Dragon Age: Inquisition

Dragon Age Inquisition için söylenecek tek bir söz var; o da devasa büyüklüğü! Sadece uçsuz bucaksız evreni değil, o evrenin her yanına gizlenmiş detayları, karakterleri, onların öyküleri ve her zaman sonuna geldiğinizi sandığınız maceranın sizi bir sonraki aksiyona fırlatarak daha henüz buzdağının görünen kısmında olduğunuzu hissettirmesi… Ana hikâyeyi bitirseniz ve bulunduğunuz bölgelerdeki tüm yan görevleri tamamlamış olsanız bile daha görmediğiniz tonlarca mekânın ve içeriğin olduğunu fark etmek oyuna hem büyük bir gizem hem de sürükleyicilik katıyor. Çünkü burada oyunun hikâyesinden daha fazlası var: o da sizin hikâyeniz…

Dragon Age: Origins’in bizim geçmişimizde bıraktığı tatlı hatıralar vardı. Baldur’s Gate’den sonra türe yeni bir perspektif kazandıran Bioware, formülünü hem KOTOR hem de Mass Effect serisi ile kanıtlamıştı. Beklenti de sonuç da büyük olmuş, oyun eski tip taktiksel RPG severler tarafından çok tutulmuştu. Sıra devam oyununa geldiğinde Dragon Age 2 hem bu sefer daha aksiyon merkezli bir tavır almış bu da özellikle serinin takipçileri tarafından oldukça eleştirilmişti. İkinci oyun bize oldukça zevkli bir deneyim sunsa da sanki bir şeyler eksik kalmış, yapımcı firma tam olarak yapmak istediğini yapamamıştı… Ve yapımcılar, oyunun çıkışında slogan olarak kullandıkları “Dragon Age Inquisition hep yapmak istediğimiz oyundu” lafının hakkını vererek 3,5 senenin ardından işte o beklenen oyunu bize sunmayı başarıyorlar.

Bu tarz benim!

Oyuna ilk girdiğimizde gözümüze çarpan zaten tüm RPG’lerde alışık olduğumuz sınıf seçimi ve karakter oluşturma ekranı. Yalnız Inquisition bu konuya önemle eğiliyor. Cüce, Elf, insan ve Qunari ırklarından birini seçerek başladığımız karakterimiz (her ırkın kendine ait bir pasif özelliği bulunuyor) 3 ayrı rolden birine bürünebiliyor: Mage, Rouge ve Warrior. Mage, elemental büyü sınıfını temsil ederken Rogue’lar hem hızlı yakın dövüş hem de okçu sınıfını temsil ediyor. Warrior sınıfı ise hem silah ve kalkan ikilisini hem de ağır silah sınıflarını kullanabiliyor. Tabii yetenek ağaçlarınız da bu seçtiğiniz sınıflara göre düzenleniyor ve gelişiyor.

Buraya kadar çok klasik görünse de asıl bu sistemi özel kılan karakterlerin yetenek ağaçlarındaki esneklik. Oyun boyunca size verilen üç rolden birini oynamak zorundasınız ancak her sınıfın da dört ayrı özel ilgi alanı bulunuyor. Bu özellikler arasında istediğiniz gibi geçiş yapabiliyorsunuz ve oyunda ilerlediğiniz müddetçe yetenek ağacınıza yeni özellikler eklenebiliyor. Örneğin Rouge iseniz, ister uzak, ister yakın dövüş, isterseniz de tuzaklarla rakibinizle başa çıkmanız mümkün. Asıl vaktinizi alacak kısım ise karakter yaratma ekranı. Bu konuda Bioware oyuna öyle bir esneklik katmış ki, inanın Sims 4 bile bu oyunun yanında hafif kalıyor. Karakterinizin tüm yüz şekline hakim olabildiğiniz gibi gözünün dış iris renginden kulak memesinin büyüklüğüne kadar değiştirebiliyorsunuz. Tabii bütün bu ufak detayları oyun içindeki ara sahneler dışında göremiyor oluşunuz karakter yaratma ekranında harcadığınız vakti sorgulatıyor olsa da böyle bir seçenek yelpazesine sahip olmak gerçekten etkileyici.

