Ölmeden önce mutlaka yapılması gerekenler listemde 1. sırayı bir Megadeth
konserine gitmek, ikinci sırayı ise Doom 3’ü oynamak kaplıyordu. İkisini de
gerçekleştirdim şükürler olsun ki. Tanrı’nın sevgili bir kuluymuşum meğer, 21
Haziran’da Megadeth tekrar İstanbul’a geliyor ve şu an karşımda Doom 3’ün
eklenti paketi olan Resurrection Of Evil duruyor. Hatırlarsınız, Doom 3 yazımda
oyunu ne kadar büyük bir sabırla o kadar senedir iple çektiğimi yazmıştım.
Sonunda beklenen an geldi ve o andan itibaren hiçbir şey artık eskisi gibi
değildi. Half-Life’ı savunana yeni nesil, oyunu sağdan sola vururken, Doom 3
benim bütün beklentilerimi karşılamış ve bana uykusuz geceler geçirtmişti.
Oyunun son bölümündeki Cyberdemon’ı yere sererken düşünmüştüm, “Bundan daha iyi
ne olabilirdi?” Derken beklenen cevap geldi: Resurrection Of Evil duyurulmuştu.
Yine yeni bir heyecan kapladı içimi, sabırsızlıkla beklemeye başladım. Peki ya
bu sefer bu bekleyiş neyle sonuçlandı? Biraz mutlu son, biraz hayal kırıklığı.
Doom 3’ün sonunda kanatlarını gere gere cehennem semalarında uçmuştu Betruger.
Bundan sonra kötü pek çok şeyin daha olacağını anlamak için müneccim olmaya
gerek yok diye düşünüyorum. Yine Mars’tayız ve yine cehennem zebanisi
gebertiyoruz. Hikâye ilk oyundaki olaylardan yaklaşık iki sene sonrasını ele
alıyor. Pek derin bir senaryo olmadığı için kısaca şöyle özetliyorum: Union
Aerospace Corporation uyduları artık kapatılan Mars tesisleri üzerinde gezerken
garip bir sinyalle karşılaşırlar ve “Bu durumu nasıl dolar işaretlerine
dönüştürebiliriz?” diye düşündükten sonra Dünya’dan ilk oyundaki
e-mailleşmelerden tanıdığımız ancak hiç göremediğimiz Dr. Elizabeth McNeil’in
olduğu bir araştırma ekibi gönderirler. Ekip derinlere indikçe iner ve sonunda
Site 1 denen arkeolojik araştırma yerine gelir. Birkaç duvar patlatılır ve ekip
enteresan bir artifact bulur. Her meraklı vatandaşın yapacağı gibi biri
artifact’e eller. Ortalık bir anda cehenneme döner ve bu mecazi bir anlatım
değildir. İşte oyuna böyle başlıyoruz. Tahmin edin kimi oynuyoruz? Evet
arkadaşlar, biraz daha düşünün. Hala bulamadınız mı? Artifact’e “elleşen”
vatandaş olduğumuzu anlamak için yine müneccim olmaya gerek yok diye
düşünüyorum.
İlk önce oynanıştaki yeniliklerden bahsedelim isterseniz. Doom 3’teki tırstırıcı
ortam aynen burada da mevcut. Klişe ani atraksiyonlar devam ediyor. Tam yerde
bir silah bulduğunuza sevinip o silahı almak için oraya gittiğinizde etraf
kıpkırmızı oluyor ve yaratık istilasına uğruyorsunuz. Fakat bu ne istila…
Aksiyon’u artırmak için bu sefer oyuna yaklaşık 3 katı daha fazla yaratık
koymuşlar. Bu yaratıklar salvolar halinde her fırsatta deliler gibi üstünüze
çullanıyorlar. İlk oyunu sadece iki kez ölerek bitirmiştim. Resurrection Of
Evil’da ise daha ilk bölümde öldüm. Karşınıza yeni yaratık olarak ilk önce
yeniden dizayn edilmiş uçan kafalar çıkıyor. Bu kafalar eski Doom’dakilere
benziyor. Boynuzlu, yanan ve uçan kurukafalar. Daha sonra ilerledikçe ilk
oyundaki imp yaratığının bir varyasyonu ile karşılaşıyorsunuz. Daha güçlü yeşil
zımbırtı atan bu yeni imp’ler aynı zamanda da bayağı bir çevikler. Yeni
yaratıklardan biri de uzun boylu, iri cüsseli, elleri yerine roketatarları ve
ağzı yerine içinde ağız görüntüsü olan bir ekranı bulunan boynuzlu bir mahlukat.
