Her şey 1961 yılında, Küba’nın ücra köşesindeki berbat kokulu bir barda başladı. Ona güvenebileceğimi biliyordum, ancak işlerin bu kadar karışacağını tahmin edemezdim. Hele ki hedefimizdeki ismi, hiç istemediğimiz bir ortamda, istemediğimiz bir konumda bulmamız bizi çok zor durumda bırakmadı mı zaten? Burada olmamım başlıca sebeplerinden bir tanesi de bu değil mi? Ve tabii ki diğeri… Etrafımda su gibi akan bu sayılar da neyin nesi, bilmiyorum, ama soğuk bir iklimde, çeneme sertçe inen bir de yumruk hatırlıyorum. Reznov, hepimizin aynı olduğunu söylemişti. Kardeş olduğumuzu… Neden Reznov’un üzerine bu kadar gidiliyor? Size söylüyorum, o benimleydi, yani bizimle. Bana yardım etti ve beni hiç bırakmadı. Asla!
Call of Duty: 2003 – 2010
Bundan yıllar önce 2015 stüdyosundan bir çığlık yükseldi. Medal of Honor: Allied Assault’u hazırlayan bu eller, “bizi görev çağırıyor” nidalarıyla özgürlüğün yolunu tutmuş ve buna “Infinity Ward” ismini uygun görmüştü. Daha önce defalarca bahsetmiştik, bu sebeple fazla detaya girmeden kısa bir özet geçmek istiyorum. Medal of Honor serisine yapılan veda, Call of Duty’nin de doğuşu demekti. Ama ne doğuş! 2003’ün ekim ayında PC için satışa sunulan ilk yapım, milyonlar satmakla kalmadı, 110’dan fazla ödülün de sahibi oldu. Bu güzel başlangıç, ardından konsol oyunlarını, sonrasında da devam oyunlarını getirdi. Activision, artık her yıl yeni bir Call of Duty oyunu istiyordu, ama Infinity Ward’un tek başına bu kadar hızlı çalışması çok çok zordu. İşte Treyarch’ın bu serideki görevi de böyle başlamış oldu. Her ne kadar Big Red One ile CoD2’nin yan oyunundan öteye gidemese de, “yeni nesil anlayışıyla” hazırladığı Call of Duty 3 ile büyük sükse yapmıştı. Tamam, oyun mükemmel değildi, ama iyi bir çizgi yakalamıştı. Yayımlanan ilk ekran görüntüsünün büyük şaşkınlık yarattığını hatırlıyorum. Öyle ki kısa süre sonra Activision bu resmi Internet’ten kaldırmış ve teaser video yayımlamıştı.
Gelelim ikinci çığlığa. İlk çığlığını Call of Duty için atan ve İkinci Dünya Savaşı arenasına kaliteli bir boyut katan Infinity Ward üyeleri, ikinci çığlığını da modern arena için attı. Bu daha büyük ve riskli bir projeydi, fakat çok başarılı oldu. Yeni multiplayer oynanış sistemi ve aksiyon filmlerini aratmayacak kendine özgü hikâyesi, Modern Warfare’ı kolaylıkla en iyi FPS’lerden bir tanesi konumuna getirdi. Modern Warfare serisi, toplamda 40 milyona yakın sattı ve 250’den fazla ödüle layık görüldü (Bir çoğu da “yılın oyunu” ödülü). Bu gerçekten inanılmaz bir rekordu. 20 milyon rakamıyla en çok satan FPS oyunu artık bu serinin üyelerinden biriydi (MW2) ve daha önce de online oynanış rakamları yardımıyla yine Call of Duty ismi, Guinnes Rekorlar Kitabı’nda geçmeye başladı. Tüm bu etkenler, hem serinin geleceğini garanti altına aldı, hem de Treyarch’a yeni oyunlar yapması için gerekli zemini hazırladı. Pardon, bu ikiliye Sladgehammer stüdyosunu da eklemek gerekir…
Treyarch’da hava karardı
Sonunda Treyarch da İkinci Dünya Savaşı defterini kapadı (kısmen). İlk duyurulduğu günden bu yana Black Ops’un tam olarak nasıl bir deneyim sunacağı bilinmiyordu. Vietnam ve Soğuk Savaş bilgileri vardı elimizde, ancak bu önemli savaşlarda doğrudan ilgimizin olmayacağını biliyorduk. Stüdyo patronu Mark Lamia, bunun için “sadece zaman kavramı” benzetmesini yapıyordu. Tabii ki gerçek olaylardan esinlenmeler olacaktı, ama kesinlikle oyunun amacı bu iki savaşı tema edinmek değildi. Nihayet oyun elimize ulaştı ve böylelikle sayısız “hadi canım”, “vay be”, “yok artık” gibi tepki sözcükleri sarf etmeye başladık.