“Yalancı Peygamber” mi, yoksa “Seçilmiş Kişi” mi?

Oyun bir trajediyle açılıyor ve bu trajedinin ortasında siz varsınız. Gökte açılan yarıklardan dünyamıza şeytani yaratıklar giriş yapıyorlar ve bu yarıklardan birinde siz dünyaya geliyorsunuz. Yaratan tarafından gönderilen “seçilmiş kişi” mi, yoksa bu olayların sorumlusu mu? İşte bu soruların merkezinde çevrenizdekilerin meraklı ve şüpheci bakışları altında bu işi çözebilecek tek kişi olarak “Engizisyon”a katılıyorsunuz ve hikâyeniz başlıyor. Görevimiz, Engizisyonun bir ajanı olarak davanıza yeni ittifaklar katmak ve nüfusunuzu genişletmek. Tabii bunu yaparken çok dikkatli olmanız gerekiyor. Alacağınız her karar sizin ve oluşumun geleceğini tehlikeye atabilir. İyi düşünmeli ve oldukça politik davranmalısınız. 

Evet, politika Dragon Age Inquisition’un merkezinde yer alıyor. Çevrenizdeki tüm karakterler gerçekten yaşıyor gibiler. Hepsinin kendi sorunları ve davanıza katılmak için geçerli sebepleri var. Dengeleri iyi kurmanız gerekiyor, ağzınızdan çıkacak her kelime diğer bir ilişkinizi zedeleyebilir veya güçlendirebilir. Kimin ölüp kimin yaşayacağına veya kiminle ittifak kuracağınız sizin elinizde. Inquisition bu dengeyi gerçekten iyi kuruyor. Kendinizi verdiğiniz her karardan sorumlu hissediyor ve sonrasında olacakların gerilimi altına giriyorsunuz. Çünkü oyundaki tek düşmanınız yarıklardan dünyanızı işgal eden yaratıklar değil. The Chatry’nin gözden düştüğü bu topraklarda Tapınakçılar ve Büyücüler arasında amansız bir çatışma da boy gösteriyor. Yanlış bir seçim ihanetle veya karşı tarafın düşmana katılmasıyla sonuçlanabilir.

Engizisyonu genişletin

Oynanışa gelecek olursak, Inquisiton tam olarak Origins ve ikinci oyunun karışımı olmuş diyebiliriz. Her iki oyunun da en iyi yanlarını alıp geliştirmiş ve kendine özgü bir sistem oluşturmuş. Yakın zamanda Mass Effect oynayanların yabancılık çekmeyeceği dinamikler var. Görevlere çıkarken yanınıza 3 kişiden oluşan ekibinizi alıyorsunuz. Tabii ekibinizin her üyesi farklı sınıflardan oluşuyor ve yanınıza kimi alacağınızı önceden düşünmekte fayda var. Çünkü ekibinizin ilişkisi ve kurduğu denge önemli bir faktör oluşturuyor. Göreve çıktığınız bölgelerde insanlara yardım ediyor, davanız için gerekli işleri hallediyor, nüfusunuzu ve lojistiğinizi artırmak için kamplar kuruyor ve gökte oluşan “rift” adlı yarıkları mühürlemeye çalışıyorsunuz. Elinizde bulunan damga hem lanetiniz, hem de dünyayı bu beladan kurtaracak tek çare.

Oyunu asıl farklı kılan özelliklerden biri de bulunduğunuz dünyayı nasıl keşfettiğiniz ve ona olan etkiniz. Oyun size hiç bir şeyi kucağınıza sunmuyor, onu keşfetmenizi bekliyor. Görev alanına nasıl gideceğinizi orada ne yapacağınızı bilmelisiniz. (Bu yüzden bazı görevlerde İngilizce sıkıntısı  çekebilirsiniz.) Tabii hedefinize ulaşırken başınıza gelecek sürprizlere de hazırlıklı olmalısınız.  Oyunun arazi yapısı da sizi bulunduğunuz alanda dolaşmaya zorluyor.  Çünkü gitmek istediğiniz bölgeye her zaman doğrudan ulaşamıyorsunuz. Bazen, dar patikalardan geçmeli ve tepelerin ve nehirlerin sınırladığı araziyi keşfetmelisiniz. Ancak, o patikaların açıldığı devasa arazileri gördüğünüzde bir kez daha şaşıracaksınız.

