Beyond: Two Souls

Kırılan dalgaların dövdüğü bir kıyının
Haykırışları içinde duruyorum:
Ve altın kum taneleri
Tutuyorum avucumda-
Ne kadar az! Ama nasıl da
Süzülüyorlar parmaklarımın arasından derinlerine
Ben ağlarken – ben ağlarken!
Ah Tanrım! Daha sıkı
Tutamaz mıyım onları?
Ah Tanrım! Tekini bile kurtaramaz mıyım acımasız
dalgadan?
Bir düşün içinde bir düş mü
bütün gördüğümüz ve göründüğümüz?

Bir Düşün İçinde Bir Düş
Edgar Allan Poe

Uzun zamandır bu yazıyı yazmak için bekliyor gibiyim, her şeyin ötesinde, Beyond: Two Souls, benim için sadece bir oyun değil, bir tecrübe olacaktı çünkü. Fakat, bazen bir tecrübeyi, kelimelerle anlatmak imkansızdır. Buna rağmen ben yine de sizler için merkezime kadar kazınan bu tecrübeyi kelimelere dökmeye çalışacağım.

Quantic Dream ve David Cage’in en son eseri olan Beyond: Two Souls,  tam anlamıyla türler arası bir yapım. Bu ne anlama geliyor peki? Öncelikle Fahrenheit’ten beri “İnteraktif sinema” disiplininde çalışan ekip, hikayelere ve hikayelerin insanların üzerinde yarattığı etkilere odaklanıyor. Özellikle Heavy Rain ile, bu bağlamda epey tartışmaya yol açan Quantic Dream, oyunun nerede başlayıp filmin nerede bittiğini kestiremeyenler yüzünden, “bu bir oyun mu yoksa film mi” ayarında tartışmaların hedefi olmuştu.

“Beyond: Two Souls, Jodie Holmes’un hayatının 15 yılını konu alıyor.”

Şimdi Beyond ile, bu tartışmalar yeniden alevlenecek gibi görünüyor. Sanırım Two Souls ile ilgili, tek bir şey söylemem gerekseydi, bu kesinlikle “Türünün tek örneği” olurdu. Öncelikle gerçek oyuncular tarafından canlandırılan ve gerçekten hem film, hem oyun klasmanlarında ayrı ayrı değerlendirildiğinde bu denli muhteşem bir oyunculuğa sahip başka bir yapım daha gelmedi. Heavy Rain diyecek olursanız, Heavy Rain’de çok üstün bir iş fakat Beyond kadar güçlü bir oyunculuğa sahip değil maalesef.

Beyond, güçlü bir iş. Bunu kabul etmek gerekiyor. David Cage, hem yazdığı hikaye ile, hem yönetmenliği ile, gerçekten Heavy Rain’de yakalayamadıklarını yakalamış. Peki ama sabahtan beri bahsettiğim, Merlin’e onlarca kez yazdığım bu yapım, ne ile ilgili?

Quantic Dream ve David Cage’in en son eseri olan Beyond: Two Souls, pek çok yönden tam bir “türler arası” yapım

Beyond: Two Souls, Jodie Holmes’un (Ellen Page) yaşamının 15 yılını konu alıyor. 8 Yaşından 23 yaşında kadar hayatının kırılma noktalarını tecrübe ettiğimiz yapım, yaşam ve yaşamın sonrasıyla ilgili pek çok soru soruyor, yanıtlarını ise keskin kenarlarıyla sunarak, oyuncuya/ izleyiciye yorumlamasını bırakıyor.

Jodie, bir bakıma bizim gibi, bir bakıma bizden epey farklı bir karakter. Onu bu kadar farklı yapan ise, doğduğu günden beri ona bağlı olan, Aiden isimli görünmez bir varlık. Aiden, Jodie’yi hem özel yapan hem de “öteki” kılan bir karakter.

Beyond’u bu bağlamda Heavy Rain’den ayıran iki büyük fark var. Bunlardan biri, Fahrenheit tadında, oldukça ruhani ve paranormal temalara değiniyor olması. Heavy Rain, Nolan’ın Memento’su tadında bir kurgu sunarken, Beyond bu denkleme Shining ayarında paranormal öğeler sokuyor ve emin olun, bunu muhteşem bir şekilde gerçekleştiriyor.

