Diablo III: Reaper of Souls Ultimate Evil Edition

Yazıyı okumaya başlamadan önce aşağıdaki videonun başlat tuşuna basınız ve kendinizi karanlık bir dünyaya hazırlayınız…

Bazılarınızın Diablo logosunu gördüğü andan itibaren “Blizzard’dan babam çıksa yerim” dediğini duyar gibiyim. Oyun dünyasının belki de en başarılı çıkışlarından birini yapan Diablo, bizleri 1997 yılında karanlığına çağırdı. Işık, uzun süredir hiç bu kadar acı vermemişti… Şeytani bir gücün esiri olan dünyayı kurtarmak, bizim elimizde, cennet ve cehennem arasındaki bitmek bilmeyen savaşın tam ortasındaydık… Cehennemin üç lordundan biri olan Diablo, bildiğimiz ölümlü dünyayı yasa boğmaya başlamıştı bile. Aradan yıllar geçse bile melekler ve iblisler arasındaki savaş, asla unutulmadı.
Tristram isimli küçük bir kasabada başlayan hikayemiz, Kral Leoric’in katedrale yeniden odaklanmasıyla devam ediyor. Tabii Diablo’nun kralın zihnini zehirlemesiyle birlikte, kaos kendisini gösterdi. Barışçıl krallıklar, birbirine düşman kesilince, onları durduracak “biz” korkunç iblisin ruhunu kırmak için elimizden geleni yapmalıydık çünkü eğer başarısız olursak, Tristram’dan daha fazlasını kaybedecektik.

Warrior, Rogue ve Sorcerer ile başladığımız macera, Diablo II ile farklı isimleri beraberinde getirdi. Bildiğimiz Diablo’yu alt ettiğimizi zannederek büyük bir hata yapmıştık. Zira Diablo, karanlığını yaymak için tekrar farklı bir planla ortaya çıkacaktı. Bu sefer “biz” bir Amazon, bir Necromancer, bir Barbarian, bir Sorceress veya bir Paladin’in yolundan gitmeyi tercih ediyorduk ve hikayemiz biraz daha farklı noktalara çekiliyordu. İlk oyunun bitişinden hemen sonrasını konu alan Diablo II, büyük fedakarlıkları tekrar gözler önüne serdi. Kendi bedenini hiçe sayan cesur bir savaşçının mücadelesi, Terör Efendisi’nin özünü kendi ruhuna hapsetmesiyle farklı boyutlara taşınıyordu. Eklenti paketi ile birlikte beş bölümden oluşan Diablo II, bizi öncelikle Cain ile tanıştırıyor, ardından Tal-Rasha’nın mezarını ziyaret ediyor ve Baal’ın da hikayesine ortaklık ediyorduk. Tabi işimiz burada bitmiyor… Karanlığı kendisine efendi olarak seçen bir gezginin, Baal ve Mephisto ile bir araya gelmesi, cehenneme açılan kapının biraz daha aralanmasına neden olmuştu. Hatta bu yabancı, vücudunu Diablo’ya adamış ve onun hakimiyetini sağlamak için canını hiçe saymıştı. Artık işimiz daha zordu, cehennemin en derin noktalarına inip korkunç üçlüyü durdurmak ve Diablo’yu ebedi karanlığa gömmek zorundaydık.

Biliyorsunuz ki işimiz burada bitmemişti. Diablo II’nin, bizi doyurucu olsa bile “devamı olmalı!” dedirtecek cinsten bir sonla baş başa bırakması, çoğumuzun gözlerinin Blizzard’a dikilmesine neden olmuştu. Aradan geçen 12 yıl sonra Diablo, cenneti ele geçirmek üzere tekrar ortaya çıkmış, bu sefer hiç beklenmedik hatta yıllardır planlanan korkunç bir ortaklığın, çürük meyvesini insanlara yedirtmek üzere kokusunu dünyaya yaymaya başlamıştır. Oyuncuyu 12 yıl bekleten Diablo III, hikaye olarak bizi son oyundan 20 yıl sonrasına götürüyor. Deckard Cain ve değerli yiğeni Leah’nın yolu bu sefer bizi 6 farklı sınıfla tanıştırıyor: Witch Doctor, Barbarian, Wizard, Monk, Demon Hunter ve Reaper of Souls ismiyle birlikte ışığı yaymaya kararlı olan Crusader.

