Tarihe olan ilgim her zaman fazla olmuştur, her türlü tarihi (modern tarih, türk tarihi, sanat tarihi vs.) sevsem de içlerinde hiç vazgeçemeyeceğim bir tanesi vardır ki o da Avrupa tarihi. Neden olduğunu bilmiyorum belki 95 senesinden beri masaüstü FRP ile uğraştığım için ikisi arasındaki o yakınlık beni tarih konusunda Avrupa tarihine daha da yakınlaştırdı.
Bu alan içerisinde özellikle ortaçağ ve yeni çağa geçiş dönemlerini içine alan Haçlı Seferleri, Avrupa’daki derebeyliklerin yükselişi ve çöküşleri, savaşların hikayeleri ve elbette Rönesans ve Reform hareketleri en göz alıcı dönemlerdir benim için. Dolayısı ile Assassin’s Creed serisine normal seviyeden daha hayran gibi gözükürsem af buyurun.
19 Kasım 2010’da konsollara çıktığında maalesef ben inceleme fırsatını yakalayamamıştım. Evimde de konsolum olmadığından dolayı mecburen Arda’nın yazısını okuyup 17 Mart 2011’i beklemekle yetindim. O sırada pek çok oyun oynasam da AC: Brotherhood her zaman için aklımın epey bir kısmını kapladı, geri kalanı da şu an için Portal 2 kaplıyor.
Eskiden internet mi vardı?
Şimdi biraderlik oyununun PC versiyonuna geçmeden önce son zamanlarda tartışılan ve kimsenin ortak bir noktada buluşamadığı (hayır hayır, Xbox mı, PlayStation 3 mü kavgası değil) soruna kısaca değinmek istiyorum. Perakende dağıtım mı, yoksa dijital dağıtım mı?
Ben oyunumu dijital olarak satın aldım nitekim daha çıkar çıkmaz yükleyip oynamak istiyordum ki gece saat 00:00’da açık mağaza bulmak bazen (!) zor oluyor. Saatler 17 Mart 2011 00:00’a vurduğunda Brotherhood Ubisoft’un online mağazası Ubishop’tan indirilmeye açıldı ve ben de Download Manager’ı indirdim. Birkaç MB’lık yazılım kısa sürede indi ve büyük bir hevesle oyunu indirmek için “Download” tuşuna bastığımda bana “Şu an aradığınız dosya bu sunucu üzerinde mevcut değil. Belki sunucu güncel olmadığından böyle bir hata vermiştir. İsterseniz tekrar deneyin” şeklinde bir uyarı verdi.
Birkaç kez daha denedikten sonra Ubisoft’un müşteri hizmetlerine bir mail atıp durumu bildirdim ve bana gelen cevap “Evet farkındayız öyle bir hata var işi çözmeye uğraşıyoruz. 24 saat sonra bir daha deneyin” şeklinde oldu. Elbette daha oyun açılır açılmaz sorunların olması mantıklı sonuçta bilgisayar dünyasında her şeyin kusursuz gitmesi hayra alamet değildir. Nitekim ben işi şansa bırakmadım ve 2 saat sonra tekrardan denedim ve nasıl olduysa bir anda oyun yüklenmeye başladı. Ancak maalesef 12 bölüm olan oyunun kurulum dosyaları benim 2 MBit kablolu internet bağlantım ile tam 14 saatte indi. Dolayısı ile ben o süre boyunca uyudum, uyandım, ofise geldim, akşam eve döndüm, yemeğimi yedim vs. Halbuki ertesi gün iş dönüşü bir mağazaya uğrayıp bu oyunu alsaydım yine aynı anda oynamaya başlayacaktım. Neyse demek istediğim şeyi sizler anlamışsınızdır, nitekim konudan bir hayli saptık.
(Bu arada bir ara not vermek gerekirse oyunun kutulu versiyonunda yeni çıkan DLC, Da Vinci Dissapearence ve birkaç bonus içerik de mevcut fakat dijital versiyonunda bonusları Achivement’ları aldıkça kazandığınız Ubipoint’leri harcayarak açabiliyorsunuz.)
Bu kadar uğraştıktan nihayet oyunu açtım ve ofiste defalarca konsolda izlediğim oyunu PC’de oynamaya başladım.
Bu bir inceleme yazısı değil!
Burada size genel bir inceleme yapmayacağım, nitekim oyunun konusu, özellikleri, karakterler vs. gibi şeyler konsol versiyonlarından farklı değil elbette. Yine Ezio’yu oynuyoruz, yine suikastçıyız ve yine Tapınakçılarla savaşıyoruz.
Üçüncü (ya da iki buçuk uncu) oyunda bu sefer kültür kokan şehir Roma’dayız. Oyun epeydir konsol piyasasında bulunduğu için koca koca harflerle SPOILER yazmadan oyunun hikayesini anlatacağım, şimdiden uyarayım.
