir ayrıntı daha gözümüzden kaçmıyor elbette; oyun içinde ilerlerken
filmden alıntı olan önemli bir sahneyi yaşayacaksak; haritayı gösteren sol alt
köşedeki bölüm, biz ilerlerken filmin o sahnesini izlettiriyor bizlere. Mükemmel
düşünülmüş bir ayrıntı. Savaşları atlatıp merdivenlerden geçtikten sonra
Balrog’a geldiğimizde zaman duruyor. Gandalf herkese “Kaçın” uyarısı yapıyor.
Tüm karakterler kaçtıktan sonra Gandalf’ı kontrolümüze geçiriyoruz ve oyunun
tokat gibi inen ilk darbesi ile karşılaşıyoruz. Oyunun senaryosuna göre
Gandalf’ın Balrog’u öldürmesi gerek! “Ama Gandalf ile Balrog’un düşmesi
gerekmiyor muydu?” dememize fırsat bırakmadan Balrog saldırıya geçiyor. Uzun
süren dövüşün ardından Balrog’u yenip yolumuza devam ediyoruz. Tamam belki
hikayenin bu kısmı biraz yoldan çıkmış ama olsun zaten Gandalf ölmeyecekti değil
mi?

Amon-Hen’e giderken

Bölümleri tamamladıkça oyun içindeki başarımıza göre karakterlerimiz
güçleniyorlar. İki çeşit level atlama söz konusu. Birincisi; her karakterin
kendine ait kabiliyetini arttırıcı olanlar. Bunları, ekranın alt kısmında duran
karakter portrelerinde görüyoruz. Level’lar arttıkça karakterlerin
kullanabileceği büyü ve kabiliyetlerde doğal olarak artıyor. Her birini
kullandığımızda yeniden şarj olması için bir süre beklememiz gerekiyor. Diğer
büyü şekli ise karakterlerden bağımsız olarak bizim kullandıklarımız. Bunlar
bölümler atladıkça bize verilen puanlar sayesinde oluyor. Puanları istediğimiz
büyülere vererek, bunları oyun içerisinde ihtiyaç duyduğumuz anlarda
kullanabiliyoruz. En önemlisi olan “heal”, yani sağlık büyüsü ilk
kazandıklarımızdan biri oluyor. Tıpkı diğer kabiliyetlerde olduğu gibi bu
büyüleri de kullandıktan sonra bir süre şarj olmaları için beklememiz gerekiyor.
Daha yüksek puanlar karşılığı Rohan askerlerini, elf’leri, hatta ölüler ordusunu
bile çağırabiliyoruz.

Gerek üç boyutun getirdiği görsellik, gerekse kamera sisteminin kullanımı
gerekse kahraman sistemi bakımından teknik olarak oyunu Warcraft 3’e benzetmek
mümkün. Grafikler son derece başarılı olduğu gibi pek çok ayrıntı ile süslü.
Yani Warcraft’da olduğu gibi haritanın ücra köşelerinde gizli ödüller bizleri
bekliyor. Genelde Troll’ler tarafından korunan mağaralara girebiliyor ve düşmanı
alt edebilirsek, fazladan altın kazanabiliyoruz.

Bina yapımına başlasak iyi olur

Rohan süvarileri ile yaptığımız ilk görevde yavaş yavaş bina yapımına da
başlamış oluyoruz. Oyuna başladığımızda büyük bir çember içinde simgeler
görüyoruz. Bunlar binaları yapabileceğimiz yegane noktalar. Belki de oyunun
stratejik açıdan en önemli eksilerinden biri de bu. Sadece belirli noktalara
bina yapabiliyoruz. Bina yapmak için tek bir kaynağa ihtiyacımız var. O da;
yiyecek. Kısacası bir iki tane çiftlik yaptıktan sonra binaları dikmek gayet
basit. Binaların yapımı da simgelerin üstüne geldiğimizde otomatik olarak çıkan
seçeneklerle oluyor. Kullanışı oldukça kolaylaştırdığı kesin. Haritaları açtıkça
belirli noktalarda “outpost”, “castle” veya “house” gibi yıkıntılarla
karşılaşıyoruz. Bunlar sayesinde ikinci ya da daha sonraki binalarımızı
dikebiliyoruz. Bina sistemi yine aynı şekilde işliyor ancak haritada yeni
bulduğumuz noktayı kendimize çevirebilmek için bir süre orayı güvende tutmamız
gerekiyor.