Ayriyeten oyunda hell hunter’lar takımı olarak adlandırılan üç adet boss düşman
bulunuyor. Bu bossların icabına baktıktan sonra karşınıza son olarak kimin
çıktığını anlamak için…. sıkı durun söylüyorum… müneccim olmaya gerek yok diye
düşünüyorum.Yeni yaratıklar olduğu gibi oyunda yeni silahlar da var. Bunlardan ilkinin
bilimsel adı “Ionized Plasma Levitator” fakat halk arasında kısaca Grabber
olarak biliniyor. Bu silah etraftaki varil, kaya, karton kutu, ceset, uçan
kurukafa gibi nesneleri alıp fırlatmanıza yarıyor. Bu silahın ismi Half-Life ile
başlayıp 2 ile biten başka bir oyundan (ç)alıntı olduğunu anlamak için… siper
alın geliyor… müneccim olmaya gerek yok diye düşünüyorum. Bu grabber aynı
zamanda yaratıkların size gönderdikleri “zımbırtıları” yakalayıp aynen geri iade
etmenize yarıyor ki bu denemesi gayet zevkli bir hadise. Fakat biraz zahmetli
olduğu için grabber’ı boş verip normal silahlarınızı kullanmak daha mantıklı ve
pratik. İkinci olarak keklik avcılarının ve trap atıcılarının vazgeçilmezi olan,
Doom 2’den tanıdığımız çifteli tüfek çıkıyor karşımıza. İki adet fişeği aynı
anda ateşleyerek etrafta bayağı bir hasar yaratabiliyor ve sesi gayet seksi.
Ancak siz silahı yeniden doldurana kadar mevsimler geçiyor. Akabinde oyunun
başında ellediğimiz artifact’e geliyoruz. Bu artifact, öldürdüğünüz her boss’un
özelliklerini kazanmanızı ve kullanmanızı yarıyor. İlk demon’dan The Matrix
efekti yaratan bir özellik alıyorsunuz. Zaman yavaşlıyor ve dolayısıyla
hareketleriniz çok hızlılaşıyor. İkinci boss’tan yaratıklara tekme tokat girişip
parçalara ayırma özelliği olan berserk’i kazanıyoruz. Son boss’tan ise geçici
ölümsüzlük çıkıyor. Bu özellikleri kullanmamanız durumunda ölebileceğiniz pek
çok durum var. Üç özelliği de aynı anda kullandığınızda ise alt edemeyeceğiniz
düşman yok.
Gelelim grafiklere. Çıktığı zaman dünyanın en iyi 3D grafik motoruna sahip olan
Doom 3’ün grafikleri kullanılmış Resurrection Of Evil’da ve üzerinden 8 ay
geçmesine rağmen hala son derece etkileyici. İlk oyundakinin aksine mekanlar
daha geniş ve ferah. Fakat yine zifiri karanlık söz konusu ve yine dakika başı
el fenerini çıkartmak zorunda kalıyorsunuz.
Oyundan maximum zevk alabilmeniz için sisteminizin en az 1024MB RAM ve bir ATI
Radeon 9800PRO’ya sahip olması gerekiyor. Tabii birde güçlü bir işlemci tavsiye
ediyorum. 1600×1200 gibi abartı bir çözünürlükte olmasa bile 1024x768de bayağı
performanslı oynayacağınızı düşünüyorum. Oyun daha geniş mekanlarda geçtiği için
sistemi Doom 3’te zaten zorlayan grafikler, biraz daha zorlamaya başlıyor ek
pakette. Doom 3’ün grafik motorunun Half-Life 2 karşısında tek zorlandığı nokta
bu.
Ses efektleri büyük miktarda orijinal Doom 3’ten gelme. Fakat bunun yanında daha
önce de söylediğim gibi çifteli tüfeğin sesi gerçekten etkileyici. Yaratık
sesleri de düzenlemeden geçmiş. Ayrıca normal pompalı tüfeğin sesi de biraz
değişik gibi geldi bana. İlk oyundaki gibi yine EAX Advanced HD desteği olmasa
da gayet hoş bir 5.1 desteği var ve bunun atmosfere katkısı önceki oyundaki gibi
çok büyük. Müzikler ise çoğunlukla arka planda eriyip gidiyor. “Müzik var mı
kardeşim?” “Var işte” mantığı hakim. Sırf oyun için hazırlanmış derin
kompozisyonlar bulamadım maalesef.
Sonuç itibariyle Doom 3’ü oynayıp sevenler, Resurrection Of Evil’i de
sevecekler. Ancak şu an piyasada Brothers In Arms, SWAT 4 gibi gayet ciddi
alternatifler karşısında ROE’ın monoton “önüne geleni gebert” felsefesi ile pek
bir şansı yok gibi gözüküyor. Grafiksel açıdan tek rakibi Half-Life 2 olsa da,
Id’nin acilen oynanışla ilgili yeni fikirler üretmesi lazım. Bu grafiklerde bir
2. Dünya Savaşı oyunu ya da FarCry gibi gayet geniş açıklık ortamlarda geçen bir
oyunun başarısını düşünemiyorum bile. Son olarak Doom’un filminden bahsetmek
istiyorum. Çekimleri büyük bir hızla devam ediyor. Ancak filmin oyun ile pek bir
alakası yok ve bu gayet moral bozucu. Başka bir gezegende mutasyon geçirmiş
yaratıklar etrafında kurgulanan senaryo pek bir şey ifade etmiyor ve eğer böyle
devam ederse karşımıza Alien vs. Predator gibi bir B- tipi boş aksiyon filmi
çıkma olasılığı yüksek.