World Cyber Games, kısaltılmış ismiyle WCG. Bilgisayar oyunculuğunda doruk nokta. Türkiye’de sadece PC için geçerli olsa da, dünya için artık konsolda da en üst kademe. Diğer bir tanımla açıklayacak olursak; yıllardır tıkırdattığınız klavye tuşları sayesinde edineceğiniz ilk büyük deneyim veya belki de ilk kazanç. Profesyonel oyuncuların birbiriyle kıyasıya mücadele ettiği, köklü dostluklar kurduğu ve sadece bilgisayar oynayarak bir şeyler elde etme amacıyla buluştukları dev organizasyon. Ya da ne derseniz deyin işte, bu sene ben de oradaydım.
Türkiye’de Siberlig’in organize ettiği finaller 16-20 Ağustos 2004 tarihleri arasında yapıldı. Temmuz boyunca ön elemeleri yapılan turnuvanın en son ayağı İstanbul Parkorman’daydı. Hem de 400 oyuncunun katılımıyla, topu topu 6 oyunda. Multiplayer aksiyonda ilk akla gelen oyun olan Counter-Strike’ın son versiyonu Condition Zero, stratejinin iki değişmez klasiği StarCraft: Brood War ve Warcraft: Frozen Throne, kim ne derse desin futbol oyunlarındaki mihenk taşlardan birisi olan FIFA’nın 2004 sürümü, grafik açıdan en iyi multiplayer aksiyonlardan birisi olan Unreal Tournament 2004 ve İstanbul’da benim de şansımı denediğim araba yarışlarındaki son klasik Need for Speed: Underground’du onlar. Vay be ne çok oyun varmış. Yazının son kısmında bütün oyunların şampiyonları ve bu seneki turnuvada neler yapabileceğimiz konusunda bir bölüm de mevcut.
Bu seneki maçlar yine çok büyük sürprizlere sahne olmadı. Hemen hemen bütün oyunlarda favoriler şampiyon olurken, en büyük sürpriz ise NFS’de Erdem’in ilk turda elenmesi oldu(başta da abartırım). MK adına oradaki havayı içime çekmek ve yalnızca bu yazıyı hazırlamak için orada bulunduğumu söyleyecek olursam kendime adeta hakaret edeceğimden dolayı öyle yapmıyorum. Peki ne yapıyorum; hemen size Murat Abi’nin de isteği doğrultusunda şehir dışından finallere katılan sıradan bir oyuncunun yaşayacaklarını resmederek izlenimlerimi aktarıyorum. Bu şekliyle yazı hem çok eğlenceli olacak, hem de bir İstanbul kara cahilinin nasıl da Kadıköy diye Üsküdar’a gidebileceğine ve Emre kardeşimin bunun sonucunda nasıl delirtilebilinebileceğine tanıklık edeceksiniz. Böylece ben de tek avuntumu bağrıma basmış olacağım. Nasıl avuntuysa bu?? Kemerlerinizi bağlayın, let’s get this great journey started…
Gün “1” – Otobüse biniyorum ve son 10 yılın en büyük yağmuru….
Dediğim gibi temmuz ayı boyunca bütün oyunlarda ön elemeler yapıldı. Bu elemelere internet kafeler ev sahipliği ederken, Avatürk’ün sunucularındakilere rağbet çok fazla olmadı. Katıldığım merkezdeki karşılaşmalarda Türkiye genelinde olduğu gibi CS:CZ ağırlığı hissediliyordu. Oyuncular, kurdukları beşer kişilik takımlarla birbirlerine kıran getirirlerken diğer oyunlarda elemeler sürüyordu. Benim yarıştığım yerdeki NFS elemeleri diğer oyunlara kıyasla çok renkli değildi. Yarışmacı sayısı azdı ve çok kısa bir sürede sonuçlandı. İstanbul vizesini cebine indiren yarışmacı ise ben oldum. Bununla övünecek değilim; çünkü, İstanbul’da çok fena haklandım.
