Castlevania…80’lerin sonunda Nintendo’nun NES sistemine çıkmasıyla çok büyük bir efsane haline gelen, milyonlarca oyuncunun sevdiği şu meşhur Castlevania.
Aslında böyle serilerin yeni oyunlarını değerlendirirken geçmişine bakıp biraz nostalji yapmayı çok seviyorum ve sanırım 45 dakikadır incelemeye başlayamamamın en büyük sebebi hala “Ben en iyisi bir Castlevania ROM’u çekip oynayayım” düşüncesi ile cebelleşmem. Tabii ki bunu yaparsam, incelemeyi yazacak vakit bulamam, bu sebeple bir an önce incelemeyi aradan çıkartıp Castlevania külliyatına yeniden girmek için bir sebep bırakmamam gerekiyor.
Aslına bakacak olursanız, Lords of Shadow serisi ilk duyurulduğu vakit büyük bir hayal kırıklığı yaşamıştım çünkü Kojima Productions ilk etapta oyunu çok başka şekillerde tanıtmıştı. Tabii ki yapılan viral kampanyalardan bahsediyorum. İşin içinde KojiPro olunca, insanın kafası ister istemez Metal Gear Solid serisine gidiyor, fakat Lords of Shadow’un duyurusu ile, bu umutlar sönmüştü, ben ise beklemeye başlamıştım.
“Simon’s Quest: Oyuncuların lanetlediği Castlevania oyunu”
Sonuçta Kojima Productions’ın işin içinde olduğu bir yapımdı, ne kadar kötü olabilirdi ki? Bu kötü olma beklentisini ise bana yerleştiren Castlevania serisinin PS2’ye çıkan Lament of Innocense gibi oyunlarıydı. Yepyeni bir motor ve zamanına göre etkileyici grafikler kullanıyordu fakat oyun mekanikleri ve tasarımı o kadar zayıf bir haldeydi ki, bir türlü keyif alamıyordunuz.
Castlevania: Lords of Shadow ise gerçekten bambaşkaydı. Neredeyse on yıldan fazla, sürekli olarak üstüste kullanılan Castlevania mitini alıp, yeniden ve taze bir şekilde bizlere sunuyordu.
Oyun, Belmont ailesinin üç jenerasyonu (3DS için çıkan devam oyunlarıyla beraber) üzerine oldukça başarılı bir Dracula hikayesi anlatıyordu ve bunu kesinlikle önceki Castlevania oyunlarında olduğu gibi aynı basmakalıp şekillerde sunmuyordu. Karakterler yıllarca gördüğümüz birbirinin karbon kopyası olan Castlevania karakterlerinden çok daha canlıydı, insanın içini sıkmıyordu ve bu sayede Castlevania isminin yepyeni kitleler tarafından sevilmesini sağlamıştı.
Lords of Shadow 2 ise, bu sebeplerden dolayı Castlevania hayranlarının uzun süredir heyecanla beklediği bir oyundu, özellikle seriyi takip edenler için hikaye “oha şimdi ne olacak” noktasında kaldığından, Lords of Shadow 2 önemliydi.
“Oyunun başında Gabriel epey çökmüş durumda.”
Bir oyunun devamını yapmak , baya riskli bir iş. Bunun sebebi söz konusu devam oyununun kesinlikle orijinalinden daha iyi olması gerekliliği, sadece kozmetik olarak değil, mekanik, hikaye ve yapı olarak halefinin bir tık daha üstüne çıkması gerekiyor.
Oyun yapımcıları, bu devam oyunu yapma işini son 5 yıldır çok yanlış uyguluyor. Devam oyunu yani sequel denilen şey, sadece hikayenin devam ettiği ve geri kalan her şeyin aynı kaldığı bir yapıda sunuluyor. Castlevania: Lords of Shadow 2 ise en büyük hatayı burada yapıyor.
Hikaye, Gabriel Belmont yani namı diğer Dracula’nın hikayesini devam ettiriyor. Gabriel Belmont, artık elini dünya malından çekmiş, tek başına modern çağda yaşamaktadır. Eski dostu/düşmanı Zobek’in onu bulması ile Satan’ın tekrar dünyaya gelme planı olduğunu öğrenir ve bütün pişmanlıklarını bir kenara koyarak onu durdurmak için büyük bir intikam yolculuğuna çıkar.
Oyunun giriş bölümü, epey dramatik, Dracula’nın kalesine saldıran kutsal şövalyelere karşı verdiği savaşı konu alıyor ve bütün güçlerimizi kullanabiliyoruz. Uzun süredir Lords of Shadow 2’de gördüğüm kadar heyecanlı ve doğru kullanılan bir Tutorial bölümü görmemiştim, hem Gabriel’in Dracula olduktan sonra sahip olduğu güçleri bize gösteriyor hem de Dracula olarak ne kadar güçlü olduğumuzu veriyor.
Fakat maalesef, bütün heyecan burada kalıyor diyebilirim. Lords of Shadow 2, görsel olarak güçlü bir oyun fakat grafik teknolojisi olarak epey rahatsız edici. Oyunun karanlık paleti ve barok tasarımları, modern dünya ile birleşince artık göze daha zayıf gelir olmuş, bunun yanında grafikler ilk oyundan öteye çok ciddi bir gelişim göstermemiş.
