The Mysterious Cities of Gold: Secret Paths
Mysterious Cities of Gold ismini eminim birçoğunuz şu an ilk defa duyuyorsunuz. Peki, Güneşin Oğlu Esteban desem? Akla bir şeyler gelmeye başladı değil mi? 1982 yılında yayınlanmaya başlayan ve bir dönem ülkemizde de gösterilen fakat nereden çıktığı bilinmez “başka” bir hitapla anılan Esteban, yıllar yıllar sonra macera oyunu ile yeniden bizlere merhaba dedi.
Güneşin koruduğu çocuk
Mysterious Cities of Gold (artık kısaca Esteban diyeceğim) Fransa – Japonya işbirliği ile yapılan bir çizgi diziydi ve oyunun konusu da serinin konusu ile paralellik gösteriyor. Yapım tıpkı çizgi dizide olduğu gibi olayların boy gösterdiği dünyayı anlatarak başlıyor. Takvimler 16. yüzyılı gösterir ve Avrupa’dan gelen büyük gemiler batıyı fethetmenin peşindedir. Daha da önemlisi hepsi gizemli altın şehrin yerini gösterecek ve rivayetlere göre And Dağları’nda saklı olan altının peşindedir.
Ana karakterimiz, güneşin biricik oğlu Esteban bir yetimdir. Denizci Mendoza tarafından bulunduktan sonra efsanevi yedi altın şehrin peşine düşerler. Esteban’nın asıl amacı ise babasını bulmaktır. Esteban’ın bu yolculuğunda kendisine Zia adında İnka İmparatorluğu’dan bir kız ve Batık İmparatorluk, efsanevi kıta Mu’nun son temsilcisi Tao eşlik etmektedir. Oyundaki hikâye de Esteban, Zia ve Tao’nun uzak doğudaki altın şehri araması ile başlıyor.
Esteban’nın hikâyesinde herhangi bir derinlik, senaryonun allanıp budaklanması gibi bir durum söz konusu değil. Hikâye yüzeysel olarak ilerliyor ve oldukça basit. Hatta çok da hızlı ilerliyor çünkü bir bölümde daha yeni karaya ayak basarken diğer bölümde “şak” diye Esteban’nın kaçırılmış olduğunu görüyorsunuz. Daha doğrusu kesik kesik ilerliyor demek olur. Zira ara videolarda da sanki dizinin özet kısmını izliyormuşuz gibi bir hava var ve şayet A noktasındaysak ne olup bittiğini anlamadan kendimizi C noktasında (B olsa gene iyiydi:) bulabiliyoruz. Anlayacağınız senaryo namına veya hikâye takibi gibi bir olgu ne yazık ki Esteban’da pek yok.
Üç sıkı dost
Esteban dışında Zia ve Tao’yu da bolca kontrol ediyoruz. Öncelikle oyunun mekaniğini tek cümle ile “bir noktadan çıkış noktasına ilerlemek” olarak özetleyebilirim. Şöyle düşünün, ortada bir harita, bir mekân var ve amaç üç arkadaşı kullanarak belirli engelleri aşmak ve final çizgisine ulaşmak. Ve bu engeller de genelde etrafta gezinen düşmanlara yakalanmamak (bunun için arkalarından dolaşmak veya kutulara saklanmak gerekli) ve yolları temizlemek için küçük bulmacaları çözmek gerekiyor.
Bulmaca dedim gerçi ama öyle puzzle’lar, ilginç şeyler beklemeyin çünkü hayal kırıklığına uğrarsınız. Puzzle’ların büyük çoğunlu karakterleri gerekli butonların üstüne getirerek kapıların açılmasını sağlamak veya çok basit bulmacaların dediğine göre o butonlara değişik bir sıra ile basmak. Örneğin karşınıza “Üç dost gider iki farklı yola ama kaderleri birdir” gibi bir bulmaca (veya tekerleme) çıktı ve bu yazıyı okuduktan sonra tek yapmanız gereken 3–2–1 numaralı tuşlara basmak. Kabataslak oyunun bulmaca mantığı bu. Bölümler ilerledikçe adetleri çoğalıyor (çünkü mekân büyüyor) o kadar. Tabi bir de etrafta sabit duran veya gezinen düşmanlar var ve onlara fark ettirmeden ilerlemek gerekiyor. Lakin endişe etmeyin çünkü yakalansanız bile hemen yakalanmadan önceki yerden başlıyorsunuz.