Tıpkı bizler gibi düşmanlarımızda çember şeklindeki kalelere sahipler. Bu
kaleler dört bir yandan açık olduğundan fethedilmesi gayet basit halde
duruyorlar. Binaların tamamını yıkmamız halinde çember yok oluyor ve o nokta
yeni sahibi tarafından inşa edilmeyi bekleyen kale haline dönüşüyor. Kısacası
oyunun savaş kısmı, belirli noktaları ele geçirip bina kurmaktan ibaret. Tüm
noktaları ele geçiren kazanıyor. Ne önemli bir ayrıntı ile ne de üzerinde kafa
yoracak bir stratejik karar ile uğraşıyoruz. Bol adam üretip saldırmaktan başka
yapmamız gereken pek bir şey yok. Zaten toplamamız gereken tek ürün olunca da
pek bir sorun olmuyor.

Gerçekçi savaşlar bizleri bekliyor

İşin savaş kısmına girdiğimizde gerçekten iyi kotarılmış bir unsur olduğunu
anlıyoruz. Birimler arası güç farkları inanılmaz derece başarılı düzenlenmiş.
Örneğin Rohan süvarileri ile oynadığımız ilk bölümde anlayacağımız üzere atlı
birimler yaya birimlere karşı çok üstün. Yani kılıçlı kalkanlı Goblin ve Orc
sürülerini, hızını almış bir süvari birliği tek seferde ezip geçebiliyor. Hal
böyle olunca ilk Rohan görevi inanılmaz derecede basit oluyor. Direkt düşmanın
üzerine atınızı sürüyorsunuz ve hepsi dört bir yana uçuşuyorlar. Ancak ne zaman
ki düşman mızraklı Uruk-hai’leri üretmeye başlıyor o zaman süvarilerin saltanatı
bitiyor. Gerçi ordu haline ulaşmış süvari birliği bunların da üstesinden geliyor
ama büyük kayıplarda verdiği oluyor.

Tıpkı biyolojik besin zincirinde olduğu gibi BfME oyununda da birimler arası bir
zincir var. Yani her birimin üstün olduğu ya da zayıf olduğu bir başka birim her
zaman mevcut. Süvariler, Orcları eziyor ama kurt binicileri de süvarileri
harcıyor. Kurt binicileri okçular kolayca indiriyor ama okçuları da Uruk-hai’nin
crossbow’lu askerleri yok ediyor. Kısacası her birimin bir eksi yanı artı yanı
var. Tıpkı diğer RTS oyunlarında olduğu gibi.

Savaşların aslında en önemli yanı moral ve rütbe sistemi. Rütbe, aynen
kahramanların level atlaması gibi çok fazla düşman öldüren birimin güçlenmesi
anlamına geliyor. İşin güzel tarafı her bölümde yarattığınız ordular rütbeleri
ile birlikte bir sonraki savaşa taşınıyor. Dolayısıyla galip geleceğiniz savaşın
sonlarına doğru diğer savaşı düşünerek fazla asker ürettiğinizde olabiliyor.
Moral sistemi ise özellikle öninceleme de bahsettiğimiz üzere oyunda önemli rol
oynuyor. Morali yerinde olan bir grup asker haddinden fazla düşmanı yok
edebilirken, Sauron’un gözüne maruz kalmış askerler korkudan savaşamaz hale
geliyorlar. İşte tam bu noktada kahramanlar işi devralıyor. Savaşmakta olan bir
grup askerin yanına Aragorn, Theoden gibi askerler tarafından saygıyla
karşılanan bir kahraman geldi mi; herkes havaya girip iyi dövüşmeye başlıyor.
Üstüne bir de Boromir borusunu öttürürse; o zaman Sauron’un gözü bile orduyu
durdurmaya yetmiyor. (Efendim? Boromir öldü mü?)