İstanbul dışından katılan yarışmacılar Siberlig tarafından ağırlandığından dolayı turnuvaya katıldıkları oyunların başlangıç tarihlerinden bir gün önce otellerine yerleştiler. 15 Ağustos günü ilk olarak CS oyuncuları daha önceden Siberlig’in internet sitesinden duyurulan konaklayacakları yerlere giderken, bireysel oyunlardan finallere katılanlar ayın 17’sini beklediler. Ertesi gün, yani 16 Ağustos saat 10’da da ilk oyunlar başladı. Başladı; ama, ilk güne hava muhalefeti tam anlamıyla darbesini vurdu. Toplam 80 bilgisayarda düzenlenen büyük finalde elektrik şebekesindeki sorunlar nedeniyle ilk gün maçları tamamlanamadı. Üstüne üstlük Half-Life TV’den maçları izlemek isteyen kullanıcıları da büyük bir sürpriz bekliyordu: maçlar ilk gün yayınlanamadı.
Bu büyük sorunların arasında Siberlig organizatörlerinden Serhat a.k.a. Jess’in sinir katsayısı üç haneli sayılara ulaştıysa da ikinci gün bütün sorun çözülmüştü. Buna rağmen akşam saatlerinde onun da suratı renkten renge giriyordu; nedeni ise gün boyunca inanılmaz gürültülü bir ortamda “yemek fişi var mı?” diye başının etini yiyen adamlara sıkılmadan “kalmadı” demesiydi.
Aynı günün farklı bir diliminde de ben, sabah 9:30 otobüsüyle İstanbul yollarına düştüm. MK’nın değerli ve mümtaz şahsiyetleri Murat ve Emre beyler bana ulaşımda yardımcı olacaklarını garanti ettiler. Onlara güvenerek çıktım yola.
Haberlerde verilen hava durumu raporlarına göre İstanbul’da son 10 yılın en şiddetli yağışları yaşanmaktaydı. Yanımdaki adamın Bolu Dağı’nı geçtikten sonra her şeyin belli olacağını söylemesinden sonra aldım bir gazete okumaya başladım. Kocaeli dolaylarına geldiğimizde kızılca kıyamet koptu. Fırtına ve bardaktan boşalırcasına yağan yağmur, çantama koyduğum iki pırtık t-shirt’e nazire yaparcasına şiddetliydi. Ama İstanbul’a vardığımda yakıcı güneşin pırıltısıyla kendime geldim, sonrasında da havanın bulutlanmaması karşısında “son 10 yılın en şiddetli yağmuru bu muymuş?!” demedim değil.
Seyahat ettiğim otobüs firmasının Kadıköy’deki yazıhanesine geldiğimde Emre kardeşime haber verdim, o da beni sağ olsun geldi, aldı. Murat Abi ve Mine Abla’yı gözlerim aradıysa da bulamadım. O sırada işleri varmış, bekledim biraz. O arada da Emre kardeşim ile koyu bir sohbet yaptık ki, sormayın gitsin. Büyük çift geldiğinde de şaşkınlığımı gizledim. Birbirine bu kadar candan ve sevecen hitap eden iki insanı arasanız bulamazsınız. İmrendim ve eve gelince çift olmak amacıyla kendime bir “tek” aradım, ama yeri değil burası.
Bu arada saat 6’ya geldi ve o kadar işleri arasında büyük bir fedakarlık yaparak gidip geleceğim yeri görmem amacıyla beni Parkorman’a kadar götürdüler. Orada da hem onlar birkaç tane fotoğraf çektiler, hem de ben etrafa biraz göz attım. Süper bir yer, her taraf insan kaynıyor ve yüksek bir platforma konulmuş iki tane büyük ekran TV ile o sırada süren maçlar ekranlara taşınıyor.
İlk günü çok uzatmayayım; oradan da Beşiktaş’a, kalacağım otele geçtim, TV filan seyrettim, biraz da geç uyudum. İlk gün böylece bitmiş oldu. Siz de başka memleketlerden gelirseniz aşağı yukarı böyle bir gün geçireceksiniz ve bir an evvel kendinizi otele atmaya uğraşacaksınız.