Sanırım beni en çok rahatsız eden şey, Gabriel Belmont’un Dracula olmasına rağmen oyunda bir nevi “kurban” olarak gösteriliyor oluşu. Hani Dracula duygusal bir yaratıktır bu kabulüm, fakat bizim kahramanlıkla, kötü adam olmak arasında mekik dokuyuşumuz ne yazık ki çok kötü işlenmiş. Oyunda Zobek’in bizi Satan’a karşı kullanma amacı iki kötüyü eleyerek bir taşla iki kuş vurmak, yani bu ne demek, biz zaten kötü adamız, bizden daha güçlü bir kötü adamı yok etmek için bir yolculuğa çıkıyoruz, fakat bu yolculuk boyunca aslında Dracula’nın oğlu ile ilgili pişmanlıklarını, yaptığı şeylerden dolayı kendini kötü hissettiğini ve aslında tanısak seveceğimizi öğreniyoruz.
“Lords of Shadow 2’nin bir ayağı modern zamanlar da”
Ben bunun yanlış bir işleniş olduğunu düşünüyorum, madem romantik kahraman gibi bir fikir güdülüyor, o halde Gabriel Belmont’u Dracula yapmak ne kadar mantıklıydı? Hadi yine yap fakat adamın ne kadar kalpsiz ve vicdansız olduğunu bize göster, bu aynı God of War serisinin inanılmaz mantık hatası gibi bir şey. Ana karakter masum birini tek yumruğu ile ortadan ikiye ayırabiliyor ve bizim onunla empati yapmamız bekleniyor. Hitler falan değilseniz, nasıl empati yapabilirsiniz ki? Aranızda Hitler varsa diyeceğim bir şey yok.
Lords of Shadow 2’nin en büyük mantıksızlığı burada sanırım. Fakat bunu es geçip devam edersek, ortada mekanik olarakta bir yenilik yok. Dracula olarak Gabriel’in üç adet silahı var, bunlardan ilki kendi kanıyla oluşturduğu Blood Whip, diğeri Void gücünü kullanarak düşmanların hayatını çalabilen Void Sword, sonuncusu ise düşmanlara ağır hasar indirip kalkan kırabileceğiniz Chaos Claws.
Oyunun başında, bu silahların hepsine sahipsiniz fakat asıl hikayeye girdiğiniz vakit teker teker hepsinin peşinden koşmanız gerekiyor. Zaten bu silahları aldığınız zaman epey güçlü oluyorsunuz, bir noktadan sonra ise oyun sizin karşınıza ne çıkartırsa çıkartsın, sıkılıyorsunuz.
Lords of Shadow 2’nin en zayıf yanlarından birisi bu sanırım, savaşlar çok kolay ve gerçekten efor gerektirmiyor.
Aksiyon oyunu olarak son yıllar da bu konuda en başarılı örnek şüphesiz Metal Gear Rising: Revengeance idi, orada gerçekten oyun sizi zorluyor, mekaniklerinde uzmanlaşmak ise yetenek gerektiriyordu. Lords of Shadow 2’de zaten düşmanların her saldırısından kaçacak dash hareketine sahipsiniz, her türlü düşmanın saldırısını basitçe öğrenip, hiç ölmeden oyunu bitirmeniz bile mümkün. Bu bir aksiyon oyunu olarak Lords of Shadow 2’yi çok ama çok gerilere itiyor.
Dracula olarak, sadece silahlarınız yok, pek çok yeteneğiniz de mevcut. Bunlardan bazıları gölgelerin içerisinde fareye dönüşüp düşmanlarınıza farkettirmeden ilerleyebilmek, buzdan küreler atıp rakibinizi dondurabilmek ve onların içine belirli bir süre için girebilmek. Tabii aksiyon anlamında bunlar çok fazla işinize yaramıyor.
Lords of Shadow 2’nin tek laf söyleyemeyeceğim şeyi müzikleri sanırım. Oscar Araujo tarafından bestelenen müzikler, gerçekten enfes ve atmosfer pekiştirici. Arada bir oyunu oynarken, durup sadece müziklere daldığım oldu.
Lords of Shadow 2, koskoca Castlevania serisinin 35.oyunu olarak açık dünya oynanışı mekanikleri ve yeni kamerası ile maalesef adından çok söz ettirecek bir yapım olmayı başaramıyor. Gabriel Belmont, karakter olarak sıkıcı, sözde yenilenen Mercury Engine 2, hiçbir yenilik yapılmamış gibi duruyor, lineerlikten kurtulması gereken oyun, yine lineer yine lineer.
Castlevania hayranları, mutlaka alıp oynayacaklar, lakin bence oynamalılar, Gabriel Belmont’un hikayesinin kapanışını görmeliler, seriye yeni başlayacaklar ise, Lords of Shadow’u beğenirlerse, ikinci oyundan çok şey beklemesinler, zira aynı oyunu oynamış olacaklar neredeyse.