Bir hayali gerçek sanarak yaşamak
Oyunun ana menü ekranına ilk kez ulaştığımızda, Testere havası esmiyor değil. Neden böyle farklı bir tasarım var diye sormaya fırsat bulamadan oyun başlıyor ve biz hâlâ aynı yerdeyiz. Üstelik birazdan başlayacak ve oyun boyunca sürecek sorgu seanslarından da henüz haberimiz yok. Her Call of Duty oyununda olduğu gibi Black Ops’ta da birden fazla karakteri kontrol ediyoruz, ancak bu kez ön plana fazlasıyla çıkan, hem ses, hem de görüntü olarak tasvir edilen bir adamımız var; Alex Mason.
Black Ops’un konusu, inanılmaz değil, ancak işleniş biçimi, kurgusu ve genellikle sizi ters köşelere yatırması sebebiyle takdiri sonuna kadar hak ediyor. Öncelikle şuna açıklık getirelim: Black Ops, kesinlikle Vietnam propagandası yapmıyor. Bilirsiniz, genellikle Hollywood menşeili çoğu filmde Vietnam Savaşı’nda hep zaferlerden söz edilir, olmayan zaferlerden… Oyunumuzda böyle bir durum söz konusu değil.
Konumuz, Nova 6. Çok tehlikeli, kullanıldığında kısa sürede ölümlere yol açabilecek ve henüz nerede olduğu bilinmeyen bir silah. Nazi Almanya’sı geride mi kaldı dersiniz? Bence bunun etkilerini oyunda fazlasıyla göreceksiniz. Hikâye detaylarının açığa çıkmaması için pek derine girmiyorum, ancak maceramız İngiliz, Amerikan ve Sovyet güçlerinin kapışmalarına sahne oluyor. Hatta Almanya’yı da işin içine katalım. Dünyadaki tehlikeye yol açabilecek her gelişmede olduğu gibi Nova 6 konusunda da Amerika’nın bilgisi var. Buna seyirci kalınması tabii ki düşünülemez. Dönemin Amerika Başkanı Kennedy’den emir alıyor ve yola koyuluyoruz, ancak iş bununla da sınırlı kalmıyor. Black Ops’da gerçekte yaşanmış birçok olaydan esinlenmeler var. Özellikle Kennedy’nin başkanlığı döneminde Küba ile yaşanan krizi de bu çerçeveye dahil edebiliriz. Hatta Küba’nın efsane lideri Fidel Castro’yu bile…
Fidel Castro’yu öldür
Aksiyon, Küba’da başlıyor ve oyun boyunca devam ediyor. Hedefimizde birçok isim var, ama ilk isimlerden biri Dragovich isimli Sovyet. Yanımızda yine adamlarımız var. Bunlar, sıradan değil, özel askerler. Reznov’u ise, ayrı bir kefeye koyun. Belki de oyunun en kilit noktası o. CIA ve Sovyet mafyası da işin içinde. Bu aşamaya kadar anlattıklarım, saatler boyunca sürecek mücadelemizin sadece bazı detayları. Öyle sahnelerle karşılaşacaksınız ki, etkilenmemeniz çok zor. Küba’nın sıcak esintileriyle silahımızın üzerine ter damlaları süzülürken, ayakkabılarımızdaki paslı çivilerle karlı dağlarda denge sağlamaya çalışacağız. Size tavsiyem, her ara videoyu dikkatli izleyin, hatta diyalogların görünür olmasını da sağlayın. Yapımcılar, hikâye örgüsünü bir Ucuz Roman, bir Sin City benzeri hazırlamış diyebiliriz, tabii ki farklılıklar da var. Şehrin karanlığında, çatıdan çatıya atlayarak savaşırken, bir anda kendinizi helikopterin pilot koltuğunda bulabiliyorsunuz. Ne oldu, nasıl geldim, demenize fırsat verilmeden bu kez sorgu odasında alıyorsunuz soluğu. Size sorulan sorular, sizin önceden yaptığınız operasyonları ve görüşmeleri bir kez daha zihninizde canlandırmanızı sağlıyor. Böylelikle yeni ipucları toplanmaya ve olası bir terör saldırısının önüne geçilmeye çalışılıyor.
