Oyun dünyasında bazı seriler vardır ki kendi türünü oluşturmayı başarmıştır. Bu seriler öylesine derin bir hikayeye ve oynanış tarzına sahiptir ki, oyun dünyasına kattıkları ile oyuncuların hafızalarında derin bir iz bırakmayı başarmıştır. Bu serilerin en başarılılarından biri olan Souls’da, oyun dünyasında kendi türünü oluşturmayı başaran bir yapım. Oyunculara sunduğu zorluk, gerilim ve hikaye öğeleri ile her yeni üyesi, tüm oyuncular tarafından hayranlık beslenen bir yapım.
Tabii ki bu tip kendi türünü yaratmayı başaran oyunlar oyuncular ile buluşmaya devam ettikçe, farklı firmalar da bu tip yapımları örnek alarak kendi oyunları ile karşımıza çıkıyor. Lords of the Fallen ile birlikte ilk defa karşımıza çıkan Deck 13, Souls serilerine benzer oynanışı ve mekanikleri ile ortalama notlar almış, beklentileri tam olarak karşılayamamıştı. Deck 13 ise bu türden henüz vazgeçmemiş olacak ki, yine benzer elementlere sahip yeni bir HardCore RPG üzerinde çalıştığını duyurmuş ve karşımıza The Surge ile çıkı vermişti.
Dark Souls, Bloodborne, Nioh ve Lords of the Fallen gibi Hardcore RPG türüne bilim kurgusal (ilginç bir kelime oldu) bir bakış getiren The Surge, bizleri belden aşağısı felçi kahramanımızın, Call of Duty’lerden hatırladığımız Exo Suit’ler yardımı ile çalıştığı geleceğin fabrikasında ayaklarımızın üzerine dikiyor. Oyunun başında geçtiğimiz kısa tren yolculuğu sonrası, tekerlekli sandalyemiz ile birlikte oyunun dünyasına merhaba diyoruz. Oyunun hemen başında bizlere sınıf seçtiren iki odadan birini seçtikten sonra oyuna da başlamış oluyoruz. Oyunda seçebileceğimiz iki farklı sınıf var, bunlardan biri Lynx. Lynx daha çok hızlı hareket etme ve gelen saldırıları dodge’lama üzerine kurulu bir sınıf, hafif zırhlar giyebiliyor ve düşük vuruşlar yapıyor. Diğer sınıfımız ise Rhino, Rhino Lynx’e kıyasla ağır zırhlar giyiyor ve ağır hareket ediyor ancak çok daha yüksek hasar verebilme ve savunma imkanına sahip oluyor.
Oyundaki yapmış olduğumuz her saldırı ve savunma diğer oyunlardan alışık olduğumuz şekilde Stamina harcıyor. Lynx sınıfı daha fazla hareket kabiliyeti sahip ve daha az Stamina tüketiyor ancak Lynx oynarken sürekli olarak hareket etmemiz gerekiyor. Rhino ise Lynx’e kıyasla daha hantal oluyor ancak yüksek hasar ve savunma imkanı ile daha rahat bir oynanış sunuyor.
Sınıfımızı seçip oyuna başladıktan sonra The Surge bizleri nasıl olduğunu anlamadığımız şekilde çalıştığımız fabrikanın harab olduğu ve içeride çalışanların adeta birer Exo Suit’li zombiye dönüştü bir ortama sokuyor. Hikaye bakımından bizlere herhangi bir detay vermeyen oyun, başlar başlamaz bizleri aksiyonun içerisine sokuyor. Oyun boyunca karşılaşabileceğimiz zombi haline gelmiş diğer çalışanlar ve drone’lar mevcut. Drone’lar bizlere uzaktan ateş edebilirken, zombiler yakınımıza gelmek zorunda kalıyor.