David Cage, Beyond’da dramanın ve oyunculuğun, bütün bu paranormal kurgu arkasında parlaması için, Ellen Page, Willem Dafoe, Kadeem Hardison ve Eric Winter gibi oyuncularla çalışmış. Bu oyun dünyasında daha önce rastlanmamış bir durum, özellikle sadece oyunculara bu denli bütçe ayrılması ve yapımın bir film prodüksiyonu kalitesine çekilmesi, oyun tarihinde nadiren gerçekleşen bir durum (Phantasmagoria gibi oyunlar vardı sonuçta).

Beyond’un gücü muhteşem oyunculuğunda ve hikayenin bu oyunculuklarla birleştiğinde parlamasında gizli. David Cage, Two Souls’da bunun işlemesi için çok ciddi bir kurgusal iskelet oluşturmuş. Heavy Rain’le ayıran iki büyük fark var demiştim, ikincisi, hikayenin kronolojik olarak tek bir noktadan ilerlemiyor oluşu, oyuncu Jodie Holmes’un yaşamında geçmiş ve gelecek arasında mekik dokuyarak, boşlukları doldurmaya çalışıyor.

Oyunun bu kadar değişken bir hikayeye sahip olması, aynı Heavy Rain’de olduğu gibi sizi “benzersiz” bir hikaye yaşamaya itiyor. Bu da insanların oyunu bitirdikten sonra yaşadıkları şeyleri kişiselleştirmelerini sağlıyor ki bence Quantic Dream’in yapımlarının insanlar tarafından bu kadar içselleştirilmesinin en önemli sebebi bu.

Yani belirli bir zaman skalasında ilerlemiyorsunuz, her sahne farklı bir zaman periyodunda geçiyor. Bir sahnede oyunun sonuna iki kala bir olay gerçekleşirken, başka bir sahnede tekrar Jodie’nin çocukluğuna dönüyoruz. Tabii böyle durumlar, gerçekten hikayenin anlatmak istediği noktalara çok ciddi vurgular yapıyor. Özellikle karakterlerin yapısında gördüğümüz zamansal değişimler gerçek anlamda takdire şayan.

Hani eskiden noktaları birleştirerek çizim yaptığımız boyama kitapları olurdu, işte Beyond’un hikayesi aynen öyle birleşiyor her açılan sahnede. Tabii bu noktada sorduğunuz sorular da önemli. Şunu hiçbir zaman unutmayın, bu Jodie’nin hikayesi, Aiden yüzünden, başka şansı olsaydı dahil olmak istemeyeceği olayların ortasında kendisini bulan Jodie’nin 15 yıllık yaşamında başına gelenler karşısında geçirdiği değişimler ise bu hikayenin genel potası.

Buna pek çok farklı açıdan yaklaşabiliriz ve bence bu derinlemesine incelenmesi gereken bir durum. Kurgu sizin Jodie’yi öyle açılardan değiştirmenize izin veriyor ki, bazen ben bile verdiğim kararların, Jodie’nin geleceği üzerinde yarattığı etkileri gördüğüm an şoka uğradım.

Evet, Beyond aynı Heavy Rain’de olduğu gibi hikayeyi değiştirmenize izin veriyor. Küçüklüğünüzde başınıza gelen bir şey, başka bir sahnede karşınıza çıkabilir, kurtardığınız hayatlar, bütün dünyanın kaderini değiştirebilir… Bu bağlamda oyunun oldukça “fazla” sonu olduğunu söyleyebilirim.

Beyond’un gücü muhteşem oyunculuğunda ve hikayenin bu oyunculuklarla birleştiğinde parlamasında gizli. David Cage, Two Souls’da bunun işlemesi için çok ciddi bir kurgusal iskelet oluşturmuş.