İkinci oyunun sonunda Papa Rodrigo Borgia’yı alt edip elmanın sırrını çözer gibi olduktan sonra Ezio, Monteriggioni’ye geri dönüp annesi, kız kardeşi ve amcası ile rahat bir hayat sürmek, refahın tadını çıkartmak ve hatta belki Caterina Sforza ile birlikte bir hayat kurmayı düşünmektedir. Elbette ki düşlerle hayatın gidişatı her zamanki gibi doğrusal bir boylam yerine zıt kutuplara yönelmiş ve Ezio tam rahata erdim derken bu sefer karşısına Cesare Borgia çıkmıştır. Bir anda hayatı alt üst olan Ezio yeni düşmanını alt etmek için kendisini Roma’da bulur ve macera başlar.
Assassin’s Creed’in oyuncular tarafından en çok sevilen yönü açık dünya kavramını çeşitli boyutlarda yaşatıyor olmasıdır. Genellikle açık dünya dediğimiz bir oyundaki bazı unsurlar bu oyunda bulunmazken bu eksikliklerin veya bilinçli olarak çıkartılmış olanların, varlığını hissettirmeyecek derecede seçenek sunulması gerekenden fazla bir haz almamamızı sağlıyor.
Olanlar ve olmayanlar neler diye soracak olursanız ilk örneğimiz, bulunduğunuz haritada her yerin en başından beri açık olmamasıdır. Belli zamanlarda açılan bölgelerle gelişen harita oyunun sonlarına doğru size kocaman bir alan sağlar, ancak gerçekten bir açık dünya oyununda, misal Oblivion, daha en başından itibaren istediğiniz her yere gidebilir ve oyunun konsepti ve yönettiğiniz karakterin yetenekleri ile sınırlı olarak dilediğiniz her şeyi yapabilirsiniz. AC: Brotherhood’da bu tarz bir genişlik söz konusu değil ancak zaten bu söylediklerimiz oyunumuz için gerekli de değil.
Fakat 1400’lü yılların sonundaki bir Roma şehrinde dilediğinizce dolaşmak, etraftaki gerçek dünyadan oyun birebir aktarılmış sanat eserlerini incelemek, o zamanlarda insanların nasıl yaşadığını neler yaptığını görmek gibi bir fırsat sunması oyunun tamamen farklı bir yanı. Misal aynı şey GTA serisinde de mevcut ancak orada gezip görebileceğiniz çok fazla bir şey yok. İşte bu yüzden Assassin’s Creed serisi kendi benzerlerinden farklı bir noktada. Üstelik Ubisoft’taki çalışanların en ufak detaylara dahi ne kadar önem gösterdiğini de üçünü oyun ile anlıyoruz. İkinci oyunun sonunda İspanyol ile son savaşımıza ilerlerken katedralin tavanındaki tahta platformları hatırlıyor musunuz? İşte o platformlar son oyunun başında da oldukları yerde duruyor. Bence bu ufak detayın unutulmaması bile çok önemli bir nokta. Neyse oyunun yapısal özelliklerine bu kadar değindikten sonra diğer konulara geçelim.
Hangi ekran kartı beni daha yakışıklı gösterir?
Demin de dediğim gibi oyunun oynanışı hakkında çok detaylı bir bilgi vermeyeceğim. Nitekim bu konuda herhangi bir bilginiz yoksa o zaman Arda dostumuzun detaylı ve güzel yazısını incelemenizi tavsiye derim. Burada benim şimdi anlatacaklarım daha çok oyunun PC’ye nasıl aktarıldığı ve varsa eksiği gediği hakkında.
Herhangi bir oyunun PC’den konsola veya konsoldan PC’ye port edilmesi söz konusu olunca elbet değinilecek ilk nokta grafikler ve aralarındaki farktır. Herkesin takdir edeceği gibi donanımsal yeterlilikler göz önüne alındığında (mali unsurları saymazsanız) PC’ler konsollara göre oldukça üstün durumda, özellikle DirectX 11’in de gelmesi ile birlikte bu fark bir kat daha arttı. Yanlış anlaşılmasın burada kesinlikle konsol PC rekabetinden bahsetmiyoruz ancak bazı malum gerçekleri de yokmuş gibi görmezden gelmek doğru olmaz.