The Surge’ün diğer oyunlardan ayrılan kısmı ise oyun içerisinde düşmanın farklı uzuvlarına saldırılar gerçekleştirebilmemiz. The Surge Asimetrik olarak zırh giymemize izin veriyor. Örneğin sağ bacağımıza ayrı, sol bacağımıza ayrı Exo Suit’ler giyebiliyoruz. Bizim için işleyen bu mekanik düşman NPC’leri için de geçerli. Bazı düşmanlar vücutlarının belli bölgelerinde zırha sahip olmuyor ve zırha sahip olmayan bölgelere sağ joystick yardımı ile yapacağımız saldırılar ile daha fazla hasar verebiliyor, hatta uzvu kopartacak bitirici vuruşlar yapabiliyoruz. Eğer düşmanın uzvunu koparırsak da düşen Scrap’ler veya ekipmanları cebimize indirebiliyoruz.
Oyundaki Scrap mantığı da seviye atlamak için gereksinim duyduğumuz para birimi yerine geçiyor. Bu sistemi Souls oyunlarındaki Soul’lara ya da Nioh’daki Amrita’lara benzetebiliriz. Tıpkı diğer oyunlarda olduğu gibi The Surge’de de öldüğümüzde Scrap’lerimiz yerine düşüyor ancak diğer oyunlardan farklı olarak düşen Scrap’leri geri almak için kısıtlı bir zamana sahip oluyoruz. Düşen Scrap’lerimize doğru koşarken karşımıza çıkan NPC’leri öldürürsek de ekstra zaman kazanabiliyoruz.
Oyunun ekipman sistemi de çok karışık tutulmamış. Düşürdüğümüz veya craft’ladığımız ekipmanlara farklı modüller takarak özelleştirmeler yapabiliyoruz. Kimi modüller bize can veriyor, kimileri ise etrafımızdaki kutulara yaklaştıkça bizlere sinyal vererek haber verebiliyor. Oyunu oynadıkça kendi tarzınıza uygun modüller kullanarak eğlenceli bir deneyim elde edebiliyorsunuz.
Oyunun ortamları ise distopik bir gelecekte geçen fabrika olarak tasarlanmış. Genel olarak post apokaliptik bir oyun hissi veren The Surge’de çevrede çok fazla görmeye değer ortamlar bulunmuyor. Genel olarak ortamlar da birbirine benziyor ve kaybolabiliyorsunuz. Çevre tasarımı konusunda The Surge beklentilerimi pek de karşılayamadı.
Boss dövüşleri ise böyle bir oyuna göre oldukça zor olmuş. Hatta ilk boss’u bir türlü geçemediğimi itiraf etmem gerekiyor. Diğer NPC’ler ile kapışmak ise nispeten kolay. Genellikle size yaklaştıklarında depar atan NPC’leri tek bir dodge ile çarşıya gönderiyor ve iki sağlam darbe ile tokat manyağı edebiliyorsunuz. Bu tip oyunlara oldukça uzak olan ben bile NPC’ler ile savaşırken hiç zorlanmadım diyebilirim.
Grafikler tarafında ise The Surge kaliteli bir ışıklandırma ve detaylı kaplamalar sunuyor. Genel olarak göze oldukça hoş gelen ve kaliteli hazırlanan The Surge, görsel anlamda beklentilerimi karşılamayı başardı. Karakter tasarımları da keza başarılı diyebiliriz. Sesler tarafında da benden geçer not almayı başaran The Surge, özellikle sert vuruşlarda vurduğunuz hissettiriyor, ancak müzikler konusunda yapımın hayli zayıf kaldığının da altını çizmem gerek.
Uzun lafın kısası The Surge, Souls tarzı oyunları seven ancak farklı bir zaman dilimi veya tema görmek isteyen oyuncuların ilgisini çekebilecek bir yapım. Hikaye konusunda ise oldukça zayıf olan The Surge’den bir Dark Souls tarzı derinlik bekleyen oyuncular ise ciddi hayal kırıklığına uğrayabilir. Eğer bu tip bir oyun arayışında iseniz The Surge beklentilerinizi tam olarak karşılayamayacak olsa da sizi bir süre idare edebilir.