Kremalı mantarlı senaryo çorbası

Gandalf Khazad-dûm köprüsünde düşmeyi reddedip Balrog’u ulu orta öldürünce
senaryoda bir şeylerin garip gittiğini hissetmiştim. Fakat Amon-Hen
topraklarında Boromir’i kurtarana kadar, olayların bu kadar sarpa saracağını da
hiç ummamıştım. “Acaba ben mi yanlış hatırlıyorum?” diye düşünürken “Frodo ile
Sam’i sandala sağ salim ulaştırın” görevini oynadığım anda film koptu. Bu
dakikadan itibaren senaryo tam anlamıyla çorbaya döndü. Boromir ile Miğfer
Dibini savunma görevi mi dersiniz, Aragorn’un ölüp bir sonraki bölümde
dirilmesini mi dersiniz (sonuçta birinin ölüler ordusunu çağırması lazım öyle
değil mi?) artık siz karar verin. Her şey bir yana oyunun motoru ile hazırlanmış
ara demoların dahi biraz evvel oynadığımız bölümü inkâr etmesi en garibi. Bazen
kahramanlarımızın ulaşmamaları gereken yere kadar gittiğimiz oluyor. Dolayısıyla
biraz sonra izleyeceğimiz videoda az evvel yaptıklarımız ile hiç alakası olmayan
olayları izleyebiliyoruz. Her bölümde yapmamız gereken görev ise hep aynı;
“Bütün düşman birimlerini yok et.”. Garip olan ise kötü tarafı oynarken her
bölümde Gimli ve Legolas’ı öldürmemiz ve bir sonraki bölümde yine karşılaşmamız.
Oyunu yapanlar burada neyi düşündüler çok merak ediyorum. Miğfer Dibi ise görev
anlamında kitabı en inkâr eden bölüm.

Gelin Miğfer Dibi’ni bir gözden geçirelim. Saruman’ın devasa ordusu gelmeden
hemen evvel Elf’ler Rohan’a yardıma gelir ve surlara dizilirler. Buraya kadar
her şey güzel. Fakat ordular hücuma kalktığı anda her şey değişiyor.
Merdivenlerin surlara dayanıp, düşmanın içeri girmesiyle birlikte (eğer surlara
atlı süvari yerleştirmediyseniz!) herkes ölüp bitiyor. Geriye kahramanlarımız;
Aragorn, Legolas, Gimli, Eowyn, Boromir(!) ve Theoden kalıyor. Belki
inanmayacaksınız ama bu altı kişi ile tüm Uruk-hai ordusunu yenmek mümkün. Keza
öyle de oluyor. Surların iç kısmında ürettiğiniz askerler pıtır pıtır
dökülüyorlar. Sol üst köşede geri sayım yapan saat tek bir anlama gelir diye
düşünüyorsunuz; “Süre dolacak ve Gandalf, Rohan süvarileri ile birlikte yardıma
gelecek.”. Fakat süre bittikten sonra gelen giden olmayınca şaşırmamak elde
değil. Üstelik savaşın her anında Gandalf’ın “En kötü anlarda bile umut vardır.”
sesinin duyulması “Dayanın geliyorum” anlamına çıkar diye düşünüyorsanız
yandınız demektir.

Büyük Miğfer Dibi savunmasından başarıyla çıkmanın en kolay yolu; surlara atlı
birimler yerleştirmek. Mantık dışı bir hareket olmasına rağmen, atlı birimlerin
yayaları ezip geçtiğini düşünürsek çok kolay bir şekilde bölümü
tamamlayabiliyoruz. Diyelim tüm saldırıları bertaraf ettiniz ve Miğfer Dibi’ni
korudunuz. Şimdiki göreviniz tüm Uruk-Hai kamplarını yok etmek! Kitabı
okumuşsanız ve senaryonun değiştirilmesine tahammül edemiyorsanız; size tavsiyem
bu noktadan itibaren senaryoyu oynamayı bırakın. Çünkü daha çok sinirlenirsiniz.
Skirmish ve multiplayer modları daha çok hoşunuza gidecektir. Ne de olsa onlarda
hikaye yok.

