Öncelikle belirteyim, yazıda dizinin konusu ile ilgili, en azından açıklanan bilgiler ya da yayınlanan fragmanlar dışında bir spoiler, yani keyif kaçırıcı bir bilgi olmayacak. Ama yine de Jigsaw kimdir bilmiyorsanız ya da ilk sezonu izlemediyseniz bu yazı ufak da olsa sizin için keyif kaçırıcı olabilir. 2.sezonunu izlediğimiz The Punisher‘ın 18 Ocak’ta Netflix üzerinden yayınlanacağını da belirttikten sonra yazımıza geçelim.
The Punisher 2.sezon inceleme
Jon Bernthal’ın Frank Castle olarak karşımıza çıkması üzerinden bir hayli zaman geçti. İlk olarak Daredevil‘ın 2.sezonunda karşımıza çıkan oyuncu, daha o zamandan ne kadar doğru bir seçim olduğunu bizlere kanıtlamıştı. Jon Bernthal’ın karakteri ile müthiş bir şekilde bağ kurması ve tam bir karakter oyuncusu olmasının tabi ki bu durumda payı büyük. Hatta sadece Daredevil’de yer aldığı bölümlerle bile Punisher denince akla kendisinin geleceği kadar iz bıraktığını da söyleyebiliriz. Neyse ki şu sıralar çatlamaya devam eden Marvel ve Netflix ortaklığı, o dönem en iyi meyvelerinden birini verdi ve Daredevil’da kabına sığmayan Frank Castle karakteri kendi hikayesine kavuştu.
İlk sezonda karakterin mental durumu üzerinden sadece bir aksiyon değil, aynı zamanda başarılı bir dram izlememizi de sağlayan yapım ekibi bu başarıyı dizinin 2.sezonunda da yakalamış. Dizinin ilk sezonunda 2 ailesi olan bir karakter (asker arkadaşları ve kendi ailesi) portresi çizilmiş ve intikam hikayesi bu 2 ailenin ortasına konumlandırılmıştı. Dizinin 2.sezonu ise Frank Castle’ın iyileşmeye çalışması ve yarım kalan işleri toparlamaya çalışmasına odaklanıyor. Tabi yeni karakterler ile birlikte düz giden bu yol, farklı sapaklara da ayrılmış.
Dizinin açılışı ise en azından yarısına kadar kafanızda soru işaretleri bırakıyor diyebilirim. Karakterin olaya girişi biraz yavan kalmış. Yine de işlenen aksiyon sahnelerinden dolayı bu durumu pek takmıyorsunuz. Dizinin temposu belli bir çıta üzerinde işlenmiş. Tabi ki konu ve karakter altyapıları hazırlanırken temponun ara ara düştüğü anlarla karşılaşıyorsunuz. Bu bağlamda geçtiğimiz sezondan hatırlayacağımız bazı karakterlerin hikayesi ise boşlukta sallanıyor diyebilirim. Yeni karakterlerden en dikkat çekenleri ise fragmanda da görme şansına sahip olduğunuz Amy Bendix ve John Pilgrim. Her iki karakterin de misyonu ve dizideki yeri oldukça önemli.
Amy Bendix‘ten başlayacak olursak kendisini en önemli yapan unsur bir sidekick (yardımcı) olması. Yani Frank West ona yardım etse de aslında o da alttan alttan kendisine yardım ediyor. Bu karakterde genel hatları ile uyuz olacağınız, evin şımarık kızı nidaları var. Hatta zaman zaman nankörlüğe kadar giden bir işleyiş göreceksiniz. Yardım olayında ise sadece bulundukları durumdan çıkmak için değil, Frank’in mental durumuna da katkı sağlıyor. Yani Frank bir nevi kendi ailesini, kızını Amy’de buluyor diyebiliriz. Özellikle bu ikili arasındaki bazı diyalogları izlediğinizde eminim ne demek istediğimi çok daha net bir şekilde anlayacaksınız. İlk etapta bir tetikçi nidası ile karşımıza çıkan John Pilgrim ise adeta Banshee‘den fırlamış gibi karşımıza dikiliyor. Karakterin hedef odaklı ilerleyişi, donuk bakışları ve kendi içerisinde yaşamış olduğu çatışmalar diziye güzel bir şekilde aktarılmış.
Tabi Jon Bernthal olmasa, tüm bu etkenlerin de bir anlamı olmazdı diye düşünüyorum. Doğal olarak dizinin merkezinde olan Jon Bernthal, o kadar iyi bir performans sergiliyor ki, aksayan noktalar da dahil olmak üzere tüm bu olguları bir arada tutmayı başarıyor. En durgun olan bölümde ya da sahnede bile onu izlemekten keyif alıyorsunuz çünkü karakter ile her zaman olduğu gibi bütünleşmeyi başarmış. Karakterin bakışlarından tutun da sesinin titremesinden bile içerisinde sıkışıp kaldığı bu çaresiz durumu hissediyorsunuz.
Dizinin 2.sezonu ruhani bir devam olarak düşünülse de aslında yepyeni hikayeleri içerisinde barındırıyor. Örneğin fragmanlarda da bol bol gördüğümüz Billy Russo karakterini ele alalım. Tamam kendisi ilk sezonun da odak noktalarından birisiydi fakat yeni sezonda asıl doğuşuna şahit oluyoruz denebilir. Karakterin yavaş yavaş Jigsaw‘a dönüşmesi, kendi içerisinde yaptığı çatışmalar güzel bir şekilde yansıtılmış. Yine de bu yavaşlığın gerçekten de fazlasıyla yavaş olduğunu düşünüyorum. Özellikle ilk bölümlerde bu karakterin sürekli aynı noktada olmasından sıkıldığımı söyleyebilirim. Neyse ki dizinin ortasından itibaren bu durağanlık yerini aksiyona ve asıl meseleye getiriyor. Yeri gelmişken Ben Barnes iyi bir performans sergilese de aynı şeyi karakterin makyaj ve genel durumu için söylemek zor. Bu tabi ki bir uyarlama olarak ele alınmalı ama Jigsaw denince, daha yaralı bir surat ve daha iddialı bir makyaj beklediğimi de itiraf etmem gerekiyor.
Kısacası toparlamak gerekirse Punisher kaldığı yerden, hatta aynı çizgide devam etmeyi başarmış. Başta da söylediğim gibi zaman zaman tempo düşüyor ama genel hatları ile baktığımızda ilk sezona benzer bir çizgide ilerlediğini söyleyebilirim. Bunu hem dizi gidişatı hem de Frank Castle‘ın ruh hali için söyleyebiliriz. Yani karakterin üzerine de çok fazla şey koyulmamış. Buna rağmen ilk sezonu ve dizinin zaten sahip olduğu bu tonlamayı o kadar çok sevdik ki, bu durumdan da tabi ki şikayetçi değiliz..