Gün “2” – Elenmeler ve kaybolmalar…
Ayın 18’i, günlerden çarşamba, saat 8:30. Haykırıcasına gelen telefonun inanılmaz gürültüsü ile oda arkadaşımla aynı anda, aynı sözleri söyleyerek uyandık. Peşinden de kahvaltıya kadar kesilmeyen bir çarpıntı. Telefondaki hanımın sözlerine göre saat 9:30’da bizi Parkorman’a götürecek olan otobüs hareket edecekmiş, o saate kadar da hazırlıklarımızı yapacakmışız. Olabilecek en korkunç uyanışı yaptıktan sonra daha fazla kestiremeyeceğimizden dolayı giyinip aşağı indik. Açık büfe kahvaltı karnımızı doyururken, içerideki sıcak ortam göz kapaklarımızın ağırlaşmasını körüklediyse de telefondaki aynı ses bu kez bizi otobüse davet etti. Tabi ki otobüste de uyudum.
Turnuva mekanına gittiğimde ilk bakındığım şey eşleşmeler oldu. Her ne kadar önceki gece kuralar çekilmiş olsa da bunları öğrenme imkanım olmadığı için olanlar hakkında hiçbir fikrim yoktu. Ve oraya bakar bakmaz gün içerisindeki ikinci şoku geçirdim. Finallere katılan NFS oyuncularının açıklandığı günden beri gözümde büyüttüğüm, bırakın en son karşılaşmak istemeyi; hiç karşılaşmak istemediğim ve bence turnuvanın favori kişisinin, yani “kennyrox’un” benimle eşleşmiş olduğunu fark edince neye uğradığımı şaşırdım. Hoş, ben buraya çoğunlukla eğlenmek için gelmiştim; ama, hani içten içe kazanmayı da arzulamıyor değildim. Yine de bir umut yenebilirim diye aklımdan geçirdim.
Güne NFS, Unreal ve CS elemeleri ile başlanacaktı ve NFS’de ilk maç benim olduğu için rakibim bekleniyordu. Lakin eleman ortalıkta yoktu, bundan dolayı CS dışındaki iki oyunun elemeleri saat 1’e ertelendi. Bu arada da ben alt kata indim ve CS elemelerini seyrettim. Bir tarafta büyük ekranda CS elemeleri sürerken, arka taraftaki monitörlerde de Sprider-Man 2 gösterimi vardı. Sıkılanlar ve bir “kantır” düşmanı olarak ben filmi seyrettik.
Saat 1 oldu ve kennyrox hala olması gereken yerde değildi. Unreal elemeleri başlamalıydı, nitekim başladı. Oda arkadaşım da bu oyundan turnuvaya katıldığı için ister istemez orayı da takip ettim. Derken hakemler diğer eşleşmelere devam edilebilmesi gereğinden dolayı rakibimin yenildiğini, benim de ilk turu “bay” geçtiğimi açıkladılar. Çok sevindim, nasıl sevinmem?? Öbür maç başladı, bitti. O arada CESK.Turkiss geldi direksiyonunu kurdu, en çok ilgiyi de zaten o çekti. Sonrasında StarCraft maçlarına bir göz attım, Unreal tüm hışmıyla sürdü; utanmadan bir de yemek yedim o arada. Ve bu kadar faaliyetin ardından, saat 2 sularında gerçekten de inanılmaz karizmatik bir delikanlı kapıdan içeri girdi. Kendisinin fotoğraflarını önceden gördüğümden dolayı onu, yani rakibimi tanıdım ve direk hakemlerin yanına gidip durumu açıkladım. Zamanında gelmediği için elenmesi gerektiğini hatırlattım ve onlar da bana hak verdiler; ama, nedendir bilinmez, bir süre sonra bütün katılımcıların yarışmak zorunda olduğu için onun da yarışacağına karar kılındı. Kızdım; çünkü, haklı bendim. Belki değilim, buna rağmen ben böyle düşünüyorum.