Güzellikleri görmezden gelemeyiz

BfME’ün teknik detaylarına baktığımızda RTS türünde bir şaheserle karşı karşıya
olduğumuzu anlıyoruz. Daha ilk bölümden itibaren haritaların detaylarına, görsel
efektlerin güzelliğine şahit olmak mümkün. Genel yapı itibariyle iyi sistemlerin
ve ortalamanın üstündeki grafik kartlarının oyunu görsel şölene dönüştüreceğini
söyleyebilirim. İlk olarak karakter animasyonları inanılmaz derecede kaliteli.
Büyük savaşlar esnasında eğer zoom yapmayı denerseniz; her birimin savaştığını,
silahını düşmanına doğru sapladığını görüyoruz. Büyük yaratıkların, küçük
birimleri savurmasını izlemek ise tam bir keyif. Tabii ki sizin birimleriniz
uçuşmuyorsa. Büyü yapan karakterlerin efektleri FPS oyunlarını aratmayacak
cinsten. Düşük sistemlerde grafik ayarlarını kısmak zorunda kalacağınızdan
detaylı dokular yok oluyor ama animasyonların güzelliği bu eksiyi hemen telafi
ediyor. Ara videoların oyun içi motor ile düzenlendiğinden biraz sönük
kalıyorlar ama yine de güzeller.

Ses ve müzik konusunda her şey dört dörtlük. Seslendirmelerin tamamı filmdeki
aktörler tarafından yapılmış. İyi tarafı oynarsak Gandalf’ı seslendiren; Ian
McKellen, kötü tarafı oynar isek; Saruman’ı seslendiren Christopher Lee oyunu ve
hikayeyi anlatıyor. Oyun içinde ise savaşlardaki bağrışmalar ve savaş sonundaki
sevinç sesleri çok güzel. Müzikler ise tek kelime ile mükemmel. Zaten filmin
müzikleri olduğundan çok başarılılar ama oyun içinde bu müzikler ile savaşmak
inanılmaz bir keyif.

Senaryo olarak umduğunu bulamayanlar için multiplayer ve skirmish modu
biçilmiş kaftan. Skirmish modunda 4 farklı ırk seçeneğimiz var. Gondor, Rohan,
Isengard ve Mordor. Aslında çoklu oyuncu modunda, Gondor’un Rohan’la ya da
Isengard’ın Mordor’la yaptığı savaşlar çok eğlenceli olabiliyor. Bu oyun
modlarında herhangi bir senaryo zorlaması olmadığından tek yapmamız gereken
düşmanları öldürmek. Ancak oyunun yapısı gereği, harita üzerindeki kamp
noktalarını ele geçirmek çok büyük önem kazanıyor. Genelde oyunun sonlarına
doğru bir kovalamaca yaşanıyor. Kaynak üretimi konusunda derinlik olmaması ve en
çok asker üretenin kazandığı bir oyun olduğundan, önemli stratejik kararlar
vermeye fırsat kalmıyor.

Skirmish oyunlarında yapay zekânın gayet başarılı olduğunu söyleyebilirim.
Haritadaki noktaları çok çabuk ele geçirip hemen önemli noktalarda pusu
kuruyorlar. Hızlı olanın kazandığı bu oyun modunda haritayı en geniş ölçüde
elinde tutabilen taraf çok büyük avantaj sağlıyor. Fakat bu modun tek eksik yanı
yükleme ekranı esnasında düşmanın nerede olduğunu göstermesi. Böylece
saldırıların az çok nereden geleceğini tahmin edebiliyoruz.

Nihai sonuç

Artık son sözleri söylemenin vakti geldi. The Battle for Middle, E3 fuarındaki
büyük süksesinin ardından, senaryo bazında insanları büyük hayal kırıklığına
uğrattığı bir gerçek. Ancak oyunun teknik yapısı inanılmaz derecede başarılı.
Haritalar son derece detaylı, görev sayısı çok ve her iki tarafın da kendine has
senaryosu olması insanı uzun süre oyalıyor. RTS sevenler ya da Orta Dünya’ya
hayran olanların gözü kapalı alması gereken oyun, ortalamanın üstü sisteme
ihtiyaç duyuyor olması herkesi sevindirmeyebilir. Eğer senaryo hatalarını
görmezden gelirseniz bir solukta bitirilebilecek kadar güzel atmosfer sunuyor
BfME.

Yazıya kötümser bir hava kattığıma ve genelde hatalar üzerinde durduğuma
bakmayın. Bu oyun Yüzüklerin Efendisi konseptini benimsememiş bir RTS olsa idi,
mükemmel denilebilirdi. Ancak hem o ismi üzeride taşıyıp, hem de orijinal
senaryoyu allak bullak hale getirmeye hiç hakkı olmadığını da unutmamak gerek.