Bu, bildiğimiz Call of Duty, ama biraz daha karışık
Aksiyonu gördüğünüzde, çatışmalarda yer aldığınızda, bağırışmaları duyduğunuzda, tamam bu Call of Duty oyunu diyorsunuz. Ama bu kez fazlası var. Bugüne kadar çıkmış tüm Call of Duty oyunlarını oynadım ve bitirdim. Treyarch’ın oyunlarını beğendiğimi söyleyebilirim, ama şöyle bir durum söz konusuydu: Genellikle başrolde hep Infinity Ward olur, seriye bazı yenilikler katar, daha sonra Treyarch da bu yenilikleri kullanarak farklı maceralar hazırlamanın peşine düşerdi. Black Ops’ta da bu aynı. Baktığımızda Modern Warfare serilerini anımsatan birçok benzer sahne ve yöntemle karşılaşmak mümkün, ama bu kez Treyarch biraz daha fazla çalışmış. Mesela, az evvel de bahsettim hikâye kurgusu. Sinemada fırtınalar koparan The Dark Knight filminin senaryosunu yazan iki isimden biri olan David S. Goyer, Black Ops’un senaryo modunun arkasındaki isim. Gerçekten etkisi kolaylıkla hissediliyor.
Hazırlanan bölümler ve görevler, içtenlikle söyleyebilirim, genel olarak çok iyi. Aksiyon dozajı çok yüksek tutulmuş, bunun yanında bize operasyonların farklı noktalarında yer alma fırsatları da sunulmuş. Böylelikle hep aynı görevleri yapmak zorunda kalmıyoruz. Kimi zaman kaçarken yakalanıyoruz kurşunlara, kimi zaman ise Sovyet askerleri rolünde. Terminator 2’deki inanılmaz kovalamaca sahnesine benzer mantıkta bir sahnenin hazırlanması ve yine filmdeki o sahnede Arnold Schwarzenegger’ın kullandığı silahın da göreve eklenmesi beni çok etkiledi. Üstelik “tam da görev bitti” derken, aslında her şeyin bitmediğini, görev devamında farklı araçlar kullanmak zorunda olduğumuzu anlıyoruz. Karşılaştığımız düşman unsuru da önemli tabii ki.
Yapay zekânın ne çok iyi, ne de çok kötü olduğunu söyleyemeyiz, ama gelişmelerin olduğu gerçek. Önceki Call of Duty oyunlarında, genellikle düşmanlar biraz ateş eder, bunun ardından da sipere geçerdi. Bu da biz oyunculara, karşı saldırı için fırsat verirdi. Zira ateş altında olduğumuz sürece dengemiz bozuluyordu. Black Ops’ta ise, bu durum biraz farklı. Artık düşmanlar, net ateş açısı yakalayınca saklanmayı pek istemiyor. Çünkü kurşunlarla sizi kolayca baskı altına alıyorlar. Bazılarının da üzerlerinde zırhlar var. Bu arkadaşlar da zırhların verdiği güvenle üzerinize üzerinize geliyor. İşimiz daha zor anlayacağınız.
Karada, havada, suda…
Gelelim hava savaşlarına. İlk Modern Warfare oyunundaki AC-130 görevi, unutulmaz bölümler arasında yerini çoktan aldı. Treyarch, olaya farklı ve akıllıca bir bakış açısı getirmiş. Araca binip, bulutların üzerine çıkana kadar akışa tanıklık ediyoruz. Sonrasında kontrol elimize geçiyor ve radar sayesinde yeryüzündeki destek birliklerimize komutlar vererek onları yönlendiriyoruz. Bu bölümde işin en güzel yanı ise, yönlendirmeyi yaptıktan sonra bu kez kendimizi o birliklerde görev yapan askerlerden biri olarak görüyoruz. Bu oyunda her an, her şey değişebiliyor…
Helikopter uçuşları da hava hakimiyeti için size fırsat sunuyor. Tamamıyla arcade bir oynanış tarzı var, ki zira böyle olması gerekiyordu zaten. Helikopteri yönlendirebiliyor, ağır ve hafif silahlarımızı kullanarak düşman birimlerini yok ediyor, yeri geliyor havadaki düşman helikopterleriyle düello yaşıyoruz. Karşıdan gelen roketlerden kurtulmak için yapılan her ani hamle, heyecanı da arttırıyor. Yine de işler her zaman yolunda gitmeyebilir. Farklı seçenekleri denemek zorunda kalabilirsiniz. Yüzerek ilerlemek ve gizlice ölüm gerçekleştirmek gibi. Modern Warfare 2’de senaryo gereği gördüğümüz yüzme işlevi, Black Ops’ta oyuncuların kontrolüne sunulmuş. Ek olarak bot üzerinde düşman birliklerle çatışmaya girdiğimiz anlar da çok zevkliydi. Akabinde çalan müziğe de ayrıca dikkat çekmek istiyorum. Bazı favori bölümlerimi de ek not olarak belirteyim: “Vorkuta”, “Redemption”, “Victor Charlie” ve “WMD”.