Tabii oyunun bu kadar değişken bir hikayeye sahip olması, aynı Heavy Rain’de olduğu gibi sizi “benzersiz” bir hikaye yaşamaya itiyor. Bu da insanların oyunu bitirdikten sonra yaşadıkları şeyleri kişiselleştirmelerini sağlıyor ki bence Quantic Dream’in yapımlarının insanlar tarafından bu kadar içselleştirilmesinin en önemli sebebi bu.

Aiden elementi, paranormal öğe olarak hikayede karşımıza çıkan ana noktalardan birisi. Jodie her şeyden önce Aiden’ın ne olduğunu bilmiyor ve bir noktadan sonra bunu irdelemeyerek, hayatının bir gerçekliği olarak kabul ediyor, içselleştiriyor. Her ne kadar onun hayatını zorlaştırıyor olsa bile, bununla barışını yapıyor ve yaşamına devam etmek için çabalıyor. Bu noktada David Cage’in bir kararı daha, Beyond: Two Souls’u benzersiz yapıyor; iki kişilik oynanış.

“Cage, Jodie karakterinin sınırlarını zorlamaktan çekinmemiş.”

Jodie, her şeyden önce iki kişilik bir hayatı yaşayan bir kadın. Aiden, onun yanında olsa bile, sürekli olarak kendi kararları ve kaprisleri olan bir karakter. Bu bağlamda Jodie’nin istedikleri Aiden’ın istedikleri ile örtüşmeyebiliyor. Bu durumda, eğer bir arkadaşınız varsa, Aiden’ı onun yönlendirmesine izin verebiliyorsunuz iki kişilik mod sayesinde.

Bu zaten benzersiz olan Beyond tecrübesini, fersah fersah ileriye taşıyor ve hikayenin dramatik noktalarını Everest’e çıkartıyor diyebilirim, sevdiğiniz bir arkadaşınız varsa, oyunu bu şekilde oynayın, hatta bu sevgiliniz bile olabilir.

Bu arada, yukarıda oyunun hikayesinin kronolojik olarak gitmediğinden bahsetmiştim. Heavy Rain’in en büyük sorunlarından biri, farklı karakterlerin aynı dünyayı paylaşması ve bu dünyanın konseptinin bir yerden sonra fazla ağır gelmesiydi. Zaten 10 saatlik bir hikayeden bahsediyoruz, sürekli olarak aynı mekanlar ve ayn konseptler olduğu vakit, bir yerden sonra hem görsel olarak hem de yapı olarak bu bazı yerlerde sıkabiliyordu, Beyond bu açıdan Jodie’nin 15 yıllık ömrünü iyi değerlendiriyor.

Yine yaklaşık olarak 10 saatlik bir hikaye var fakat bu 10 saati Jodie’nin hayatında çok farklı noktalarda tecrübe ediyoruz. Örnek vermek gerekirse, bir sahne Navajo çölünde geçerken, başka bir sahne Orta doğuda geçiyor, Orta doğu sahnesi bittikten sonra kendimizi bir barda bulabiliyoruz, bar sahnesi geçtikten sonra birden bire Jodie’nin CIA eğitimine dönüyoruz, CIA eğitiminde Rocky tadında sahnelerden sonra tekrar çocukluğuna dönüyoruz vs vs.

Jodie, her şeyden önce iki kişilik bir hayatı yaşayan bir kadın. Aiden, onun yanında olsa bile, sürekli olarak kendi kararları ve kaprisleri olan bir karakter. Bu bağlamda Jodie’nin istedikleri Aiden’ın istedikleri ile örtüşmeyebiliyor

Bu sahnelerin hem lokal olarak farklılığı hem de yapı olarak farklılığı, pek çok ayrı filmi aynı karakterler ile izliyormuşuz hissiyatı uyandırıyor ve bu Beyond’un bu kadar dinamik olmasının en büyük sebeplerinden biri.



“Prenses Jodie ve tacı”

Bütün bunları, göze ve kulağa hitap eden muhteşem bir birleşim ile yaşamamız ise cabası. Quantic Dream, Motion Capture teknolojisini dibine kadar kullanmış. Bütün oyuncuların en ufak duygusal mimikleri bile oyuna muhteşem bir şekilde aktarılmış durumda. PlayStation 3’ü artık limitlerinde kullanan ve göz dolduran grafikler, içerisinde bulunduğumuz jenerasyonun bütün gücünü iliklerine kadar kullanıyor.