Kafamı karıştıran bir konuyu sizlerle paylaşmam gerek. Boromir Miğfer
Dibi’nde Aragorn’u kurtarmıştı ama Miğfer Dibi’ni savunan ve savaşı kazandıran
Eowyn’di değil mi..?

Yüzüklerin Efendisinin tarihçesi:

İkinci Dünya Savaşı tüm haşmeti ile devam ederken, tüm olup biteni farklı gözle
gören bir İngiliz Profesörü vardı. Savaşta en yakın arkadaşlarını kaybederek
yaralı bir biçimde evine gönderildiğinde, ilerde çocuklarına savaşın nasıl bir
şey olduğunu anlatmanın bambaşka bir yolunu bulmuştu. Hayatı ve savaşları kendi
gözünde gördükleriyle aktarmanın en güzeli masal olabilirdi diye düşündü J.R.R.
Tolkien.

Profesörlüğünün ilk yıllarında “The Hobbit” isimli romanı, eleştirmenlerce
alaylı bir dille karşılanmıştı. Özellikle İngiltere gibi edebi eserler konusunda
taviz vermeyen bir ülkenin son derece saygın dil bilimleri profesörünün, masal
türü eserinin çıkması elbette şaşırılacak bir olaydı. Önce eleştirildi, sonra
ise üzerinde pek fazla durulmadan kenara itildi. Tolkien gibi idealist bir
yazarın eleştirilere kulak asacağı ve hayalindeki büyük projesini bir kenara
iteceği yoktu. Tasarlanması uzun yıllar süren Orta Dünya konseptini
oluşturduktan sonra 3 ciltlik “The Lord of the Ring” (Yüzüklerin Efendisi)
serisini yayınlaması hiçte uzun sürmedi. İlk iki cildin aynı dönemde çıkması hem
roman eleştirmenlerini hem de Tolkien gibi profesör olan dil bilimcileri resmen
çileden çıkardı. Saygınlığını bir kenara itip, sözüm ona “masal” türünde eserler
vermeyi tercih etmesine şiddetle karşı çıkanların sayısı hiçte az değildi.
Yüzüklerin Efendisi, tüm İngiltere’yi kısa sürede ikiye böldü. Romanı, hayat
felsefesi görecek kadar benimseyip sevenler olduğu gibi, yerin dibine sokanlarda
olmuştu. Hayalindeki dünyayı tamamlamak için geri dönülmez bir yola çıkan
Tolkien, Orta Dünya ile ilgili çalışmalarını sonuna dek sürdürmeye kararlıydı.

Ne zaman ki Yüzüklerin Efendisi Amerika’ya tanıtıldı ve satılmaya başlandı, işte
o zaman efsane ile ilgili tüm olumsuz tablo tersine döndü. Özellikle Amerikalı
gençler tarafından oldukça fazla beğenilen, romandan öte tam bir ütopya olarak
kabul edilen kitap ve yazarı Tolkien baş tacı edildi. Savaştan yeni çıkmış,
değişime hazır gençler tarafından bir çırpıda okunup biten roman, Tolkien’i
mektup yağmuru altında bıraktı. Herkes daha fazlasını istiyordu. Orta Dünya’nın
tarihçesini daha derinlemesine irdelemek, büyücülerin akıbetini daha detaylı
olarak öğrenmek istiyorlardı. Yüzüklerin Efendisi’nin devamı belki gelmedi ama
Fantezi tarzı romanların çıkmasına ve çoğalmasına vesile oldu.

Fantasy Role Playing’in (Rol yapma oyunlarının) atası sayılan Yüzüklerin
Efendisi’nin, tüm ülkelerde yayınlanmasının ardından tek kelime ile efsaneye
dönüştü. Bugün dünyanın en çok okunan kitabı olan, Yüzüklerin Efendisi; sadece
hayranları tarafından değil, yer kürede soluk alıp veren her insan tarafından
bilinmektedir.