Inquisition tamimiyle açık dünya sistemine sahip değil. Oyun irili ufaklı birbirine bağlı bölgelerden oluşuyor. Ve bu gölgeleri açmak için de “Power”  (Güç) kazanmanız gerekiyor. Bu Gücü hem ana hikaye görevlerini yerine getirmek, hem de yeni bölgeler keşfetmek için kullanıyoruz. Savaş Masası adı verilen alanda tüm askeri ve stratejik kararlarımızı veriyoruz. Keşfedilecek bölgeleri, diğer ajanlara vereceğimiz görevleri ve siyasi anlaşmalarımızı burada belirliyoruz. Oluşumunuza kattığınız her ajanı sizin için kaynak toplamaya veya siyasi anlaşma yapmaya gönderebilirsiniz. Her ajanın o işi çözmek için farklı bir yöntemi ve süresi var. Aslına bakarsanız oldukça güzel bir özellik olmuş. Hem ana hikayeye devam edebilmek için hem de yeni yerler keşfetmek için bizi Inquisition’un dünyasını keşfetmeye zorluyor. Böylece sürekli olarak haritanın her yerine zıplamıyoruz ve de oyundaki görev çeşitliliğini tatmış oluyoruz.

Inquisition’da tonlarca yan görev, keşfedilecek alan, karakter ve eşya bulunuyor. Gerçekten de nereden ne çıkacağını, kimin size ne fayda sağlayacağını kestiremiyorsunuz. Pazar yerinde rastgele konuştuğunuz sıradan bir vatandaş davanıza yiyecek sağlayabilir. Yardım ettiğiniz bir çiftlik sahibi atlarını davanıza bağışlayabilir, hırsızlık yaparken yakaladığınız biri size ajanlık yapabilir veya çözdüğünüz bir aşk hikâyesi Engizisyon’a yeni bir ajan kazanmanızı sağlayabilir. Bunların hepsi oyunun sürprizleri, tabii burada sizin seçimleriniz de her şeyin temelini oluşturuyor. Yan görevler ise rastgele ve birbirini tekrar edecek biçimde seçilmemiş. Hemen hemen her görevin arkasında bir hikaye bulunuyor, bazı görevler getir görür işleri gibi görünse de ana hikayeyle olan bağlantısı veya verdiği sonuçlar sizi gerçekten şaşırtıyor. İnsanlara yardım ettikçe onların davanıza olan güvenini de sağlamış oluyorsunuz.

En çok merak edilen konulardan biri de dövüş sistemi… Evet ilk oyundaki taktiksel kamera da Inquisition ile geri gelmiş durumda. Üçüncü kişi perspektifinden yönettiğiniz karakterleriniz arasında istediğiniz zaman geçiş yaparken tek bir düğmeye basarak da taktiksel kamerayı aktif ediyorsunuz. Taktiksel kameraya geçtiğinizde oyun duruyor ve istediğiniz karakterlerin ve bir sonraki hamlelerini veya saldırı şeklini tayin ediyorsunuz. İsterseniz sonuçları görmek için zamanı yavaşça ileri sarabilir veya taktiksel kameradan çıkıp tekrar üçüncü kişi bakış açısına dönebilirsiniz. İlk başlarda biraz farklı gelse de alışmanız oldukça kısa sürüyor. Burada göze çarpan en önemli sorun olarak, taktiksel kameraya geçildiğinde, kamera açısının bazen kafasına göre davranabiliyor olması gösterilebilir.

Oyuna başladığınız karakterin rolü önemli ancak sadece onunla sınırlı kalacaksınız diye üzülmeyin. Çünkü partinizdeki diğer üç karakteri de istediğiniz gibi kontrol edebiliyor, özelliklerini ve üzerlerindeki eşyaları yönetebiliyorsunuz. Kontroller karmaşık görünse de arayüz oldukça kolay kullanıma sahip. Tek bir düğmeyle karakterler arasında anında geçiş yapabiliyorsunuz. Partinizdeki her “engizitör”ün (Inquisitor) yetenek ağacında bulunan özelliği farklı butonlarına atayarak anlık olarak kullanabiliyorsunuz. Toplamda sekiz ayrı yeteneği aynı anda kullanabildiğiniz gibi alternatif ya da öncelikli olarak da atayabiliyorsunuz. Böylece diğer karakterlerinizin de sizin kontrolünüz dışında oldukları zamanlar nasıl davranacaklarını belirlemiş oluyorsunuz. Yeteneklerinizden bazıları belirli silahları seçtiğinizde kullanılıyor ancak silahlar için de birincil ve ikincil kullanım olmaması burada eksikliğini hissettiriyor.

Kaba kuvvet mi, strateji uzmanı mı?

Partinizdeki diğer karakterler combat sisteminde genel anlamda başarılı bir performans sergiliyorlar. Yapay zekâya bu konuda özen gösterilmiş. Savaş esnasında yanınızda put gibi durmuyorlar, oldukça yardımları dokunuyor ve mantıklı dövüşüyorlar. Bu sayede çok zor dövüşler dışında genel olarak taktiksel kameraya girmeden de düşmanların üstesinden gelebiliyorsunuz. Tabi bu saldırgan davranışlarının oyunun bazen kontrolünüz dışına çıkmasına sebep olabiliyor. Savaş alanında geri çekilmek yada bazı düşmanlara bulaşmadan ilerlemek isteseniz de ekibinizi siz ilerlerken arkada kalıp onlarla dövüşürken bulabiliyorsunuz. Her ne kadar “disangage” emri verseniz de düşmanı peşinizden sürükledikleri için sıkıntı yaşayabiliyorsunuz.

Üçüncü kişi açısında ise yönlendirme hareketleriniz sadece ilerleme ve etkileşim/zıplamayla sınırlı. Bir de yeteneklerinizden bağımsız doğrudan saldırı komutu bulunuyor Oyunda kombo mantığında bir dövüş mekaniği bulunmuyor. Yani Kingdoms of Amalur veya Skyrim’deki gibi bir akıcı dövüş sistemi beklemeyin çünkü Dragon Age bu açığı farklı karakterleri kombine ederek kullandığınız daha çok yeteneklerinizi doğru zamanda kullanarak kapatıyor. Zaman dedim çünkü her karakterin bir mana veya stamina barı bulunuyor. Bu kaynak sürekli yenilense de yönetimini doğru ayarlamanız gerekiyor.

Yetenek ağacınız ise daha önce bahsettiğim gibi dört ayrı sınıfa ayrılmış durumda. Bunlardan ikisi elinizdeki silahlara yönelik diğer ikisi de savunma ve saldırı yetenekleri oluşturuyor. Oyun içerisinde ilerledikçe yetenek ağacınızda daha önce görmediğiniz yetenek sınıfları da ekleniyor. Açıkçası oyuna Qunari Warrior ile başladım ve karakterimi daha çok ağır silaha sahip bir tank olarak geliştirdim. Çünkü düşmanlara kafa göz dalmak her zaman tercihim olmuştur. Ancak oyun mekaniklerine en uygun ve bir o kadar zevkli olan sınıf bence Mage sınıfı. Bunu da diğer karakterlerimi kullanırken fark etmeye başladım. Çünkü oyunun bir gelişme eğrisi var ve bu süre oldukça uzun. Karakterlerinizin asıl ilginç ve zevkli yetenekleri ilerleyen seviyelerde açılıyor. Hatta düzinelerce saatin sonunda ana hikâyeyi bitirseniz bile son seviyeye ve tüm yeteneklere halen ulaşmamış olacaksınız. Bu da Inquisition’u devasa yapan diğer öğelerden biri.

