Bu duyguyu bir kere daha yaşamıştım. Fifa serisinin 98 versiyonunda. Onun da Dünya Kupası versiyonu çıkmıştı. Ve beni büyülemişti. Ama bu sefer çok daha farklı bir duyguyu da birlikte yaşıyorum.
Fifa 98 : Road To World Cup çıktığında, bugüne kadar oynadığımız futbol oyunlarının bir fasa fisodan ibaret olduğunu görmüştük. EA Sports bunu bir kural yapmış olsa gerek ki bu oyununda da aynı gelişmeyi kat etmiş. Fifa 2002’de gördüğüm en önemli detay, oyunun grafik olarak beklentilerimin altında gelişmiş olsa da yeni bir yola girdiğinin göstergesi olduğu idi. Road To World Cup’ta ise yoldan çıktıklarını gördüm. Hemen belirteyim, bu oyun, 2002 Fifa Dünya Kupası’nın tek resmi oyunu olma özelliğini taşıyor. Tabii durum böyle olunca oyun sadece PC yada PSX için çıkmıyor. PC, Playstation, Playstation 2, X-Box ve GameCube için çıkıyor.
Hemen, pek çoğunuzun merak ettiği ilk konuya giriyorum. Oyunun grafikleri… Oyunun grafik motoru değiştirilmemiş olsa bile beni oldukça iyi sonuçlar veren modifikasyonlar yapılmış. Oyuncuların suratları ve detayları gerçeğe bir o kadar daha yaklaşmış. Belki televizyon gibi izleyemiyoruz ama bir sonraki adımda bunun elde edileceği garantisini verebilecek nitelikte.
Nitekim seyircilerinde görüntüleri muhteşem olmuş desem yeridir. Stadyum havasını son derece başarılı bir şekilde yansıtıyorlar. Fifa 2002’de, seyircilerin ellerinde ki bayram miktarlarının çokluğundan rahatsız olmuştum. Oyuna konsantre olmamı zorlaştırıyordu. Road To World Cup’da bayrak miktarı azaltılmış. Seyircilerin giydikleri formalar ile bayrakların azlığı pek fark edilmiyor.
Oyuna eklenen AirPlay özelliği sayesinde futbolcuların oyun ile etkileşimi arttırılmış. Bu özellik sayesinde oyuncular ister yerde ister havada olsunlar topa hakim olabilmek için cengaver gibi çalışıyorlar. Kullanılan tuş kombinasyonu çok farklı olmasa da pozisyona bağlı olarak oyuncunun hareketlerini farklı gözlemleyebildim.
Oyunun ilginç özelliklerinden biri de oyun sırasında oyuncuların üzerinde çıkan yıldız işaretleri. Başta buna bir anlam verememiştim. Oynadıkça bunun sebebini anladım. Oyunda “Yıldız Oyuncu” kavramı bulunuyor. Her takımın favori oyuncularının üzerinde topu almadan önce bu işaret çıkıyor. Topu aldıktan sonra daha güçleniyor. Bu o futbolcunun bir
Star olduğunu gösteriyor. Bu starlar genelde forvet oyuncularında bulunuyor. Orta saha ve defans’ta yıldız oyuncuya çok rastlamadım.
Oyunun grafiklerin bahsederken, stadyumların ihtişamından söz etmeden geçmek olmaz. Gerçekten kıskandım. Stadların 9 Kore şehrindeki stadlara sadık kalınarak yapıldığını düşünürsek, gerçekten Kore’nin bu işi fazlası ile hak ettiğine inanabiliriz. Standlar son derece büyük olmakla kalmıyor, dizayn açısından da senfonik bir eserin uyumunu andırıyor.Belki konu dşında kalacak ama nereye dahil edebileceğimi bilmediğim ama ilk karşılaştığım andan itibaren beni hala etkisi altında tutan bir özellikten bahsetmek istiyorum. Maçın son dakikaları idi. Brazilya olarak Paraguay’a saldırıyordum. 2-2’lik beraberlik devam ediyordu. Orta sahanın ilerlerinden topu kapan Rivaldo kaleye doğru geldi. Şutunu çektiği anda olan olmuştu. Top arkasından alevler fırlatarak kaleye doğru gitti ve gol oldu. Tüm stad ayağa kalkmış bu golü alkışlarken ben toptan çıkan alevlerin şokunu yaşıyordum. O kadar canlı olmuşki bu efekt, artık TV’den maç seyrederken bile bu özelliği arayacağıma eminim. Bu alev efekti sadece şut çekilen topta çıkmıyor. Bir topa hızla saldıran futbolcuda da benzer bir efekt çıkıyor.
Oyunun atmosferi beni etkileyen faktörlerin başında geliyor. Futbolcular sahaya çıkarken ve oyun sırasında parıldayan flaşlar kendimi gerçek bir stadda maç izliyor-oynuyormuş gibi hissettirdi. Tabii bunun tek etken olmadığını belirtmeme gerek yok. Daha önceden de belirttiğim gibi seyircinin muhteşem etkileşimi, saha kenarında ısınan oyuncular, gazetecilerin şut sırasında patlayan flaşları da bu atmosferin yaratılmasında oldukça büyük bir rol taşıyor. Hele gol attıktan sonra başınıza yağan konfetiler, o golü gerçeke siz atmışçasına bir coşku duymanızı sağlıyor.
Görselliğin yanında, bu oyun kulaklarınıza da son derece hitap ediyor. Atılan her golden sonra, devre arasında hatta sahaya girerken Vancouver Senfoni Orkestrası’nın müzikleri, tüylerinizi diken diekn etmekle kalmıyor, milli duygularınızı bir holigan edasına taşıyacak seviyeye ulaştırıyor.
Müzklerin yanında oyun sırasında olsun aralarda olsun top, seyirci ve stad spikerinin konuşmaları oyunun akışına ciddi bir etkide bulunuyor. Direkten dönen top sesini duymak ne kadar yıkıcı olsa da oyuna bir o kadar gerçekçilik kazandıran bir özellik olmuş. Aynızamanda seyircilerin staddaki taraftar miktarına göre az ya da çok baskın olması da atmosferin ne kadar derinlik kazandığının en güzel örneklerinden biri oluyor. Aralarda stad hoperlörlerinden Korece bazı anonslar yapılıyor. Bu da ortamı oluşturan diğer bir etken.
Peki ya sunucular? Andy Gray ve John Motson’un yine görev başında olduğunu belirtmeye gerek var mı bilmiyorum. Sonuçta alıştığımız sesler yine bizimle birlikte.
Eh artık daha fazla bir açıklama ister misiniz bilmiyorum. Her ne kadar ön inceleme yazısı olsa da oyunun tam sürümünü oynayan az sayıda Türk’ten biriyiz. Ama ne yazık ki okurlarımız bu oyunu oynayabilmek nisan’ın 26’sını beklemek zorunda. Bence bekleyin.