2001 yılında vizyona giren Yüzüklerin Efendisi: Yüzük Kardeşliği ise; efsaneyi
bambaşka bir boyuta taşıdı. Günümüz gençliğine sıkıcı gelen kitap okumanın
alternatif çözümü olan filmler, Yüzüklerin Efendisi’ni çok daha büyük kitleler
tarafından bilinmesini sağlayacağı gibi, hayal ürünü olan Orta Dünya’nın
görkemini daha iyi sergilemenin yolu olacağı düşünüldü. Uzun ve yorucu çekimler
ardından gelen montaj ve bilgisayar efektlerinin eklenmesi, sabırsız hayranların
beklentilerini iyice yükseltti. Sonuç ise; mükemmele yakın bir uyarlama oldu.
Seriyi sinemaya başarıyla uyarlayan ekip Oscar® yağmuruna tutulduğu gibi, tüm
izleyenler tarafından oldukça büyük olumlu eleştiriler aldı.

Önemli karakterleriden bazıları:

GANDALF

Gandalf, güneşin üçüncü çağında Orta Dünya’ya gönderilen en önemli büyücülerden
biriydi. En çok bilinen adıyla “Gri Gandalf”; elf dilinde “Mithrandir” olarak
çağırılırdı. Cüce dilinde “Tharkûn” ve “Harad” olarak da çağırılırdı ancak pek
fazla kullanılmazdı. Sivri uçlu şapkasını hiç eksik etmez, uzun saçları ve
sakallarıyla yaşlı, güçsüz görünüşünü koz olarak kullanırdı. Ömrü boyunca
karanlık güçlerde sayısız savaşlar yaptı. En ünlüsü olan; Khazad-dûm köprüsünde
Balrog’la girdiği mücadele sonunda kayboldu. Fakat ruhu “Beyaz Gandalf” olarak
geri getirildi. Orta ‘dünya’nın en büyük savaşında rol oynayıp barış
sağlandıktan sonra yüzük koruyucuları ile birlikte ölümsüz topraklara ulaştı.

ENTLER

Elf tarihçeleri, Gökyüzünün Kraliçesi Varda Yıldızlara yeniden ışık verdiğinde
ve Elfler uyandığında, Arda’nın Büyük Ormanlarında aynı zamanda Entlerin de
uyandığını anlatır. Yeryüzünün Kraliçesi Yavanna’nın düşüncelerinden yaratılmış
olan Entler Ağaçların Çobanları idiler. Ağaçları ve tüm Orta Dünya bitkilerini
severler ve onları kötülüklerden korurlardı. Uyandıkları zaman Entler
konuşamıyordu fakat Elfler onlara bu sanatı öğrettiler ve onlar da bu sanatı çok
sevdiler. Ancak diğer canlıların kullandıkları dili değil kendi dillerini
kullanmayı tercih ettiler. Bu dil, dillerinden yuvarlanan tok ve yavaş bir
gökgürültüsünü andırıyordu. Yüzük Savaşından sonra Entler yine barış içinde Ent
Ormanında yaşamaya devam ettilerse de, zamanla sayıları azaldı ve inanışa göre
Dördüncü Çağda tamamen yok oldular.

BALROG

Karanlık Düşman Melkor’un hizmetkarları haline gelen Maiar ruhlarının en
korkuncu olan Balroglar, şeytani canavarlara dönüşmüşlerdi. Orta Dünyada Balrog,
yani “güçlü şeytanlar” olarak biliniyorlardı. Melkor’un tüm yaratıkları arasında
yalnızca Ejderhalar, Balroglar’dan daha güçlüydü. İri ve güçlü yaratıklar ve
İnsansı şeytanlar olan Balrogların, akan ateşten yeleleri ve alev kusan
burunları vardı. Kara gölgelerden bulutlar içinde hareket ediyormuş gibi
görünürler ve kol ile bacakları yılan gibi kıvrılabilirdi. Balrogların en önemli
silahı, çok dilli ateş kırbacı idi. Bu silah o kadar korkutucuydu ki, Büyük
Örümcek Ungoliant’ın Valar tarafından bile yokedilemeyen büyük kötülüğü, ateşli
kırbaç darbeleri ile Melkor’un ülkesinden sürülebilmişti. İki yüzyıl boyunca
tartışmasız biçimde hükümranlığını koruyan Balrog sonunda, Khazad-dûm Köprüsünde
yapılan savaşın ardından Büyücü Gandalf tarafından Zirakzigil’in zirvesinden
aşağı atılarak yok edildi.

Exit mobile version