Yetenekleriniz dışında oyunun derinliğini oluşturan diğer etkenlerden biri de “crafting” ve “upgrade” sistemi. Oyunda topladığınız madenlerden, avladığınız hayvanların derilerinden, bitkilerden ve bulduğunuz şemalardan şehir merkezlerindeki demircilere götürerek yeni eşyalar üretmeniz mümkün. Özellikle bazı silahları yaptığınız eklentiler ve “rune”lar elinizdeki silahları en az yeni bulduğunuz eşyalar kadar etkili kılacaktır. Örneğin ikinci oyundan geri dönen sempatik cüce Varric sadece Bianca adını verdiği arbaletini kullanabiliyor ve bu bir dezavantaj gibi görünse de Bianca’ya eklediğiniz parçalarla diğer silahlardan çok daha güçlü hale getirebilirsiniz. Tabii crafting sistemi uzun ve sancılı bir sistem ve bazı materyallerin aynısından bulmak sıkıntı olabiliyor. Ayrıca önceki oyunlardaki “healing” sisteminin yerine artık karakterlerinizin sınırlı sayıdaki sağlık iksirleri bulunuyor. Aynı Dark Souls oyunlarında olduğu gibi sağlık iksirini çevreden elde edemiyorsunuz ancak kamp alanlarına gittiğinizde envanteriniz tekrardan doluyor. Ancak topladığınız bitkilerden diğer çeşitli iksirler oluşturarak karakterlerinizin envanterine katabilirsiniz.

Tek başınıza oynamaktan sıkılmadınız mı?

Oyunu bitirseniz de bitirmeseniz de sizi daha fazla oyalayacak bir başka içerik de oyunun “çoklu oyunculu” modu. Yapımcı firma Inquisition’u ilk başta çok oyunculu bir oyun olarak tasarlamış ancak oyun daha sonra tek oyunculu deneyimi ön plana çıkartacak şekilde geliştirilmişti. Bu alan da ise oyundaki karakterinizden bağımsız olarak geliştirdiğiniz ve bu sefer oldukça geniş bir sınıf yelpazesinden yararlanan bir “engizitör” seçerek diğer üç arkadaşınızla beraber zindanlarda “raid”lere katılıyorsunuz. Dört kişilik co-op şeklinde oynanan ve aynı MMO’larda olduğu gibi zindanlarda ilerledikçe yaratıkları kestiğiniz bu oyun modu gerçekten de çok zevkli olmuş.

Her oyunun sonunda karakteriniz para, eşya ve seviye kazanıyor. Kazandığınız yetenek puanları ile karakterinizi geliştirebiliyor ve bir sonraki maça daha sağlam biçimde girebiliyorsunuz. Bu alandaki yetenek ağacı da oldukça geniş ama karakteriniz en fazla 20. seviyeye kadar çıkabiliyor.  Tabii böylece oyun sizden farklı karakterleri de denemenizi istiyor. Bu karakterlerden bazıları oyunun başında size sunulurken bazıları da oynadıkça açılıyor. Arkadaşlarınızla taktiksel ve koordineli olarak oynamak çok daha zevkli ve verimli olacaktır. Çünkü burada taktiksel kamera mevcut değil ve ekip arkadaşlarınızın yapacağı hamleler sizin için de önem taşıyor. Ayrıca zindanlarda sadece belirli sınıfların etkileşime geçebileceği alanlar var. Bu yerlerdeki ödüllerden faydalanmak için oyuna çeşitlilik katmak önem kazanıyor.

Multiplayer kısmında her maç yaklaşık 20-30 dk arasında sürüyor ve size çeşitli düşman ve zindan seçenekleri sunuyor. Her ne kadar karakter gelişimi ve elinize geçen ödüler bir sonraki turu oynamak için sizi teşvik etse de aynı görevleri ve düşmanları sürekli olarak kesmek uzun vadede sıkılmanızı sağlayabilir. BioWare bu konuda oyunun multiplayer’ını ileriki zamanlarda destekleyeceklerini ve bedava yeni zindanlar getireceklerini söylese de bundan daha fazlası gerekebilir. Örneğin, 4 kişilik PvP modu veya savunma bazlı görevler oldukça iyi olabilirdi.