Şiddet
Kan gövdeyi götürüyor arkadaşlar. Evet, net söyleyebiliriz: Black Ops, şimdiye kadar çıkmış en şiddetli Call of Duty üyesi. Öncelikle oyundaki tüm karakterler, silahların etkisi doğrultusunda parçalanabiliyor. Kopan kol, bacak, hatta gövde parçaları arasında buluyorsunuz kendinizi. Hepsi bu da değil. İlerleyişimiz esnasında daha şiddetli sahnelere tanık oluyor, hatta bazılarını bizzat gerçekleştiriyoruz. Japonya ve Almanya’nın Black Ops’u sansürlemeye karar vermesi, kesinlike boş bir neden değil. Oynayınca göreceksiniz. Şiddet demişken, aklıma Sergei geldi. Bu karakteri de bir kenara not edin, mutlaka onu görünce etkileneceksiniz. Yine “şiddet” başlığı altında da birçok detayı vermiyorum, hepsini oynayınca görmeniz daha iyi olacaktır, ama şunu da unutmayın: Ayarlar sekmesinde, şiddet unsurlarını kapatabileceğiniz bir seçenek var. Rahatsızlık duyarsanız, bu seçimi uygulayabilirsiniz.
Senaryo modunu çok beğendiğimi, tekrar oynamaya başladığımı ve önceki Call of Duty oyunlarında olduğu gibi bunu da en az 4-5 kez bitirmeyi düşündüğümü belirteyim. Senaryo modu, süre konusunda sıkıntıya neden olmuyor. Kısa olmadığını söyleyebilirim. Tabii ki bitirdikten sonra, Black Ops’un diğer güzelliklerine de göz atmak gerekiyor değil mi? Mesela, mini bir oyun olarak hazırlanan Dead Ops. Oyunun ana menüsündeyken ayaklarınıza bakın ve boşluk tuşuna basılı tutun. Böylece serbest kalacak ve etrafta gezinebileceksiniz. Bir de eski PC var masada. O PC’yi aktif edin ve dizin kısmına doa yazın. Böylece oyuna giriş yapabilirsiniz (zaten daha sonra menüde de oyunu göreceksiniz). Bunun haricinde, aynı PC’ye mail yazarsanız, bu kez de son atılmış postaları listeleyip, okuyabiliyorsunuz. Bazı savaş dosyalarının da olduğunu belirtmek istiyorum. Siz iyisi mi biraz iyi kurcalayın o PC’yi.
Bu mini oyundan kısaca bahsetmemiz gerekirse, kuşbakışı bir görünümde oynuyoruz. Düşman konumunda yine zombiler var. Standart kullandığımız silahın mermisi bitmiyor, bunun yanında zombi öldürdükçe beliren yeni silahları kullanabiliyoruz. Ayrıca etrafta beliren ödül ve bombaları da almamız gerekiyor. Özellikle çok zor durumda kaldığımızda bombaları kullanarak katliam yapabiliyoruz. Tamamen temizlik yaptıktan sonra da bir sonraki bölüme geçmeye hak kazanıyoruz, gerçekten güzel düşünülmüş. Bu modu da zombi modunda olduğu gibi arkadaşlarınızla co-op oynayabiliyorsunuz.