Sonucunda yarıştık ve zaten direk ESL’den elemesiz gelen kennyrox, gözüne geçirdiği simsiyah gözlükleri ile beni hallaç pamuğu gibi savurdu adeta. Kendime güvenim tam olmasına rağmen yarışın ilk turunun başı dışında fazla varlık gösteremedim. Belki de en büyük hatayı Skyline’ı seçerek yaptım. Bir de bunun üzerine evden getirdiğim save dosyalarımın bozuk çıkması da eklenince yenilgi kaçınılmaz oldu. Boş verin gitsin ya. Hiç değilse bile eğlendik.
Yenilenler grubunda da darkmania ile karşılaştım. Hemen yarışın başında onunla çarpışmam ve o yoluna devam ederken benim duvara takılmam sonucunda aramız iyice açıldı, ardından da elimden geleni yaptıysam da yetişemedim. Kısacası WCG2004 Finalleri benim için biraz kısa sürdü. Bu sırada da saat 4 olmuştu.
Artık yavaş yavaş eve dönüş yolculuğuna çıkma vakti gelmişti. Son gecemi de otelde geçirdikten sonra ertesi gün en geç saat 12’ye kadar ayrılmamız söylendi. Yalnız ben son kez MK ofisini ziyaret etmeden dönecek değildim. Saat 8’de ofis kapanıyor olsa da ben gözümü karartarak onların yanına ulaşmaya çalıştım. Çalıştım diyorum; çünkü İstanbul maceramın en komik anları da bu iki saat içerisinde yaşandı. Az çok gidip geleceğim yollar aklımda kaldığından Beşiktaş’a gittim, oradan da deniz yoluyla Kadıköy’e gideceğim. Yalnız ben Kadıköy’e giden vapurlara değil de, Üsküdar’a giden deniz otobüslerine binince ortalık karıştı. Üstelik gittiğim yeri Kadıköy sanıyor olmam da cabası. Ecnebilik işte, nereden bileceksin.
Benim yanlarına geleceğimi bilen MK ekibinin tüm elemanları toplanmış beni beklerken meraklanan Emre kişisi bana telefon eder ve “Nerdesin olum sen, hadi gel” der; ben de ona “Nası gelecem?” deyince soluksuz koşuşturma başlar. Yalnız dikkatinizi çekiyorum; ortada kendisini Kadıköy’de sanan Üsküdar’daki bir adet Erdem ve Kadıköy’de bana yer tarif eden bir tane Emre var. Onun bana tarif ettiği yollardan geçince mantıklı sonuçlar ışığında tarif edildiği gibi yerlere çıkıp ortada hiç kimseyi bulamıyor oluşum her ne kadar kızmamış gibi görünse de Emre’yi çok sinirlendirdiğine eminim.
En sonunda bu bulamamaca “Abicim denizi takip et, iskeleye gel!!!! O kadarını da yaparsın heralde!” demesiyle sonuçlandı. Ben de onun dediği gibi yaptım ve geldim. Adamı telefonla aradım, “Baba, ben Üsküdar Zabıta Karakolu’nun önündeyim. Gel beni al.” dedim, ve karşıdan şöyle bir ses geldi: “Iııııhhh… Ne?”, ardından da “Ben seni Murat Abi’ye havale ediyorum, daha da bişey demiyorum” dedi. 2 dakika sonra Murat Abi beni aradı ve “Kardeş sen direk arkanı dön, bin arabaya, git oteline” dedi o yüzü kadar tatlı, sevimli ve şeker ses tonuyla. Ben de öyle yaptım ve eşyalarımı toparladıktan sonra uyudum. Bu gün de böyle bitti işte.