“Masalsı Grafikler”

Birçok oyunun süresinden önce çıkıp birçok performans hataları ve bug’larla boğuştuğu bugünlerde akıllara gelen ilk sorulardan biri de Inquisition’un nasıl göründüğü ve çalıştığı olacaktır elbette. Arkadaşlar, Dragon Age Inquisition, tek kelimeyle muhteşem görünüyor! Oyunun kaplamalarından tutun ışıklandırmasına kadar tam anlamıyla “masalsı grafiklere” sahip. Oyunu oynadığınızda tam olarak ne demek istediğimi anlayacaksınız. Oyun Frostbite Engine 3’ün ve yeni konsolların gücünü tam anlamıyla kullanıyor. Özellikle gittiğiniz her bölgenin birbirinden tamamen farklı olması, hepsinin verdiği hissin ve görselliğin çok doğru aktarılması konusunda BioWare sınıfı geçmiş. Yeşil vadilerden, karlı tepelere, Zindanlardan tutun ölülerin dolaştığı bataklıklara kadar her alan oldukça detaylı ve özel olarak işlenmiş. Ara sıra kendinizi etrafınızı sarmış buzullara veya vadinin altındaki manzaraya bakarken bulabilirsiniz. Karakter animasyonları ise özellikle diyalog sırasında biraz donuk görünse de bir RPG için oldukça ikna edici duruyor.

Peki performans olarak bakarsak? Evet, Inquistion bütün bu detaylara rağmen oldukça başarılı biçimde çalışıyor. Tabii geleneksel BioWare bug’ları ve hataları yok değil. Siz konuşmayı bitirdikten sonra asılı kalan diyalog seçenekleri, bir yerden sonra bir türlü aktif olmayan yan görevler, ara sahnelerde araya girip sıkışan garip NPC davranışları vs. gibi hatalar çok nadir de olsa karşınıza çıkıyor. Oyunun genel akışını bozmasa da arada size ufak çapta bıkkınlık yaratabiliyorlar. Ancak oyun oldukça cilalanmış durumda ve bu tip hatalar geneline bakıldığı zaman çok sırıtmıyor. Ayrıca diğer önemli konu da sesler ve müzik: Öncelikle, sesler oldukça başarılı olmuş. Özellikle bulunduğunuz arazi ya da iç mekana göre ayak seslerinizin yankısının değişmesinden tutun yetenekleriniz ile düşmana vurduğunuzda çıkan çarpma seslerine kadar oldukça tatmin edici bir yelpazeye sahip.  Müzikler ise oyunda sadece gerekli alanlarda kullanılmış. Özellikle oyunun bohem havasını ve insanların çaresizliğini veya savaşın coşkusunu oyuna oldukça iyi taşıyan müzikler mevcut.

Tabii konu BioWare olduğu zaman en can alıcı kısımlardan biri de hikaye ve karakterlerdir. Açıkçası karakterlerden ne kadar etkilendiysem, (özellikle Cassandra, Varric ve Iron Bull’un etkileyci kişilikleri uzun süre aklınızda kalacak) ana hikayeyi bir o kadar ilginç bulamadım. Her ne kadar oyunun merkezinde bir trajedi ve gizem olsa da bunu Mass Effect serisinde olduğu gibi hissedemedim ve içime işlemedi. Ancak oyunun içeriğinin, oynanış mekaniklerinin ve sizi sürekli başka diyarlara sürüklemesi zaten hikayeden çok yaptığınız seçimleri ve etrafınızdaki olayları önemsemenizi sağlıyor. Eski tarz ve yeni tarz Aksiyon-RPG severler için kaçırılmayacak bir oyun olmuş. BioWare yeni nesil oyun kavramının sadece muhteşem grafiklerden çok daha fazlası olduğunu sağlam bir biçimde kanıtlamış. Ve belki de uzun bir süre boyunca yeni neslin en sağlam RPG oyunlarından biri olarak anılacak.  İzninizle ben Inquisition’a dönüyorum çünkü daha yapacak çok işim var…

Exit mobile version