25 Ocak 2013’te Pankreas kanserine yenik düşen Normand Corbeil’in son bestelerini içeren Beyond, müzikleriyle olsun grafikleriyle olsun, her anında duygusal olarak oyuncuyu tepede tutmayı başarıyor.

Corbeil öldükten sonra, oyunun müziklerini Lorne Balfe bitirmiş, Balfe’yi Assassin’s Creed III’ten tanıyoruz, Hans Zimmer gibi bir efsaneyle birleşerek, Corbeil’in Beyond için düşündüğü müzikal kurguyu devam ettiren bu iki isim, oyunu belki bu kadar muhteşem bir şekilde tamamlayan, harika bestelere imza atmışlar.

“Willem Dafoe, oyunda paranormal araştırmacı Nathan Dawkins’i canlandırıyor. Dawkins aynı zamanda Jodie için bir baba figürü”

Bütün bu yazdıklarım arasında, Beyond: Two Souls’u bu kadar etkileyici yapan ne biliyor musunuz? Bütün hikaye bittiğinde, Dual Shock’u elinizden bıraktığınız vakit, Jodie ve Aiden ile aranızda bir “bağlantı” hissediyorsunuz. Beyond ile kurduğunuz bu bağlantı, içinizde bir yerlerde, bazı şeyleri siz farketmeseniz bile “değiştiriyor”. İşte bence günümüzde böylesine interaktif bir eserin yapması gereken şey tam olarak bu. Bunu yakalayabilmek, o kadar büyük bir ustalığın ve ince bir yaratıcılığın eseridir ki, takdir edilmelidir.

Bütün bu yazdıklarım arasında, Beyond: Two Souls’u bu kadar etkileyici yapan ne biliyor musunuz? Bütün hikaye bittiğinde, Dual Shock’u elinizden bıraktığınız vakit, Jodie ve Aiden ile aranızda bir “bağlantı” hissediyorsunuz.

Jodie ve Aiden’ın yaşadıkları ile ilgili anlatacak çok hikayem var. Quantic Dream’in ve David Cage’in hikayesinin benim ruhuma ne kadar dokunduğuyla ilgili anlatacaklarım da var fakat ben ana noktalarımı aktarabildiğimi hissediyorum, bu sebeple, yavaş yavaş Jodie ve Aiden’a elveda demem ve bu hikayenin ucunu bırakmam gerekiyor.

Beyond: Two Souls, yani Quantic Dream’in eseri, oyun dünyasında, başka bir kırılma noktası olarak, haklı yerini alıyor. Sorduğu sorularla, oyuncunun bulmasına yardım ettiği cevaplarla ve oyuncuyu aynı zamanda izleyici olarak değerlendirip, yaşattığı disiplinler arası tecrübeyle, hem Fahrenheit’tan hem de Heavy Rain’den farklı bir yapım.

Bir sonraki yeni jenerasyon Quantic Dream oyununa kadar, ben Beyond’u daha yıllarca konuşurum büyük ihtimalle.

Görüntüleri arasında karanlık gecenin
Yitirilmiş sevincin düşünü kurdum.
Ama kalbimi kırarak beni uyandırdı
Görüntüsü yaşamın ve ışığın.

Ah! Düş olmayan bir şey var mıdır gündüzleyin
Gözlerinde geçmişten gelen bir ışıkla
Çevresine bakan kişi için?

O kutlu düş-o kutlu düş,
Bütün dünya kınarken
Tarlı bir ışık gibi neşelendirdi beni
Yalnız bir ruha yol gösteren.

Ne olmuş geceleyin ve fırtınada
Titriyorsa yükseklerdeki ışık?
Daha berrak bir sey var mıdır
Gündüz parlayan yıldızından, gerçeğin

Bir Düş
Edgar Allan Poe

 

Exit mobile version