Kennedy ve Castro, zombi görürse…
World at War henüz piyasaya sürülmeden önce, Cadılar Bayramında videosu gösterilmişti Nazi Zombies modunun. Bazılarımız çok beğenmiş, belki bazılarımız da bunun günün anlamına uygun eğlenceli bir videodan ibaret olduğunu düşünmüştü. Görüldü ki sadece düşünce değildi, güzel bir oyun moduydu ve fazlasıyla beğenildi. Black Ops’ta zombi olacak mı, olmayacak mı diye uzun süre sorular soruldu. Sonuç olarak görüyoruz ki evet, var. Hem de bu kez iki büyük ve detaylı harita var. Özellikle Pentagon’da geçen zombi bölümü çok hoş. Düşünün Kennedy ve Castro, beraberindekilerle sohbet ediyor. Derken zombiler sarıyor etrafı ve başlıyor hayatta kalma mücadelesi. Kısacası zombi mod severlere müjde, hem de en büyüğünden.
Multiplayer
Call of Duty denilince en merak edilen konulardan biri de şüphesiz ki multiplayer modlardır. Özellikle Call of Duty 4 ile başlayan yeni sistem, sonraki oyunlarda daha da geliştirilerek kullanıldı ve bu nimetlerden Black Ops da yararlandı. Tabii ki kendi yenilikleriyle beraber.
Yine bir gelişim sistemi bulunuyor. Hemen online oyuna dalıyor, hem yeni özellikler, hem de yeni silahlar için kurşun yakmaya başlıyoruz. 3 adet perk slotu, bir tane ana silah, bir tane de acil durumlar için (genellikle mermi bittiğinde) kullanabileceğimiz bir silah seçiyoruz. Perkler, bildiğiniz gibi önemli. Hızlı koşabilir, iyi bir zırha sahip olabilir, düşman ekipmanlarını etkisiz hale getirebilir, sessiz hareket edebilir veya çok hızlı mermi değişimi yapabilirsiniz. Tüm bu seçenekler, sizin oynanış tarzınıza göre kullanılmalı. Tabii ki bedelini ödemeniz koşuluyla.
Black Ops’da bir de para sistemi bulunuyor. Yani, siz level atladıkça yeni silahlar açsanız bile, hemen kullanamıyorsunuz. Çünkü silahların bir değeri var. Bu paraları ödemek için de fazla adam öldürmeli, asist yapmalısınız. Bu güzel düşünülmüş bir sistem. Hatta buna Treyarch, bir de kontrat sistemini ekliyor. Kolay tabiriyle “paralı askerlik”. Mücadeleye başlamadan önce kontratların bulunduğu menüye gidiyor ve size uygun olanı seçiyorsunuz. Oyuna başlayınca da kontrat şartlarını yerine getirerek fazla para kazanmaya çalışıyorsunuz. Örnek verelim: Ölmeden üst üste 2 adam vurursanız, 150 oyun parası kazanıyorsunuz. Ayrıca bu anlaşmaların süreleri var. Belirlenen süre sona erdikten sonra geçersiz oluyor ve siz böylece diğer anlaşmalara da göz atabiliyorsunuz. Bu arada Black Ops’ta Team Deathmatch, Capture the Flag, Free for All, Sabotage ve Domination gibi oyun modlarının bulunduğunu, toplamda da 14 haritanın (bazıları büyük, bazıları küçük) yer aldığını söyleyelim. Özellikle Cracked ve Summit haritalarını çok beğendim. Hem tasarım olarak, hem de size sunduğu imkânlar sebebiyle çok güzeller. Tabii ki tüm bunlara, yeni silahları da kattığımızda online modların zevki daha da artıyor.
Rakiplerinizin üzerine helikopter salabilir, havan saldırısı başlatabilir veya bombalı tuzaklar kurabilirsiniz. Bunları zaten önceki Call of Duty oyunlarından da biliyoruz. Bunların yanında bir de uzaktan kumandalı bomba aracımız var. Bildiğimiz uzaktan kumandalı bir araç, ama üzerinde bomba var ve siz kendinizi açığa çıkarmadan aracı düşmanınızın yanına ulaştırıp patlatmaya çalışıyorsunuz. Gerçekten eğlenceli. Diğer güzelliklerden bir tanesi de Minigun. Tek kişilik senaryo modunda da kullanabildiğimiz bu silah, bir yardım paketinin içinden çıkıp size güzel bir sürpriz yapabiliyor. Gerisini düşmanlar düşünsün artık.