Dolayısı ile ilk bakışta Assassin’s Creed: Brotherhood’un görsellik seviyesi her iki konsoldan da daha iyi. Ben oyunu Core2Duo, 4 GB bellek, GeForce GTX 560 Ti ekran kartı ile en yüksek seviyedeki ayarlar ve 4x AA ile denediğimde tüm dokuların varlığına şahit oldum. Yapı gereği AC serisinin, özellikle son iki oyunun, detaylar açısından ne kadar geniş bir yelpazeye sahip olduğunu hepiniz biliyorsunuz. Neredeyse etrafta gördüğünüz her şeye tırmanabilip, her nesne ile etkileşime geçebildiğiniz için detay kısmı oyundaki en önemli nokta. Bunun yanında Roma gibi tarihi bir şehir ve Rönesans çağı gibi tarihin tavana vurduğu bir dönemde yapılmış binaları da işin içine katarsanız görsel kalitenin çok üst seviyede olması gerektiği aşikar.
Işıklandırma, animasyonlar, karakter kaplamaları, dokular, poligonlar, aklınıza gelebilecek tüm görsellik PC’nin de nimetlerinden yararlanarak gözlerinizi kamaştıracak bir seviyeye ulaşmış.
Güneşin doğuşu ve batışı, gün içerisinde bulutların arasına girip çıkması ile yere vuran gölgeler, sudaki yansımalar, en sade evlerin bile detaylandırılmış bir şekilde yansıtılması, savaş sırasındaki mekanikler, ragdoll fizik teknolojisi sayesinde, bazen komik de olsa, genellikle karakterlerin hareketlerindeki esneklik ve gerçekçilik oyuna hep artı katan yanları.
Seslerde de yine başarılı bir çizgi çizen oyunun müzikleri atmosfere ve çağa uygun, ne rahatsız edecek kadar gürültülü ne de anlaşılmayacak kadar sessiz, savaşlardaki nida sesleri, çeliğin çeliğe çarpması, okların fırlaması, üstünüze atılan taşın, duvara vurduğunda çıkarttığı ses, Ezio ile gerek taş zeminde gerek tahta zeminde yürürken ki ayak sesleri belli bir uyum içerisinde gerçekleşmiş.
Requiescat in pace
Peki, bu oyunda hiç mi kötü bir şey yok? Hiç mi kusuru yok bu oyunun? Elbette var. Bir kere en başından oyunu yükledikten sonra Launcher’ı başlattığınızda ilk yamanız hemen indirilip yükleniyor, lakin oyundaki ufak bug’lar için bu yama da yeterli olmamış. Sesler her ne kadar çok iyi olsa da oyunun bazı diyaloglarında senkron kaymaları meydana gelmiş. Özellikle Machiavelli ile ilk görevinizde ilerlerken bir yerde Machiavelli’nin sesi siz adamın dibinde bile olsanız sanki sizden 30-40 metre uzaktaymışsınız gibi kısık geliyor ve sonra bir anda düzeliyor.
Ara sinematiklerdeki bazı karelerde ise Frame düşüşleri mevcut. Eğer oyunu oynarken Fraps ile kontrolünü yaparsanız sahnelerin 25 FPS’ye kadar düştüğünü görürsünüz, işin ilginç yanı ise bu düşüş hemen en yüksek seviye grafikte hem de en düşük seviye grafikte gerçekleşiyor. Yani sorun sizin ekran veya GPU’nuz ile alakalı değil. Gerek bendeki 560 Ti gerekse Emre’deki 4870 X2, bu hataları hiçbir şekilde yok edemiyor.
Bir diğer problem ise savaş sırasındaki komut gecikmeleri. Aslında normal bir savaşta sizi çok da zorlamayacak olan bu hata bazı durumlarda, özellikle de hızlıca tepki vermeniz gereken anlarda sıkıntı yaşatıyor. Bazen öyle durumlar oluyor ki Ezio belindeki kılıcı bir türlü çekmiyor ve dolayısı ile ilk birkaç saniye biraz dayak yiyebiliyorsunuz. Romulus’un ekibi ile ilk karşılaştığınızda bölümü %100 senkron ile bitirmek için size bir kere bile vurulmaması gerekiyor, dolayısı ile saldırı başlar başlamaz savunma moduna geçip sürekli karşı atak yapmanız lazım, ancak gelin görün ki savaştan önceki sinematik biter bitmez sizin kılıcınızı çekmeniz maalesef birkaç darbe aldıktan sonra gerçekleşiyor.
Kısacası oyuna bir iki yama daha çıkması muhtemel ancak bunlar hiçbir şekilde oynanışı, oyundan aldığınız zevki ve kaliteyi düşüren şeyler kesinlikle değil, ama işte işimizin gereği olarak her kadı kızında bir kusur bulmak zorunda olduğumuzdan bunların yazılması gerekiyordu. Fakat buradan bütün oyunculara sesleniyorum; bu oyunu alın oynayın, bitirin, sonra tekrardan oynayın ve bir daha bitirin çünkü eminim ikinci ve üçüncü oynayışınızda birçok görevi çok daha farklı şekilde yaparak oyunu çok farklı görebileceksiniz.