Birazdan yazacaklarım bazılarınıza ağır gelebilir, özellikle Blizzard çılgınları için. Objektif olalım, Diablo III bizi 12 değil, tam 14 yıl bekletti. Gerek dinamikleri, gerekse “renkli” grafikleri ve hatta zamanımızın çoğunu çalan şu auction house… Söylenecek söz yok. Çok kötü demek büyük bir haksızlık olur, Diablo’nun kendi adı bile bir şeyleri üst düzeye çıkartmaya yetiyor ve doğal olarak kötülüğü bu sefer bambaşka bir fizikte görmek, bazılarımız için son derece “ağır” bir deneyim. Ancak, daha önce Diablo 2’de de olduğu gibi eklenti paketi Reaper of Souls ile birlikte Diablo gerçekten bir şeyleri yoluna koymayı başardı. Tabi Diablo III’ün Reaper of Souls öncesi bizlere sunduğu yaması da oyunu daha katlanabilir hale getiriyordu. 

Nephalem, yani biz, Diablo’yu cennette yenmemizin ardından daha farklı bir kötülükle savaşmaya zorlanmıştık. Büyük Yedi Kötüyü hapsettiğimiz Black Soulstone, asla bulunamayacak bir noktaya gömülmüştü: Rakkis’in mezarının en derin noktasına… Karanlık, pes eden en zor güçlerden biriydi. Bu seferki düşmanımız Malthael’in ta kendisi. Bilgeliğin Başmeleği 20 yıl önce ortadan kaybolmuş ve artık Ölüm Meleği olarak karşımıza çıkmıştır. Hedefine ulaşmak ve gücü daha farklı noktalara ulaştırmak için önce Tyrael’i ciddi yaralamış ve ardından Black Soulstone’u ele geçirmiştir. 

Gelelim asıl konumuza; Diablo III: Ultimate Evil Edition. Biliyorsunuz ki konsolda Diablo III keyfi bir başkadır. Diablo III: Ultimate Evil Edition ise yeni nesil platformlarla birlikte, biraz daha farklı noktalara yelken açtı ancak yetersizliği, kimi zaman oyuncuyu rahatsız eder boyutta. Blizzard’ın genel olarak işini çok iyi yaptığını ve aralarında sadece Diablo III ile istenileni veremediğini biliyoruz. Güzel miydi? Evet. Ancak bir Blizzard oyununa göre, oldukça geri planda kalmıştı. Diablo III: Ultimate Evil Edition ile birlikte bazı noktalarda insanı derinden etkileyen içeriklerin olmasını çok isterdim ancak belli ki firma, bazı konularda sadece kopyala-yapıştır mantığını uygulamış. Daha açılış ekranında gözlerimizi zehirleyen bir CGI ile karşı karşıyayız. PS4 platformuna biraz daha uygun ve başarılı bir Blizzard CGI’ı görmeyi çok isterdim. Arada kayan ve pikselleşen bir Diablo görmek, biraz tuhaf bir deneyimdi.

Grafik anlamında PS3 platformundan çok da farklı içeriklerin olmadığını ve oynanışın da genel anlamda “fazla” kolay olduğunun altını çizeyim. Bunun bir eksi olduğunu söylemek büyük haksızlık olur, sürekli X tuşuna basarak ilerlemek bir süreden sonra sıkıcı olsa bile; klavyede de durum pek farklı değil (kısmen). Cayır cayır hack&slash oynayacağınızın altını çizeyim. Ok tuşlarıyla ya haritamızı görüntülüyor, ya da zırhımızdaki detayları inceleyebiliyoruz; dilersek de online olarak arkadaşlarımızda takılmaya devam ediyoruz. Yani genel olarak PS3 platformundan çok da farkı yok. Tabii yeni nesilde Diablo keyfi bir başka…

Daha hızlı seviye atlamak için ihtiyacımız olanlar belli; daha güçlü takım arkadaşları. Diablo III: Ultimate Evil Edition ile birlikte hem Diablo III oyununa hem de Reaper of Souls ek paketine (bana göre ayrı bir oyun) sahip oluyoruz. Böylece senaryoya en baştan başlayabiliyoruz, tabi ki istersek. Eğer daha önce PS3 platformunda Diablo III’ü deneyimlediyseniz ve kayıt doslarınız hala PSN hesabınızda duruyorsa, sizden mutlusu yok. İlk defa oynayacaksanız, şimdiden kolay gelsin. 

Diablo’da şu meşhur bilmem kaç tane yaratık öldürme kombosu, Diablo III: Ultimate Evil Edition ile birlikte biraz daha esnemiş durumda. Hem saniye bakımından daha uzun, hem de gözünüze sokulan bir bar ile daha hızlı hareket edebiliyorsunuz. Eğer sizi yeterince zorlayacak kadar çok yaratık varsa, ışığın yolundan gideyim derken, öldürmenin hissiyle “DAHA FAZLA!” diye çığlık atarken bulabilirsiniz kendinizi.