Gün “3” – Ben Giderim, Adım Kalır, Dostlar Beni Hatırlasın…
Dediğim gibi elenen oyuncuları direk postaladıklarından dolayı saat 10 civarında otelden çıkışımı yaptım. Artık önceki gün gibi bir zırvalık yapmayacağım için sora sora vapur iskelesini buldum, karşıya geçtim ve yine birkaç küçük yönlendirme sonucunda 11 sularında MK Office’i buldum. Gider gitmez Murat Abi’nin ve Emre’nin bombalarıyla karşılaştım. Birisi gözüme inceleme maksadıyla oyun sokmaya çalışırken bir diğeri “hangi yazıyı yazacaksın, aha al otur yaz hemen şimdi” deyiverdi. E haklılar da bir yerde, boş oturmamak lazım. İşime de geldi aslında. Mine Ablaya ise hiçbir şey demiyorum, hatta teşekkür ediyorum; o bana yemek ısıttı ve ekmek aldı çünkü.
Murat Abi’nin karaoke çalışmaları ile birlikte şenlenen ortam, yeni oyunların çıkış haberleri ile had safhaya ulaştı. Bu sırada yana yana haber girme işiyle uğraşan Emre Günen kişisi, bir yandan da donmaya yüz tutmuş patates yemeğini çatallamaya uğraşıyordu.
Her güzel şey gibi bunun da bir sonu olmalıydı. Saat 2’ye yaklaşırken aklımda WCG’den ziyade MK’da geçen sadece birkaç saatimin tatlı anıları kalmıştı. Yazımın son kısmında her oyunda bizi Amerika’da temsil edecek oyunculara ait bir potpuri var. Her ne kadar bu yıl da diğer ülkelerle kıyaslandığımızda çok iddialı görünmesek de önceki senelere kıyasla daha iyi bir ekip gönderdiğimiz kesin.
Saat 2’den sonra ne oldu derseniz otobüse bindim gittim derim size. Yolculuk sırasında bazı trafik kazası manzaraları ile karşılaşıldı; ama, bunlara hiç gerek yok. Merak da edeceğinizi pek sanmıyorum.
AMERİKA’YA GÖNDERDİĞİMİZ MÜMESSİLLER
Bu yıl Amerika’ya uğurlayacağımız oyuncular çok spesifik bir şekilde, adeta elle seçilerek gönderiliyor. FIFA ve CS dışındaki oyunlarda parsayı CESK klanı toplarken CS’de ülkemizi Ankara’nın gururu Team.Quash ekibi ve FIFA’da da [64AMD]Emrah kardeşimiz temsil edecekler. Hepsine yürekten başarı dilemeden önce gelin elemelerde nelerle karşılaşıldığına ve bizi nelerin beklediğine bir göz atalım.
Counter Strike
Herkesin belki de nefesini tutarak izlediği elemelerin başında CS geliyordu. Turnuvanın başından sonuna devam eden karşılaşmalarda rakiplerine üstünlük sağlayan ekip geçen sene de olduğu gibi bir Ankara takımı oldu: Team.Quash. Diğer oyunlardaki üstünlüklerini CS’de de finale kadar taşıyan CESK klanı yine gözdeydi. Ama çoğunluğun da favorisi olan Team.Quash zaferini fazla zorlanmadan ilan etti. Her ne kadar Amerika’da onları çok zorlu takımlar bekliyor olsa da kendilerini turnuva öncesinden beri seyrettiğim için söylüyorum; bu adamlarda büyük iş var. Amerika’da güvendiğim ve sürpriz yaşanmasını beklediğim oyunlardan birisi hiç sevmememe rağmen CS’dir.
NFS: Underground
CS maçlarını seyrederken birisinin “Hadi yaa, ben NFS seyretmek istiyorum” dediğini duydum. Bu turnuvada da bir NFS oyuncusu olarak şunu söyleyebilirim ki, oyunlar sırasında gerçekten de salonda sonucu en çok merak edilen oyunlardan birisiydi. Diğerleriyle kıyasladığımızda bu oyun için fazla sayıda genci Amerika’ya göndereceğimiz için yarışmacılar arasında da kıyasıya bir rekabet yaşandı ve bu da çok ilgi topladı. Kendime çıkan rakip karşısında biraz canım sıkıldıysa da bu baştan pes edeceğim anlamına gelmezdi. kennyrox ile oynadım ve bu şerefe nail oldum. Sonuçta elendim; ama, olsun. O da elendi ve Amerika vizesi alamadı=)). NFS’den iki oyuncu gideceği için kaybedenler grubundakiler de büyük bir öneme sahipti. Herkes Turkiss veya kennyrox’u kürsünün üst basamağında görmeyi beklediyse de sürpiz bir şekilde Mc Ryan oyunu kazandı; hem de finalde Turkiss’i devirerek. Çok dikkatli seyrettim, ve Amerika’da en umutsuz olduğum oyunlardan birisi bu. Ama buna rağmen sadece isime önem verildiğini de gördüm, kazanan Mc Ryan olmasına rağmen röportajlar Turkiss ve kennyrox ile yapıldı; Mc Ryan ile değil.
