Sinema/TV - Kritik

The Nun / Dehşetin Yüzü (Sizden Gelenler)

Öncelikle değinmek istediğim bir konu var: Geçmişten beri, çoğu yabancı filmin ismi dilimize saçma şekilde çevriliyor. Bu film de maalesef bu duruma maruz kaldı. Rahibe isminin gayet orijinal ve doğru bir isim olmasına rağmen, ” Dehşetin Yüzü” olarak çevrilmesi, beni üzdü gerçekten. Şimdi filmi incelemeye geçelim. 

The Nun / Dehşetin Yüzü 

”İmgeler, Meryem yolu gösterecektir.” Korku Seansı’nı izleyenler için daha heyecanlı bir durum oluşuyor tabii izlemeye başlarken. ”Beklentiyi karşıladı mı? ” sorusuna yanıt olarak, gayet karşıladı derim. Ahım şahım beklentilere girmemek gerek, çünkü sonuçta ne izleyeceğimiz, olayın nerede geçeceği az çok belli; buna göre izliyoruz filmi.

Bu kadar az mekan kullanılarak, böylesine etkili olan film sayısı pek fazla değildir. The Nun, bu işi başarmış. Filmin ilk 1 saati içerisinde; biraz durgunluk yaşayabilirsiniz fakat bu sizi hiç sıkmıyor, olaylar düzenli gelişiyor.

Kopuk sahneler yok, dediğim gibi olaylar düzenli gelişiyor ve ne olup bittiğini kavrayabiliyorsunuz. Sizi düşüncelere boğup yormuyor. Filmin keyfini almanızı sağlıyor. Bu filmi çok uzun zamandır bekliyordum ben, sonunda kavuştuk birbirimize; hemen bugün gittim. 

Hikayeye ufak bir göz atalım: Geçmişte iç karartan olaylar yaşamış olan Rahip Burke, Vatikan tarafından Romanya’da köhne bir manastırda kendini öldürmüş bir rahibeyle ilgili araştırma yapmak için görevlendirilir. Bu görevde kendisine henüz yeminlerini etmemiş olan Rahibe adayı Irene eşlik eder. Bu yolculukta onları, intihar araştırmasından çok daha fazlası; şeytani bir güç beklemektedir.

Valak, Korku Seansı serisinin 2. filminde karşımıza çıkan, büyük bir şeytani karakterdir. Bu film, tıpkı Annabelle’e olduğu gibi kendisine özel hazırlandı. Herkes büyük bir merak ve beklenti içinde filmin vizyona girmesini bekledi, dışarıda 7 Eylül’de vizyona giren film, Türkiye’de 21 Eylül’de, yani bugün sinema ekranlarına giriş yaptı.  Şeytani, pis, yılanların başı ve tamamen kendini kötülüğe adamış olan Valak’ı, kötülüğün ortaya çıkmaya başladığı zamanlarda izliyoruz. Olaylara tanık oluyoruz. 

Mekanlar zaten yazının başında da belirttiğim gibi pek fazla değil, sayılı ortam mevcut filmde. Buna rağmen atmosfer o kadar iyi yansıtılmış ki filmde, gerim gerim geriliyorsunuz izlerken. Sayılı mekan olmasına karşın film süresi boyunca aynı ortamın içinde yeni yeni yerler keşfediliyor, bu ayarlamayı çok iyi yapmışlar. Vatikan’a, Romanya’nın köy taraflarına tanık oluyoruz filmde. 

Sahne çekimlerinden ötürü de zaten kendinizi o atmosferin içinde hissediyorsunuz,  sanki mekanda bulunuyormuşsunuz gibi. Kadraj, görüntü yönetmenliği, ışık ve sesler; hepsi muazzam. Her sahnesi bir sonraki sahneyi merak ettiriyor ve sizi filmin içine sokuyor, hatta filmin içine girmeye mecbur kalıyorsunuz. ”Ya şu sahnede şurada ne vardı? ” deyip anlayamadığınız, kaçırdığınız pek bir şey olmuyor doğrusu. Anlayabileceğiniz şekilde ayarlamışlar sahneleri. Tabii bu sizin izlerken ki dikkatinize de bağlı bir durum.

Aslında böyle filmler izledikçe neden Türk sinemasının ( istisnalar hariç ) özellikle son zamanlarda yerlerde olduğunu anlıyorsunuz.

Bizi sıkmayan, gayet akıcı ve oturduğunuz yerde ziyadesiyle rahat ( ! ) izlemenizi sağlayan bir film… İzlerken sizi kendine bağlıyor, içine çekiyor; merak ediyorsunuz. Gayet gerilimi bol, jumpscaredan pek yararlanmadan; ” Orijinal korku ” yu tatmanızı sağlıyor. Zaten benim Korku Seansı serisinde de en sevdiğim olaylardan biri bu. Bir korku filminde arayıp bulmak istediğiniz hemen hemen çoğu şeyi bu seri ve bu film karşılıyor aslında. Karakterlere ısınıyorsunuz, oyuncuların performansları gayet güzel. Size duyguları ve duygu geçişlerini tamamıyla sağlıyorlar.

Genel olarak, filmde gerçekten etkileyici sahneler var. Spoiler vermeden, izleyen arkadaşların anlaması açısından şöyle belirteyim o kısmı;

” İmgeler, Meryem yolu gösterecektir. ”

            hemen ardından

” Gör Rahibe… ”

Benim filmde doyamadığım kısım korku oldu, bitmemesini istedim korkunun. Ben biraz böyleyim arkadaşlar, siz bana pek bakmayın… Filmin geneline bakarsak doydum ama, genel olarak gayet doyurucuydu, tatmin ediciydi hatta fazlasıydı. Filmin sonu da çok güzel bağlanıyor, izlediğinizde göreceksiniz. Kafanızda ” tık ” diye çözülüyor çoğu şey. Gidin arkadaşlar, izleyin. Bu film kaçmaz, özellikle sinema, vizyon dönemindeyken hiç kaçmaz. Gittiğinize pişman olmayacaksınız… Bir efsane daha bugün beyaz perde dünyasına giriş yaptı anlayacağınız. Darısı The Crooked Man ve Bill Wilkins’in başına artık…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu