Demon’s Souls

Son bir yıldır takip ettiğim bir oyundu Demon’s Souls (DS), aslında PS3’e
özel olarak geliştirilmesine rağmen, birçok PS3 sahibinin dahi bu yapımdan pek
haberi yok. Ama PS3’ün bu nesildeki en büyük eksiği olan RPG konusunda, “Tamam
sorun yok, ben varım” diyen ve bunun kuru gürültü olmadığını gösteren, sessiz
sedasız gelen etkileyici bir yapım. Henüz Amerika ve Avrupa’da çıkmadığı için
birçok oyun severin bahsettiğim gibi haberi yok; haberi olanlarda ne yazık ki
İnternet üzerinden alışveriş yapamıyorlarsa, oyunu bulmaları oldukça zorlaşıyor.
Ancak çıkmadan önce yapılan iddialı açıklamalar ve bir oyunda olmasını en çok
istediğim devasa ölçülerdeki yaratıkların DS’da kol gezmesi, bu oyunu alma
konusundaki dürtülerimi iyice havaya soktu. Aslında batı ülkeleri için çıkacak
olan versiyonuna kısa bir zaman kalsa da, elime fırsat geçince hemen
değerlendirdim ve oyunun Asya versiyonunu edindim. Bu versiyonun için de (Japon
değil, Çin ve Kore) İngilizce ses desteği de olduğu için, açıkçası ortada oyunu
rahat rahat oynama dışında bir problemde kalmamıştı. Ben de ileride oyunu
alacaklara yardımcı olması için, incelemeyi detaylı makale tarzında hazırladım.

Oyuna başladıktan 14 saat sonra…

-Bu sefer başaracağım sanki… Zaten başarmalıyım da yani, sabahtan beri aynı
yerdeyim!

-Sadece iki darbe kaldı.
-Evet, ilk darbeyi indirdim, süper gidiyorum, bir kere de daha açık ver işini
bitireyim. Hadi, hadi, hadi…

-Ooo hayır yine mi yaa! Nasıl kaçamadım ben bu darbeden?
-Daha kaç kez deneyeceğim! 27’inci kez ölüyorum.
-Üfffff…
-Hadi ölmek neyse de, o ruhu tekrar almam gerekiyor şimdi…
-8200 küsur Soul vardı yaa, keşke Nexus’a dönseydim!…
-Ama ne olursa olsun yem etmem o Soul’ları kimseye…
-Tabii ilk olarak biraz daha Soul Level kasmam lazım, bu böyle olmayacak
anlaşıldı!

-Neredeydi bu Red Eye Knight, iyi Soul veriyordu bu eleman…




Bir ruhum vardı, da neredeydi bu yahu? Sanırım kaybettim…

PS3’ün başına büyük bir heyecanla oturarak, yapımcı firmanın sürekli bahsetmiş
olduğu “Zor” oyun yapısını fena halde merak ediyordum. Oyun güzel bir
sinematikle başlıyor ve bize hikaye hakkında kısa bir bilgi verse de, tam olarak
ne olup bittiğini yapımın ilerleyen anlarında öğreniyoruz. Ama DS’in genel
değerlendirme faslına geçmeden önce şu hikaye işini aradan bir çıkartalım.
Oyunumuz Boletaria adında bir krallıkta geçiyor. Burası herkes salak bir tek ben
zekiyim mantığını benimsemiş Allant adında bir kral tarafından yönetiliyordur.Bu kralımız, oturduğum yerden bu ülke topraklarını nasıl büyütebilirim diye
düşünürken, Nexus tarafından krallığı başarıdan başarıya koşturmak için ruhların
gücü verilir. Fakat bizim zeki kral, her şey köprüyü geçene kadardı diyerek,
gücü eline alınca iyiden iyiye doyumsuz bir hale gelir. Ama kralımızın unutulmuş
eski bir kötülükten pek haberi yoktur, zaten amacı da daha ne kadar güçlenirim
olduğundan çevresiyle de pek ilgilenmez.

Günlerden bir gün bu Old One olarak bilinen unutulan kötülük, Boletaria
topraklarına bir sis eşliğinde acımasızca çöker ve sisin içinden de bin bir
türlü, küçüklü büyüklü iblisler çıkmaktadır. Kral Allant ise gelin bakalım,
geleceğiniz varsa göreceğiniz de var diyerek, cebren ve hile ile kurduğu devasa
ordusunu şeytanların üstüne salar. Lakin küçük bir ayrıntı her şeyin bitişinin
habercisidir adeta… İblisler her öldürdüğü insanın ruhunu emmektedir ve bu
emilen ruh iblisleri daha da güçlendirerek, savaşı kazanılması iyice imkansız
bir hale dönüştürür. Kral ben ne yapacağım diye düşünürken, Maiden in Black
adında kör bir bayan ortaya bir kehanet atar ve der ki, “Biri çıkacak ve bu
toprakları huzura kavuşturacak; fakat bu sizin son umudunuz olacak”.




Bir sis perdesi daha, bakalım bu sefer ki şeytanlık ne?

İşte biz de burada devreye giriyoruz. Ekrana gelen sinematiği geçtikten sonra,
ilk işimiz Boletaria topraklarını kurtaracak olan karakteri yaratmakla başlıyor.
İsmini, cismini belirledikten sonra 10 sınıftan bir tanesini seçiyoruz. Bu
sınıfların genel kontrol mekaniği hemen hemen aynı, sadece bazı özel yetenekleri
kullanıp, kullanamama durumu söz konusu… Kimi sınıfların büyü konusunda becerisi
çok yüksekken, kimileri yakın mesafe dövüşlerde etkili oluyor. Tabii siz kendi
kişisel tercihinize göre seçiminizi yapıyorsunuz. Ayrıca karakterin yüzünü
belirleme kısmı dışında bu yaratma işlemleri pek detaylı değil. Kısa bir süre
uğraştan sonra, Tutorial bölümü ile oyuna başlıyoruz.

Bu anlar heyecanımın hat safhaya ulaştığı dakikalar; çünkü o zamana kadar sadece
yarım yamalak bir videosunu izlediğim oyunda, açıkçası nelerle karşılaşacağımı
bilmiyorum. Bir süre ilerledikten sonra kontrollerin nasıl olduğunu göstermek
için bir iki hafif düşman geliyor, zaten oldukça kısa süren bu bölümün sonunda,
bir sisin içinden geçerek dev gibi bir yaratığın yanına giriyoruz. Yahu daha
etim ne budum ne? Yapılır mı bu ey yapımcı demeye kalmadan, iblis ilk darbesinde
beni adeta ezip geçiyor.

DS’ye başlayalı daha birkaç saniye olmasına rağmen, karakterim yere serilmişti.
O anda bu oyun bitmez diye aklımdan geçiriyorken, meğerse zaten ölmemiz
gerektiğini gözümüzü Nexus’da açınca fark ettim. Bu Nexus ise, ölümle yaşam
arasında ruhani güçlerin hat safhada olduğu bir yer. Oyunda karakterimizle
ilgili hemen hemen her şeyi burada hallediyoruz. Nexus’taki NPC’ler sayesinde
tüm geliştirmeleri, büyüleri burada ediniyoruz. Yani sizin anlayacağınız
oyundaki en güvenli ve en önemli mekan.Demon’s Souls’un genel işleyiş yapısını da Nexus’da öğreniyoruz, mekanın
etrafını saran ve her biri bir dünyayı temsil eden 6 adet taş, oyunda
gideceğimiz yerleri gösteriyor. Yalnız bu taşlardan birisi karanlık ve kırık bir
şekilde görünüyor. Bunun sebebi ise büyük olasılıkla önümüzdeki aylarda yeni bir
dünya için DLC paketinin geleceğinin habercisi diyebiliriz. Başlangıçta sadece
bir dünyaya girebiliyoruz, zaten o da oyuna gerçekten giriş yaptığımız an
oluyor. O bölümü geçtikten sonraki yaşadığım acizliğe değineceğim. Diğer tüm
taşlar açılıyor ve istediğinize istediğiniz zaman giriş yapabiliyorsunuz. Ancak
yeterli güce ulaşamadan ileriki seviyedeki dünyalara giderseniz, iblisler
tarafından ağır bir bozguna uğrayabilirsiniz.

14 saat önce…

Boletarian Palace adındaki ilk bölümümüze adımımı attığım anda beni oldukça
büyük ve heybetli bir kale karşılıyor. İlerlemeden önce ilk olarak nelerim var
diye bir bakıyorum. Ekranda 3 farklı bar mevcut. Biri sağlık için, biri büyüler
için sonuncusu da kalan enerjimizi gösteriyor. Sağlık barımız ruh formundayken
sınırlı bir şekilde gözüküyor, beden formunda ise tam kapasite olarak çalışıyor.
Bu ruh ve beden formunu daha sonra detaylı bir şekilde açıklayacağım. İlk başta
Catalyst (Asa) olmadığı için büyü barıda bir işe yaramıyor. Son olarak enerji
barımız içinse tüm hareketlerimizin yansıması diyebilirim. Yani koşarken,
kılıcınızı savururken, darbe yerken sürekli azalıyor. O yüzden en çok dikkat
etmeniz gereken yer, eğer enerjiniz azsa, gelen darbeyi savuşturamaz ve ölmeniz
çok kolaylaşır. Kendi kendine dolduğu için mücadele esnasında saldırıya geçmeden
önce sürekli tam dolmasını bekleyin. Sol alt köşede ise envanter sistemi var.
Artık maceraya başlayabilirim.




Görünüşte gideceğim yol boş gözüküyor olsa da, temkinli gitmekte yarar var
diyorum ve yavaş yavaş ilerlemeye başlıyorum. Birkaç adım sonra muhtemelen
değişime uğramış bir insan karşıma çıkıyor. Alışkanlık işte direk dalıp, işini
bitireyim diyorum ve saldırıya geçiyorum. Ancak tam o anda zombi kılıklı
düşmanda bana saldırıyor ve aynı anda yenilen kılıç darbeleri ile ikimizde büyük
ölçüde zarar görüyoruz. Neyse öldürürüm ben bunu diyerek düşüncesizce bir
saldırı daha gerçekleştiriyorum ki, rakibim benden önce davranarak işimi
bitiriyor. Birçok oyunda normal şartlarda bu tip mücadelelerin ardından sahip
olduğumuz karakterin sağlık barı çok az etkilenirdi; lakin DS’da sadece iki
vuruşta, hem de oyunun en kolay düşmanı tarafından öldürülmüştüm. Ama en azından
artık direk saldırmamam gerektiğini de öğrenmiştim. Her ölüşümüzün ardından yer
aldığımız bölüme Archstone adında bir noktadan başlıyoruz. Ayrıca bu
Archstone’lar aynı zamanda insanı insanlıktan çıkartan, ama daha sonra
değineceğim kayıt (Save) noktamızı oluşturuyor.Neyse olur böyle şeyler diyerek, artık daha dikkatli olmam gerektiğinin de
farkına vararak, tekrar Boletaria kalesinin önünde belirdim. Nasıl olsa oradaki
düşman öldü, koşabilirim diye düşünerek ilerlemeye başladım, ama beklemediğim
bir anda arkamdan gelen hızlı iki darbe, benim tekrar hayata gözlerimi yummama
sebep oldu. İkinci kere öldüğümde hakladığım düşmanların, bölüme yeniden
başladığımızda kaybolmadığını, aksine yine orada hazır kıta beklediğini
öğrenmiştim. Yaklaşık 10 dakika geçmişti ve ben oyunda henüz birkaç adım atıp,
ölmekten ileriye gidememiştim.

Üçüncü kez güzel kale manzarası eşliğinde uyanarak tekrar yola koyuldum. Bu
dakikadan sonra “önce savun, sonra saldır” düşüncesini benimseyerek ilerlemeye
başladım. Bu şekilde gayet başarılı, ama biraz zorlanarak da olsa az çok
ilerledim, ta ki karşıma kalkanı ve mızrağı olan iki asker çıkana kadar. Ben
bunları nasıl öldüreceğim diye düşünürken, onlar bu süre zarfında beni yaklaşık
bir 20 kere indirdiler. Tabii bu ölümlerden sonra başladığım yer biraz önce
bahsetmiş olduğum Archstone noktası olduğu için, her ölümden sonra kaldığım yere
gelebilmek için aynı düşmanlarla aynı mücadeleyi veriyor ve bazı anlar kaldığım
yere dahi gelemeden öldüğüm oluyordu. Zombi kılıklı rakiplerle, askerleri bir
şekilde ortadan kaldırıp, kalenin tepesine çıkmayı başarmıştım ki, orada bana
bakan Blue Eye Knight beni pek hoş karşılamadı. Gitmem gereken yol, o mavi gözlü
şövalyemiz tarafından korunduğu için, düşük level seviyesindeki benim için onu
öldürmek adeta bir cehennem azabına dönüştü. Öldürdükten sonra ise karşıma
gelenlerin sayıca çoğalması ve beni öldürmesi, ayrıca yine tekrar aynı noktaya
gelebilmek için sarf edilen çaba, günümüzde birçok oyunun toplam süresi, yani
yaklaşık 8 saatimi almıştı.




Kara bulutlar iyice çöktü, bu karanlık iyiye işaret değil!

Oyunda ilerledikçe çekmeniz için karşınıza gelen bazı kollar, yapımın başlarında
kapalı olan birkaç kapıyı açarak, en başta kat etmiş olduğunuz onca yolu, bir
nebze olsun kısaltarak, gitmeniz gereken yere çok daha kısa sürede ulaşmanızı
sağlıyor. O yüzden yer aldığınız bölümlerdeki her noktayı çok dikkatlice
araştırmalısınız. Ayrıca sadece kısa yollar için değil, gitmeniz gereken yol
üstündeki kapıları da bazı anlar bu şekilde açıyoruz. DS’deki ilk bölüm sonu
canavarımızla karşılaşmak için büyük bir kapıyı açmamız gerekiyor. Açıkçası hiç
beklemediğim bir şekilde, yaklaşık 20 dakikalık bir mücadele sonunda ilk
deneyişimde geçmeyi başardım. Zaten oyundaki en kolay ikinci boss olduğunu da
belirteyim. Yapımın isminden de anlaşılacağı üzere her şey Soul yani ruhlar
üzerine kurulu. Öldürdüğünüz her düşmanın ruhunu alıyoruz. Bu düşmanlar ne kadar
büyük ve güçlüyse alacağınız ruhların sayısı ise o derece artıyor. Aslında bu
ruhları, oyundaki para olarak da açıklayabiliriz. Çünkü bu ruhlar karşılığında
bir şeyler alıyor ya da bir şeyleri geliştiriyorsunuz. O yüzden bu ruhlara
gözünüz gibi bakmanız şart, tabii oyun da sadece iblislerin ruhları yok sizin de
var.Demon’s Souls boyunca 2 farklı şekilde oynuyoruz. Bir ruh bir de beden formunda…
Ancak kesinlikle beden formunda oynamamanız gerekiyor. Zaten oyunun çok büyük
bir bölümünü ruh halimiz ile oynuyoruz. Çünkü belirttiğim gibi iblislerin olduğu
gibi bizimde ruhumuz var ve öldüğümüz takdirde ruhumuz öldüğümüz noktaya
düşüyor. Tabii düşen ruhla beraber eğer harcamadıysanız tüm ruhlar (Bundan sonra
Soul diyeceğim) yani başka bir değişle paralarda gidiyor. O yüzden oyuna tekrar
başladığınız da ilk işiniz öldüğünüz yere gidip ruhunuzu geri almak oluyor.

Burada da iki çok önemli nokta karşımıza çıkıyor. Şimdi ilk olarak eğer ruh
formunda öldüyseniz ve o anda yanınızda çok sayıda Soul biriktirmediyseniz, o
ruhu tekrar geri almanıza gerek yok. Ama dediğim gibi oyunda biriktirdiğiniz
Soul’lar fazla ise geri almanız sizin için oldukça faydalı olacaktır, ama
zorunlu değil. İkinci olarak da, neredeyse sürekli ruh formunda oynuyoruz; ancak
her boss öldürüşünüzde, ruh halinden çıkarak beden formuna bürünüyorsunuz. Tabii
bunun için sadece boss öldürmeyi beklemeye gerek yok, özel bir taş sayesinde
istediğiniz anda beden formuna gelebiliyorsunuz. Bu şekilde olunca sağlık
barınız tamamen doluyor, giymiş olduğunuz zırh ses çıkarmaya başlıyor, yani
tamamen bir vücut oluyorsunuz. Fakat bu durum ne yazık ki oynanışa çok büyük
etki ediyor. Eğer ki, beden formunda ölürseniz bulunduğunuz dünya karanlık bir
hale bürünüyor ve tüm düşmanlar normalden daha güçlü hale geliyor.




Oyuna başlarken nötr olarak başlıyorsunuz; ancak DS eksi ve artı olarak toplamda
7 kademeye sahip. Beden formunda öldükçe eksiye, ölmeden boss’ları geçtikçe de
artıya dönüştürüyorsunuz. Bunlara Black World Tendency ve White World Tendency
deniyor. Peki bunlar nasıl oluyor derseniz, eğer beden formunda 3 kez ölür ve
ruhunuzu geri almazsanız bulunduğunuz dünya tamamen karanlık bir hale gelmekle
beraber, dediğim gibi düşmanlarda çok daha güçlü bir hale geliyor. Dünyaları
aydınlık bir hale getirmek için de, beden formunda Nexus’a hiç dönmeden ve
ölmeden +4 yapmanız gerekiyor. Buda 3 boss öldürmeniz gerekiyor demek. Fakat üst
üste ölmeden 3 boss öldürmek neredeyse imkansızdan da öte bir şey. Uğraşmaya
çalışmayın çünkü sinir krizleri geçirmeye kadar gidiyor, denedim oradan
biliyorum.

Trophy’i %100 yapmak için ne yazık ki Black World yapmanız şart! Tabii dünyayı
kararttıktan sonra tekrar düzelte biliyorsunuz. Bunun için de, oyunda dünyaların
Black ya da White durumuna göre açılan kapılar ya da bölgeler yer alıyor. İşte
buralarda sizleri bekleyen Black Phantom’lar var; ancak bunlar müthiş zorlu
düşmanlar olmasına rağmen, yenilmez değiller. Eğer ki bunu başarırsanız o dünya
tekrardan nötr bir hale gelerek, ilk başladığınız şeklini alıyor. Ama şunu da
belirteyim, bu Black Phantom’lar sadece World Tendency durumunda ortaya
çıkmıyorlar; World Tendency’i isterseniz Pure White (Saf iyilik) yapın, yinede
fark etmez, oyunun her anında bu düşmanlarla karşılaşabilirsiniz. Black
durumunda karşılaştığınız Black Phantom’ler özel karakterler ve bunların tek
farkı yaratmış oldukları etkiler diyebiliriz.6 saat önce…

Demon’s Souls otomatik olarak kendi kendine kayıt yapıyor, bunu sağ üst köşede
mavi yuvarlak bir işaret çıktığında anlıyorsunuz. Ancak buna kanıp tamam kayıt
oldu kapatayım derseniz, oyuna tekrar girişinizde kötü bir sürprizle
karşılaşabilirsiniz. Çünkü yazımın başlarında bahsetmiş olduğum Archstone
noktaları oyuna giriş yapabildiğiniz tek yer, bu yüzden yapımın neresinde kayıt
yapılmış olursa olsun bulunduğunuz bölümün Archstone noktasından başlıyorsunuz.
Özellikle büyük bölümlerde bu çok büyük bir işkenceye dönüşüyor. Eğer bir
sonraki boss dövüşünü kazanıp, yeni bir Archstone noktası açmazsanız bu sürekli
böyle devam ediyor. Siz bölüm sonu canavarına ulaşmak için sarf ettiğiniz çaba
sonucunda, ufak bir hatanız ölümünüze sebep olursa, işte o anda bulunduğunuz
bölümün başına döndüğünüzü görmek, sizi sinirden baya bir güldürüyor. Üstüne bir
de düşen ruhunuz ve eğer harcamadığınız birikmiş Soul’larınız varsa, bu durum
iyice sinir stres sahibi olmanıza yol açıyor.

Yapımdan nefret etmekle, sevmek arasında gidip geldiğiniz ilk bölümün ikinci
kısmı benim tam olarak 6 saatimi çaldı. Yeri gelmişken şunu da belirteyim, her
bölüm kendi içinde farklı kısımlara ayrılıyor. Bu kısımlar bir sis ile örtülmüş
durumda, siz o noktaya gelince sisten geçiyor ve bölümün diğer kısmını açmış
oluyorsunuz. İşte bölümlerde 1-1, 1-2, 1-3, 1-4, 2-1, 2-2, 2-3, 3-1 vs… şeklinde
ilerliyor. Her kısımda bir bölüm sonu canavarı mevcut. Mesela sırf ilk dünyada 4
farklı ve oldukça zorlu boss var. Oyundaki toplam boss sayısını ise ne siz sorun
ne ben söyleyeyim. Tabii bu boss’ların dışında karşınıza çıkan Black Phantom’lar,
yolunuzu ateşle kesen devasa ejderhalar gibi düşmanları saymıyorum bile…




6 saatimi çaldı diyorduk, evet oyundaki ikinci boss aslında çok zor olmamasına
rağmen, eğer savunmayı ihmal ettiğiniz takdirde tek vuruşla ölebildiğinizi
söylemiştim ya, işte ben de bu duruma maruz kaldım. Neredeyse 30 kez denediğim,
üstüne bir de her seferinde yol üzerindeki kalabalık ve zorlu düşmanlarla
mücadele ettiğim bu süreç bittiğinde tam 6 saat geçmişti. 1-1 ile 1-2’yi geçmek
toplamda 14 saatimi almıştı. Yalnız dikkat edin birinci bölümün tamamından
bahsetmiyorum. İlk bölümü tam anlamıyla bitirmem yaklaşık 70 saatimi aldı.

Aslında DS’de hiçbir düşmanın ölmeme gibi bir durumu yok. Siz ne kadar level
kasarsanız onlarda o kadar güçsüz bir hale geliyorlar. Öldürmeye çalıştığınız
bir düşman size çok zor geliyorsa, gidip level kasarak güçlenebilir ve birkaç
darbede indirdiğiniz düşmanları bu defa tek darbede indirebilirsiniz. Oyun size
bu konuda çok fazla seçenek sunuyor. Örneğin yaratığı yaklaşmadan öldürmek
istiyorsanız gidin Magic kasın ya da Dexterity kasın ok yay kullanmadaki
beceriniz yükselsin. Anlatmak istediğim oyun aslında sizin işinizi
kolaylaştırmak için çok güzel yollar gösteriyor, eğer sabırlı olursanız çok zevk
aldığınız bir yapım haline geliyor DS.Son anlar

Demon’s Souls’da muhteşem diyebileceğimiz harika bir fikrin hayata geçişini de
görüyoruz. Oyuna bağlandığınızda etrafınızda hayalet görünümünde yürüyen
karakterler göreceksiniz. İlk başta bunların ne olduğunu pek anlayamıyorsunuz
tabii, daha sonra yerlerde duran kan izleri, ayrıca yine yere yazılmış yardımcı
notlar. Biraz garip geldiği kesin, ama DS’da öylesine başarılı ve güzel
çevrimiçi bir iletişim tekniği var ki, tam anlamıyla kusursuz işliyor. O görülen
hayaletimsi karakterler aslında sizin gibi gerçek oyuncular. Bunu sanki onlarca
insanla aynı multiplayer oyuna girmişsiniz gibi farz edin, buradaki tek fark
single bölümde oluşunuz. Ayrıca bahsetmiş olduğum yerdeki kan izleri ise işte bu
insanların ölüp, ruhlarının düştüğü yer. Ama asıl olay kan izinin üzerine gelip,
istenilen tuşa basınca ortaya çıkıyor. O karakteri oynayan insanın son birkaç
saniyesi ve nasıl öldüğünü görüyorsunuz. Bu durum size bazı anlar çok yardımcı
olabiliyor. Örneğin bir uçurum kenarındasınız, aşağıda atlanabilecek bir yer
var; ancak emin olamıyorsunuz. O anda yerde duran kan izine tıklayarak,
karşınıza gelen görüntüde o kişinin uçurumdan atladığı için öldüğünü
görüyorsunuz ve anlıyorsunuz ki oradan atlanmamalı. Tabii bir de bahsetmiş
olduğum yere yazılmış notlar var ki, bu adeta bir devrim diyebiliriz.




Şöyle ki, oyunda size sunulmuş kelime ve cümle grupları var. Bunların sayısını
oldukça fazla, o anda içinde bulunduğunuz bir durumu, bu notlar sayesinde sizin
gibi oyunu oynayan diğer insanlara yardımcı olması için kullanabiliyorsunuz.
Tabii diğer herkes de bu notları kullanabiliyor. Örneğin ilk defa gördüğünüz bir
yere giriyorsunuz, ama neyle karşılaşacağınızı bilmiyorsunuz. Daha önce oraya
gelmiş birinin bıraktığı not gözünüze ilişiyor ve açıp okuyorsunuz, “Dikkat et
ileride düşman pusu kurmuş”. Bir tuzakta öldünüz oraya bir sonraki gidişinizde,
hemen not bırakıyorsunuz “İleride tuzak var” ve bunun gibi birçok not; örneğin
Black Phantom var, bu yolun ilerisinde anahtar var, merhaba, hoş geldin gibi
oyunda işinize yarayacak her türlü cümle ya da kelime mevcut. Bu notlara oy da
(Rate) verebiliyorsunuz ve verdiğiniz oy, o notu bırakan kişiye sağlık olarak
gidiyor ve sağlık barı tamamen doluyor.

Bazı insanlar ise direk “This is harsh, evaluate me” notunu bırakıyor yani oyla
beni diyor. Yüzlerce, binlerce insanın oyladığını göreceksiniz, bu notu
gördüğünüzde… Ama tabii ki bu not bırakma durumu, ilk defa izlediğiniz bir
filmin sonunu bilerek öğrenmeye de benziyor. Çünkü gideceğiniz yönde ne olduğunu
bu notlar yüzünden öğreniyor ve oyunun size yansıtmak istediği sürpriz ne yazık
ki kaçıyor. Ancak DS bazı zamanlar o kadar zorluyor ki sizi, yere bırakılan bu
notlar sizin defalarca hayatınız kurtarıyor diyebilirim. O yüzden hor görmemek
lazım, not bırakmak lazım, not bırakanlara da oy vermek lazım diyorum.Kale manzaralı ev, arka cephesi cehenneme bakıyor!

Oyunun görsel kalitesi ise oldukça tatmin edici, bazı bölümlerdeki düşük kaplama
boyutları dikkat çekse de çok fazla sırıtmıyor. Zaten DS, oynayan kişiyi o kadar
içine çekiyor ki, grafikmiş şuymuş buymuş pek ilgilenmiyorsunuz. Mekanlar ise
oldukça başarılı, ayrıca bir yere ulaşmak için hep birden fazla yol var ve bu da
oynanabilirliği rahatlatan bir durum olarak karşımıza çıkıyor. Yani eğer bu
düşmanın oradan nasıl geçeceğim diyorsanız, başka bir yol bulma imkanınız var.
Zaten oyunun kullanıcıya yardım ettiği tek nokta da bu diyebilirim. Onun dışında
her daim kaderinizle baş başa kalıyorsunuz.

Ses konusunda ise karakterler çok fazla konuşmuyor, ama yaratıkların, bilhassa
dev düşmanların sesleri oldukça güzel. Kılıcını salladığınızda düşmanın zırhına
çarptığını gerçekten hissediyorsunuz, bu konuda ses gayet başarılı bir şekilde
yansıtılmış. Biraz da co-op olayından bahsedeyim. Demon’s Souls’da co-op olarak
arkadaşlarınızla ya da tanımadığınız herhangi başka birileriyle de oynama
imkanınız mevcut. Ama çok iyi olduğunu söylemek güç, öncelikle co-op oynamak
için oyuna davet eden kişinin beden formunda ve bir tanede Black Phantom
öldürmüş olması gerekiyor. Giren kişi ise ruh formunda olacak. Oyuna girmek
isteyen kişi belli bir noktaya mavi renkte taş bırakıyor. Bu yerde mavi bir yazı
olarak gözüküyor; siz de beden formundaysanız, zaten bu yazıyı görüyor ve ister
oyuna çağırıyorsunuz, isterseniz de kabul etmiyorsunuz.




Her seviyeden her oyuncu çağrılmıyor. Çağıran kişi ile gelen kişi arasındaki
level farkı en fazla 10 olmak zorunda, aksi takdirde bu iki oyuncu aynı oyunda
yer alamıyor. Co-op’un kötü yanı ise bazı anlar sizin oyununuza sızan kötü
karakterler var, aslında bunlarda gerçek oyuncu, ama bazı taşlar sayesinde Black
Phantom olarak başka birinin oyununa giriyor ve diğer oyuncuyu
öldürebiliyorsunuz.

Vay başıma gelenler!

Makale tarzında bir yazı olacağını belirtmiştim; bu yüzden de oldukça detaylı
anlatmaya çalıştım, ama yine de oyunu almayı düşünen kişiler için kolaylık
sağlaması açısından, bazı ipuçları ve hayati önem taşıyan belli başlı bilgileri
de vereyim:

-Kılıcınızı sallamadan önce ilk olarak düşmanın nasıl saldırdığını anlamaya
çalışın, çünkü dikkatsizce yapılan her saldırı sizin aleyhinize, büyük
olasılıkla da ölümünüze sebep oluyor.

-Savunma, oyundaki en önemli unsur. Ne kadar başarılı ve dikkatli bir şekilde
savunma yaparsanız, düşmanı yenmeniz de o kadar kolaylaşır. Siz yeter ki bu
konuda konsantrasyonunuzu kaybetmeyin, çünkü düşman eninde sonunda açık veriyor.-Oyun çok zor olmasına rağmen kolaylaştırmak da sizin elinizde. Eğer ki
karşınızdaki düşmanı yenemiyorsanız, yenebildiğiniz düşmanlara yönelin ve
seviyenizi yükseltin. Bu sayede zorlandığınız düşmanlar size çok daha kolay
boyun eğecektir.

-Kayıt sistemi çok kötü olmasına rağmen, kestirme yollarla birleşen, açılmayı
bekleyen kapılar gideceğiniz yerlere daha kısa sürede ulaşmanızı sağlıyor. O
yüzden bir bölüme başladığınızda her noktayı iyi gözlemleyin, çünkü çekeceğiniz
bir kol, bulunduğunuz yere tekrar ulaşma konusunda size kolaylık sağlayacak bir
kapıyı açabiliyor.

-Düşmanlardan kazandığınız Soul’lar yani paralar, sizin için çok önemli. Bu
yüzden üstünüzde yüklü bir meblağa ile öldüğünüz takdirde, bölüme tekrar
başladığınız da ilk işiniz öldüğünüz yere gidip ruhunuzu geri almak olsun. Bu
sayede o paralara tekrar kavuşabiliyorsunuz.

-Bölümleri çok dikkatli inceleyin, her noktaya bakın. Oyunda edineceğiniz
Item’ler bu şekilde çıkıyor karşınıza ve bunlardan bazıları çok kullanışlı ve
önemli olabiliyor.




-Yapım içerisinde bulacağınız yüzüklerden bazıları işinize inanılmaz derecede
yarayacak. En önemli ve kullanışlı birkaç tanesini belirteyim:

*Cling Ring, fazladan %25 HP veriyor.
*Fragrant Ring, MP barını siz hiç ellemeden yavaş yavaş dolduruyor.
*Thief Ring, düşmanların sizi normalden daha geç fark etmesini sağlıyor.
*Ring of Herculean Strength, eşya taşıma kapasitenizi arttırıyor.
*Ring of Great Strength, giymiş olduğunuz zırh ağırlığınızı yükseltiyor, eğer
sahip olduğunuz kapasitenin yarısı ağırlığında bir zırh giyerseniz, çok daha
hızlı hareket edebilirsiniz.
*Ring of Avarice, öldürdüğünüz düşmandan daha fazla Soul (para) almanızı
sağlıyor.

-Oyunda ne yazık ki eşyalarınızı satabilme bölümü yer almıyor; bu yüzden
kullanmadığınız eşyalarınızı kesinlikle Nexus’da yer alan Stockpile Thomos adlı
NPC’ye verin ve o sizin yerinize saklasın.

-Bölüm sonu canavarlarını öldürdükten sonra, o yaratıkların Demon’s Souls’larını
alacaksınız. Bu Demon’s Souls’ları kesinlikle harcamayın; çünkü oyunun ilerleyen
zamanlarında kurtaracağınız NPC’lerden, bu Demon’s Souls’ları kullanarak çok
işinize yarayacak Magic (büyü) ve Miracle (Mucize) alacaksınız.

-Her dünyada Black Phantom denilen özel bir düşman yer alıyor. Bulunduğunuz
dünyayı beden formunda ölerek karanlık bir hale getirdiğiniz takdirde, bu
düşmanlarla karşılaşıyor ve onları öldürerek oldukça özel şeyler alıyorsunuz.-Magic kullanmak için Catalyst, Miracle kullanmak için de Talisman of God’a
ihtiyacınız var.

-Hangi sınıftan karakter seçmiş olursanız olun, Magic seviyenizi yüksek tutun.
Bazı düşmanları sırf Magic sayesinde öldüreceksiniz.

-Miracle olarak kesinlikle Evacuate alın; çünkü oyun boyunca işinize en çok
yarayan Miracle olacak. Bu sayede oyunun her anında Nexus’a dönebileceksiniz.
Bunun içinde seviyeniz 40 civarında olduğu zaman, 4-1 bölümüne gidin ve biraz
ilerledikten sonra kalenin hemen köşesinde duran eşyayı alın, bu Talisman of God.

-Nexus’da yer alan Blacksmith Boldwin sayesinde kılıcınızı, kalkanınızı vs…
eşyalarınızı gerekli taşları bulduktan sonra geliştirebiliyorsunuz. Ancak yüksek
seviye eşyalar ise 2-1 bölümünde yer alan Blacksmith Ed tarafından
geliştiriliyor. Örneğin oyunun başında kullandığınız Long Sword’u Blacksmith
Boldwin’den geliştirebilirken, daha sonraları bulacağınız Dragon Long Sword ise
sadece Blacksmith Ed tarafından Upgrade ediliyor.




-Oyunu kesinlikle beden formunda oynamayın. Birincisi öldüğünüz takdirde o dünya
daha zor bir hale geliyor. İkincisi ise beden formunda başka insanların sizin
oyununuza girme ihtimali artıyor ki, bazı kişiler sırf suikast için başkalarının
oyununa giriyor ve öldüğünüz takdirde level kaybedebiliyorsunuz.

-Yapımda boss öldürdükçe iyi, zararsız NPC’leri öldürdükçe kötü bir karakter
oluyorsunuz. Bu da dış görünümünüze yansıyor ve kötü iseniz Black Phantom, iyi
iseniz Phantom haline bürünüyorsunuz.

PlayStation 3’ün en iyi oyunu!

Ara başlığa bakıp, “Hadi canım sende” diyenler çoğunluktadır kesin. Ancak şahsi
fikrim: Kalitesi, süresi (150 saatten fazla), içerik, oynanabilirlik, senaryo,
yeterli seviyedeki grafik ve ses derken tüm bu kalitenin bir oyunda yer alması,
açıkçası bazı bug gibi hatalar dışında DS adeta bir sanat eseri olmuş. PS3
çıktığından beri onca iddialı yapım geldi geçti, ama bugüne kadar beni bu kadar
etkileyen, uzun yıllar sonra gerçekten oyun oynadığımı, bir şeyler başardığımı
hissettiren tek yapım oldu Demon’s Souls. Eğer alınmaya değer bir ürün
arıyorsanız ve sabırlı bir insansanız almanız gereken DS, daha iyisi yok.

Exit mobile version