Üç ana karakteri de yönettiğimizde bahsetmiştim. Bir karakteri kontrol ederken diğer iki karakterin resmi ekranın sol alt kısmında beliriyor ve dilediğiniz zaman istediğiniz karaktere (elbette etrafta düşman yoksa) geçiş yapabiliyorsunuz. Üç karakterin de yetenekleri farklı olduğu için ilerlemek için üçünü de kullanmak şart. Örneğin Esteban madalyonunu kullanarak etraftaki heykelleri aktif edebiliyor, Zia dar yerlerden geçebiliyor ve Tao da eski yazıtları okuyarak bulmacaları çözmenize yardımcı oluyor. Tüm bunların dışında etrafta saklanmış hazineler ve parşömen kâğıtları toplayarak ana menüdeki ekstralar kısmından oyun veya çizgi dizi ile ilgili ek materyal toplayabilmeniz mümkün.
Ekranın sol üst köşesindeki boş kutu envanteri oluşturuyor. Genelde lazım olan taşları koyuyoruz buraya ve gerekli butonların üzerine yerleştiriyoruz. Bu arada, eğer taşı Esteban ile aldıysanız taş onda kalıyor ama tutup sürükleyerek istediğiniz karaktere verebiliyorsunuz. Son olarak bir de kamera butonu var. Bu butona tıkladığınızda haritayı serbest kamera ile gezinebiliyorsunuz.
Buram buram nostalji
Esteban’nın sarmayan senaryosu ve gizlen ilerle – butona bas geç bulmacalarına karşın sevimli olarak tanımlayabileceğim grafikleri var. Öncelikle ara videolar HD kalitede çizgi film sahnelerinden oluşuyor ve oldukça başarılılar. Tek sıkıntıları bahsettiğim gibi hızlı ve kopuk ilerlemeleri. Oyun hafif tepeden bakılan sabit bir kamera görüntüsü ile oynanıyor ve grafiklerin bana bir zamanlar PS2’de oynadığım Wild Arms serisini hatırlattığını söyleyebilirim. Labirent şeklindeki bölümlerde karakterin ilerledikçe kameranın onunla beraber ilerlemesi, konuşmalarda çizgi film şeklinde karakterin resminin yandan kayarak gelmesi ve konuşulanların altta yazması gibi hususlar zaten Japon yapımı RPG oyunlarından geliyor. Detay seviyesi bakımından Esteban tartışmaya açık ama şahsi görüşüm olarak yeterli diyebilirim.
Esteban’nın en güzel yönü ise müzikleri. Klasik çizgi serinin açılış parçası yenilenmiş olarak yeniden karşımıza çıkıyor ki oldukça güzel bir parça ve dinleyenini (çizgi diziyi izlememiş olsa bile) eskilere götürebiliyor. Seslendirmeler ise hafif amatör ruhlu ama oyuna daha samimi bir hava katmış. Son olarak yapımın tamamen fare ile (tıklayarak) oynandığını belirttikten sonra teknik detayları da bitirebiliriz.
Güle güle Esteban
80’lerin beğenilen çizgi dizilerinden birisi olan Güneşin Oğlu Esteban’nı çok uzun bir aradan sonra yeniden görmek güzeldi ama nereden bakarsam bakayım maalesef olmamış. Yine söylüyorum, senaryo çok hızlı ilerliyor ve ilgisi çok çabuk sönüyor. Bulmacalar zaten bulmaca değil. Saklan ilerle – saklan ilerle de bir yere kadar. Teknik bakımdan eskiyi hatırlattığı için biraz kotarıyor ama bunun dışında ne yazık ki fazla bir çekiciliği bulunmuyor.