Unreal Tournament 2004
CESK fırtınasındaki bir diğer durak da Unreal’dı. Geçen senenin şampiyonu Emre a.k.a. Blazer bu sene de ipi önde göğüsledi. Yalnız bu sene hayli zorlandı ve frag farkıyla kazandı. Rakibi Chaos gerçekten de çok iyiydi ve bu yıl Emre’ye kolay bir birincilik yaşatmadı. Final karşılaşması 2-2 biten Unreal oyununda rakibine frag farkıyla üstünlük sağlayan Blazer, Amerika’daki oyuncularımızdan birisi oldu. Neler yapabileceğini göreceğiz.
FIFA 2004
Konami’nin futbol oyunlarından sonra tahtı epey bir sallanan; ama, geçmişi ve yapımcısı açısından asla kaybolmayacak oyunlardan olan FIFA’nın 2004 yılı oyunundaki WCG Türkiye Finali’nde [AMD64]Emrah ile CiberArmy karşılaştı. Üç maç üzerinden yapılan ve rakibine üstünlük sağlayanın şampiyon olacağı seride oynanan ilk iki maçı da (4-2),(2-1) kazanan [AMD64]Emrah arkadaşımız ülkemizin bayrağını San Francisco’da dalgalandıracak bir diğer oyuncumuz oldu. Her ne kadar elemeleri biraz sönük geçtiyse de kendi içerisinde inanılmaz bir heyecana sahne olan FIFA finallerinden gönderdiğimiz oyuncumuzun da bizi en iyi şekilde temsil edeceğinden hiçbir kuşkumuz yok. Bu arada laf arasında belirtmek istiyorum; 2005 yılında Singapur’da gerçekleştirilecek WCG2005 Finali’nde FIFA2005 oyunu oynanacak. Yani PES4 ne konsol’da ne de PC’de hala yer almıyor.
WarCraft III
İstanbul’daki finallerin yıldızı olan CESK klanının bir diğer oyuncusu olan CESK.Venom, WarCraft III’ün şampiyonu ve Amerika’ya gidecek tek WarCraft oyuncumuz oldu. Ben pek RTS meraklısı olmadığım için sadece olayların sonucundan haberdar olduğumdan dolayı size daha fazla bilgi veremiyorum. Venom gidiyo işte.
StarCraft: Brood War
PC oyunculuğu tarihinin en önemli kaldırım taşlarından birisi olan ve yıllardır eskimeden oynanan StarCraft’ın bu seneki şampiyonu yine bir CESK klanı oyuncusu olan CESK.Sugosu oldu. Onun finaldeki rakibi ise Memphis’ti. Şans eseri Sugosu’yu kendi ekranından izleyebildiğim için sizi temin ederim ki, bu çocuk adeta ışıkla yarışıyor. Starcraft’ın gediklileri her ne kadar Koreliler olsa da Amerika’da yüzümüzü kara çıkarmayacağını, en azından birkaç tur ilerleyebileceğini düşündüğüm bir diğer oyuncu da budur.
İşte beyler oyuncularımız da bunlar. San Francisco’daki toplam 11 altın adamımıza yürekten başarı dilemekten başka bir şey elden gelmez. Makus talihimizi yenip de en azından gruplarından çıkabilirlerse hayli mutlu oluruz. Ama ola ki derece yaparlarsa hiç de sevinmemezlik etmeyiz. Son söz: Başarılar!!!