Diablo III: Ultimate Evil Edition’ın özellikle kontrollerinin kolay olduğuna değinmiştim. Şimdi o tarafı biraz daha açayım. Öncelikle bir şeyleri çantanıza atmak için, tek yapmanız gereken sadece cesedin üzerinden yürümek. X tuşunun zamanla aşınacağını belirtmekte fayda var. Menüden ulaşabileceğiniz yeni bir ganimet sistemi de mevcut. “Yeni”den çok, daha kolay kontrol edilebilir demek, sanırım daha uygun bir tabir olur. Diablo III: Ultimate Evil Edition özellikle killstreak sayacını şakaya almamamız gerektiğini tekrar hatırlatıyor. Daha fazla harita, daha fazla iblis demek. Daha fazla iblis, daha fazla ganimet ve eşya demek. Daha güçlü olmayı kim istemez ki?

Diablo III: Ultimate Evil Edition’da diğer göze çarpan nokta, DIII’deki gibi bazı sınıfların fazla dengesiz olması. Konuya devam etmeden önce, sanıyorum yazımın ilk safyasında kulaklarınızın pasını silecek güzel bir soundtrack açmanızı sağlamıştım. Bitmiştir o, bir daha açın.

Battle.net hesabımızla PS4’teki Diablo III: Ultimate Evil Edition’ı bir araya getirebilseydik, işimiz gerçekten daha kolay olabilirdi. Gelin görün ki Blizzard “herkes eşit olsun, konsol bile olsa her şey baştan başlasın!” tanımıyla bizi maksimum PS3’teki kayıtlarımıza ulaştırıyor. Kısacası başka kıyağı yok.

Diablo III: Ultimate Evil Edition’ın en önemli kısmı, parti mantığı ile devam eden çılgın maceralar. Konsol söz konusu olduğunda değişen çok fazla içerik yok. Reaper of Souls’un PC versiyonunda geçerli olan tüm modlar, Diablo III: Ultimate Evil Edition için de geçerli. Sürpriz olarak  Apprentice Mode ile birlikte yan yana oynayabileceğimiz arkadaşlarımızın seviyesi artık önemli olmuyor. Yani Reaper of Souls zamanında düşük seviyemiz, bizi yüksek seviyeli arkadaşlarımızla zor durumda bırakırken, işin rengi tamamen değişiyor ve dengeleniyor. Düşük sevitedeki karakterler, daha fazla deneyim puanı kazanmaya başlıyorlar. Dengeli ilerleyen co-op ile birlikte, oyun daha eğlenceli hale geliyor.

Ultimate Evil Edition’daki parti sistemi, oyuncunun işini gerçekten kolaylaştıran cinsten. Karşınızda karışık bir menü yok ve istediğinizi rahatça buluyorsunuz. Eşyaların yeteneklerimize ne kadar katkıda bulunduğunu öğrenmek için tek yapmamız gereken “ok” tuşlarını kullanmak. Yeşil renk bizim işimize yararken, kırmızı istatistikler “çöp” kalitesindeki eşyalardır.

Ultimate Evil Edition’ın sürprizlerinden bir diğeri ise Nephalem Rift’te NaughtyDog etiketinin ön plana çıkması ve böylece The Last of Us’ın takırdayanlarını, birer iblismiş gibi parçalayabiliyor ve özel görevleri de deneyimleyebiliyoruz. Ayrıca PS2 platformunun efsanelerinden biri olan Shadow of the Colossus’un 6 parçadan oluşan zırh setine de sahip olabiliyoruz. Bunların dışında görev sırasında yere düşen efsanevi eşyaları, arkadaş listemizle paylaşabiliyoruz ve onlara mail aracılığı ile oyun içinden yollayabiliyoruz.

Sınıflarda herhangi bir değişiklik yok. Tıpkı Reaper of Souls ve Diablo
III’deki gibi altı farklı sınıfla deneyimleyebildiğimiz Evil Edition,
aynı zamanda aynı notalarla karşımıza çıkıyor (favorim kesinlikle
Malthael ile kapıştığımız zamandaki müzik). Her ne kadar aynı
kelimesini çok fazla kullanmış olsam bile, PSN üzerinden sosyalleşme
işi o kadar kolay ve rahat ki, kimi zaman PC tarafındaki Diablo III
deneyimini farklı bir noktaya atabilirsiniz. 

Kısacası
Diablo III: Ultimate Evil Edition ile birlikte hem Diablo III hem
Reaper of Souls, bir de üzerine konsol deneyimine sahip oluyorsunuz.
Genel hatlarıyla konsolda da son derece eğlenceli ve oyuncuyu mutlu eden
yapısıyla arlivlenmeyi hak eden cinsten. Tabii benim gibi konsol
oyunlarında daha rahat eden bir oyuncuysanız, tavsiyen Diablo III:
Ultimate Evil Edition’a sahip olmanızdır.

Exit mobile version