Şimdi gelelim PC oyuncularının sıkıntılarına. Bilindiği gibi Black Ops, PC’de Steam bağlantılı bir oyun. Yani oyunu multiplayer oynamak için mutlaka Steam’e login olmamız gerekiyor. Buraya kadar bir sorun yok. Hatta Modern Warfare 2’de yer almadığı için oyuncuları üzen Dedicated Server özelliği de Black Ops’da bulunuyor. Ama, ama ve de ama… Dünden beri PC oyuncuları, Black Ops’u stabil olarak multiplayer oynayamıyor. Aşırı lag olması ve buna bir de optimizasyon sorunları eklenince, şimdilik online keyfin yerini “online eziyetin” aldığını söyleyebiliriz. Gelişmelere göre, PC için bir yama hazırlanıyormuş, ancak bu tarz bir problemin hiç olmaması gerekirdi diye düşünüyorum. Bu da oyunun PC versiyonundaki en büyük eksisi ne yazık ki.
Her renkten, her cepheden…
Adamlar parçalanıyor. Kan unsuru da yerinde. Şiddet faktörüne zaten değindik. 3D teknolojisine destek vermesi, Avatar filminde de kullanılan tekniklerin kullanılması, biz oyuncular için güzel özellikler. Karakter tasarımları, animasyonlar, çevre tasarımları da geçer notu hak ediyor. İlk Call of Duty oyunundan bu yana kullanılan Quake motoru, hâlâ geliştiriliyor ve hâlâ kullanılıyor. “Bir dakika… Şimdi bu Quake motoru mu” diye tepki gösteren çok arkadaşım var. Hatta az evvel sevgili Emre Günen de aynı tepkiyi gösterdi. Black Ops’un grafikleri gerçekten güzel. World at War’da gördüğüm Reznov ile bu oyundaki Reznov’u yan yana getiriyorum da, gerçekten gelişme var.
Ek parantez açarak PC’deki görselliğin X360’a nazaran fark edilir derecede iyi olduğunu da söylemek istiyorum. Tabii ki bunların PC sistemlerine belirli bir yükü de oluyor. Eğer sisteminiz yüksekse sorun yaşamıyorsunuz, ancak orta halli bir PC’de Black Ops’da donmalar gözlenebiliyor. Hatırlarsanız Treyarch, PC geliştiricisi olduklarını belirtmişti. Bakıyoruz ki multiplayer’da önemli performans sorunları var, tek kişilik senaryo modunda da bazı performans sıkıntıları görülebiliyor. Açıkçası Treyarch, yaptığı açıklamayı pek de kaldırabilir güçte değil.
Do-re-mi-fa-sol-la-si-ateş
Modern Warfare 2’nin müzikleri çok kaliteliydi. Zaten tüm seride iyi müzikler vardı, ama MW2’nin havası bir başkaydı. Onu gördükten sonra Black Ops’taki müzikler için mükemmel diyemeyeceğim, ama güzel oldukları kesin. Orkestra müziklerinin yanında, bazı şarkılara da yer verilmiş. The Rolling Stones ve Eminem’i örnek sanatçılar olarak gösterebiliriz. Seslendirme konusu ise, gayet başarılı. Sam Worthington (Alex Mason), Ed Harris (Jason Hudson), Gary Oldman (Reznov), Ice Cube (Bowman) gibi önemli isimler bulunuyor kadroda. Silah seslerine de değinecek olursak, iyi diyebiliriz, ama mükemmel sözleri biraz abartı olur. Zira Bad Company 2’deki keskin işitseller tek kelimeyle muhteşemdi ve Black Ops’un bu konuda Bad Company 2’yi geçmesi şu an için mümkün görünmüyor.
Sonuç
Call of Duty: Black Ops, özellikle senaryo moduyla oyuncuları alıp götürüyor. Kesinlikle çok heyecanlı ve çok iyi kurgulandığını düşünüyorum. Zombi modunun olacağını zaten biliyorduk, ancak daha detaylı haritaların hazırlanması, bunun üzerine Dead Ops gibi ekstra mini bir oyunun hazırlanması da güzel bir sürpriz oldu. Multiplayer için tadı damağımızda kaldı diyebiliriz. Gerçekten çok iyi görünüyor, hatta bağlantı hızı normale döndüğünde mücadelelerin çok keyifli olduğunu hemen hissediyorsunuz, ama işte o performans problemleri araya girince, dediğim gibi “tadı damakta bırakıyor” ve bu da iyi olmuyor doğrusu. Özellikle bu konu için yama bekleniyor. Ne kadar erken gelirse, o kadar iyi olacaktır diyor ve tek kişilik senaryo moduna geri dönüyorum. İyi oyunlar: