Half-Life 2

Half-Life: 1998 yılının Ekim ayında piyasalara sürüldü. Muhteşem oynanışı ve atmosferi ile yeni bir dönemin başlangıcını oluşturdu. Üzerinde birçok tek ve çok kişilik multiplayer mod yazıldı. Bunlardan birisi de Counter Strike ve hala dünya çapında oynanmaya devam ediyor. Half-Life’da Gordon Freeman isimli Black Mesa laboratuar görevlisini kontrol ediyor ve bir deneyde yapılan yanlışlık yüzünden cereyan eden olaylara karşı koymaya çalışıyorduk. Deneyin ters gitmesi yüzünden, farklı bir boyuttan ve Xen denen gezegenden birçok yaratık dünyaya ışınlanır, amaç hem onlarla uğraşmak, hem de hayatta kalmaktır. Üstelik devlet, bu olayla ilgili deliller kalmaması için, laboratuara asker yollayınca, işler daha da çığırından çıkar.

Half-Life 2 inceleme

Half-Life: Opposing Force: 1999 yılının Ekim ayında piyasalara sürüldü. Konudaki zaman dilimi olarak, Gordon Freeman’ın Black Mesa’daki mücadelesine devam ettiği süreç seçilmiştir. Bu oyunda ise, devletin laboratuara delil kalmaması için gönderdiği askerlerden birisi olan Shephard’ı kontrol ediyorduk. İlk oyunun üzerine birçok yeni silahlar, mekanlar ve daha da önemlisi yaratıklar eklenmişti. İlk oyunun bize verdiği zevki aynen vermeye devam ediyordu ve yine mükemmel bir tecrübe yaşatıyordu.

Half-Life: Blue Shift: 2001 yılının Haziran ayında piyasalara sürüldü. Bu sefer de, Black Mesa Laboratuar’larında görev yapmakta olan güvenlik görevlilerinden birisi, Barney Calhoun’u kontrol ediyorduk. Diğer Half-Life oyunlarına gözle görülür pek fazla yenilik gelmiyordu ama grafiksel olarak biraz daha gelişim göstermişti ve yine zevkli oynanışından ve bulmacalarından birşey kaybetmemişti. Eksi olarak sayılabilecek diğer bir özelliği de, Half-Life ve Opposing Force’a göre biraz daha kısa sürüyor ve hevesimizi kursağımızda bırakıyordu. Yine de isminde Half-Life olması, onu sonuna kadar oynamamıza yetmişti bile.

Yeni bir ayın ilk günleriydi ve ben heyecanla, en sevdiğim oyun dergilerini almaya gitmiştim. Eve geldim ve dergileri alır almaz, her zaman yaptığım gibi ilk olarak CD’lerini bilgisayarımda denemeye koyuldum. İçlerinden bir tanesinin video’lar bölümündeki oyunlara göz atıyordum. Half-Life gözüme ilişti ve tıklayıp izlemeye başladım. Hiç fena gözükmüyordu, özellikle video’daki levye oldukça ilginç gelmişti bana. Aslında, daha piyasalara sürülmeden otoriteler muhteşem bir oyun olacağı konusunda birleşmişlerdi bile. 1998 senesinin sonlarına doğru Half-Life piyasalara sürüldü ve ben de merakla alıp oynamaya başladım. Böyle bir atmosfer, oynanış, aksiyon ve bulmacaların bir arada olduğu FPS daha önce görmemiştim. Beni aylar boyu oyaladı, herkes tarafından gelmiş geçmiş en iyi oyun olarak bile nitelendirildi ki ben de böyle bir genellemeye “hayır” demiyorum. Bıkmadan usanmadan oynadım ve her zorluk seviyesinde defalarca bitirdim. Hatta bununla da yetinmedim, Half-Life için fan’lar tarafından geliştirilen bir sürü tek kişilik modu da yükledim ve oynadım. Hala doymuyordum, hep Half-Life ile ilgili yeni birşeyler istiyordum.

Freeman, Gordon Freeman

Half-Life’ın ne kadar tuttuğu, onun için hazırlanan tek ve çok kişilik mod’ların fazlalığından da belli olacaktır. Özellikle Counter Strike gibi bir multiplayer ekolun başlamasını sağlaması, Half-Life’ın öneminin bir başka boyutu. Üstelik Counter Strike, bu multiplayer mod’lardan sadece birisiydi. Team Fortress, Ice Cold gibi mod’lar yapıldı, çılgınca oynadık, hatta oynamaya da devam ediyoruz. Half-Life için tek kişilik resmi olarak iki ek görev paketi yapıldı. Bilindiği gibi Half-Life’da, Black Mesa Laboratuarları’nda görevli Gordon Freeman’ı kontrol ediyorduk. Opposing Force’da, orjinal oyunda üzerimize saldıran askerlerden birisi olan Shephard rolündeydik. Blue Shift’te ise, Black Mesa’daki güvenlik görevlilerinden birisi olan Barney’i kontrol ediyorduk. Hepsini tek tek oynadım ve bilgisayar başında geçirdiğim zamanlarda beni inanılmaz eğlendirdiler. Hepsi de birbirinden muhteşemdi ve her expansion’da da kalite daha üst seviyeye tırmandı.

Blue Shift’in de üzerinden çok uzun bir zaman geçti. Half-Life için yapılan multiplayer mod’lar dışında, tek kişilik bölümle ilgili tüm kalıntılar yok olmuştu. Gerçi tek kişilik mod’lar yapılmaya devam ediyordu ama benim hep içimde hep bir Half-Life 2 isteği vardı. Hatta lisedeyken defterlerime devamlı kafamdan Half-Life 2 logoları uyduruyor ve çiziyordum. Valve bir yerlerden beni duymuş olacak ki, Half-Life 2’nin yapımını duyurdukları anda bende sabırsızlıkla birlikte heyecanlı bir bekleyiş başladı. Sanki Half-Life’a yürekten bağlanmıştım, insanın bir oyundan bu kadar etkilenmesi, her zaman rastlanabilecek birşey olmasa gerek. Half-Life 2 hazır olmadan bir süre önce, Half-Life 2’nin motorunu bizlere tanıtan, tanıtmakla kalmayıp görsel şölen sunan Counter Strike Source yayınlandı. Muhteşem bir fizik motoru ile karşılaştık ve bu motoru aynı zamanda multiplayer kapışmalarla da test etme fırsatı bulduk. Counter Strike Source, bize Half-Life 2’nin ayak seslerini duyurmaya başlamıştı. Yıllarca beklediğim ve çıkmasını dört gözle istediğim oyun, en sonunda karşımda duruyordu. 1998 yılında dikilen çınar, büyümüş ve daha görkemli bir hal almıştı.

Half-Life’ı oynayan arkadaşlar, esrarengiz karakterimiz G-Man’i de hatırlayacaklardır. En ilginç yerlerde karşımıza çıkıyor, birden bire kayboluyordu, neyin nesi olduğunu anlayabilmek için oyunun sonunu getirmemiz gerekiyordu. Half-Life 2’de, bu sefer oyunun başında G-Man ile karşılaşıyor ve ilkinin sonunda gerçekleşen diyaloğu tekrar hatırlatan bir konuşma izliyoruz. İlk oyunun sonunda onun için çalışmak isteyip istemediğimizi soruyordu. Biz de buna göre kendi kararımızı veriyorduk. Half-Life 2, orjinalinin daha da ötesindeki yıllarda cereyan ediyor. Yönettiğimiz karakter yine Gordon Freeman. Sessiz karakterimiz Gordon, Half-Life 2’de City 17’ye geliyor. Burası yaşanması çok da kolay olmayan bir şehirdir, gaddar güvenlik görevlileri tarafından korunmakta ve şiddet uygulanmaktadır. İlkinde olduğu gibi, Half-Life 2’nin başında da işler pek yolunda gitmiyor, kendimizi aniden bir kaosun ortasında, polisleri bize saldırırken buluyoruz. Bu karmaşaya, tekrar ortaya çıkan yaratıklar da katılınca, şenlik başlıyor. Bu sefer heyecan daha da dorukta, üstelik de bir görsel şölen ile.

Grafik ve fizik şöleni

Half-Life 2’de kullanılan fizik ve grafik motoru, bir oyunda rastlayabileceğiniz belki de en kalitelisini oluşturuyor (en azından şimdilik). Işıklandırma ve çevre detayları muhteşem, fizik motoru sayesinde çevre ile inanılmaz bir etkileşim oluşturulmuş. Her objeyi elimize alıp atabiliyoruz. Üstelik, yeri geldiği zaman bunları çeşitli bulmacaları çözmede ya da düşmanları ekarte etme konusunda da kullanabiliyoruz. Bir yere attığımız objenin, fizik kurallarına uygun bir şekilde düştüğünü, önüne başka bir obje çıkarsa, çarptıktan sonra ne şekilde reaksiyon gösterdiğini gerçekçi bir biçimde gözlemleyebiliyoruz. Bu kurallar, düşmanlarımız için de geçerli, vuruldukları yere göre gerçekçi biçimde düşüyorlar, hatta düştükleri yere göre, ağırlıkları boşluğa denk geliyorsa, aşağı düşüyorlar. Bunları oyun sırasında görmek ve denemek oldukça zevkli. Her birinin kaliteyi doruklara ulaştırdığı bir gerçek. Patlama efektleri de bir o kadar gerçekçi olmuş. Çevrede düşmanları indirebilmek ya da bazı yolları açabilmek için kullanabileceğimiz patlayan variller bulunuyor. Onlara ateş ettiğimiz zaman yavaş yavaş alev alıyorlar, bir daha ateş edersek gürültülü bir şekilde patlıyor ve çevresinde bulunan diğer objelere de basınç uyguluyorlar. Fırlayan diğer objeler bize ya da başka bir düşmana çarptıkları zaman tehlikeli olabiliyorlar. Bu patlamalar yakınımızda ve üst üste gerçekleşirse; kulağımız çınlıyor ve geçici bir sağırlık yaşayabiliyoruz. Bir diğer ayrıntı ise; tepemize dolaşan bazı devriye makinaları. Bunlar bizi fark ettikleri zaman gözümüze ışık patlatıyorlar. Dolayısıyla gözümüz kamaşıyor ve bir süre göremiyoruz. Bu tip gerçekçi durumların atlanmaması, mutluluk verici ve atmosfere çok şey katıyorlar.

Güvenlik görevlileri ve yaratıklarla birlikte, çeşitli ölümcül makinalar ile uğraşmamız gerekiyor. Kısacası aksiyon seviyesi ikinci oyunda epeyce yükselmiş. İlerlerken, aniden gelişebilecek bir olaya, bir çökmeye ya da bir patlamaya karşı hazırlıklı olmamız ve pratik bir zeka ile içinde bulunduğumuz durumun üstesinden gelmemiz gerekiyor. Örneğin, bir lağım kanalından ilerlerken, içeriye aniden atılan patlayıcı bidonlar bizi zor durumda bırakabiliyor ve birden bire ne yapacağımızı şaşırıyoruz, çevre şartlarına göre hemen mekandan çıkmamız gerekebiliyor. Yeri geldiği zaman, birden çok düşmana karşı amansız mücadeleler vermeliyiz. Bu gibi durumlarda da yine çevre şartlarından ve hatta fiziksel detaylardan da yararlanmamız gerekebiliyor. Half-Life’da çözerken zevk aldığımız bulmacalar, Half-Life 2’de de yerlerini koruyorlar. Çeşitli zıplama bulmacalarının yanında, yapımcılar heralde fizik motorunu bizlere iyice ezberletmek istemişler, çünkü fizik motorunun nimetlerinden faydalanarak çözeceğimiz bulmacalar oldukça fazla.

Dolaşabileceğimiz birbirinden farklı mekanlar var. Çatılarda polislerden kaçıyor ve kanalların içinde mücadele ediyoruz. Bunların dışında, yıkıntı ve atık arazileri var ki, bu mekanlarda dümdüz yol üzerinde ilerlemiyoruz. Gerektiği zaman çeşitli tünellere, havalandırma deliklerine girmemiz gerekiyor. Hatta gözümüze çarpan ufacık bir açıklık, bizim gitmemiz gereken yolu teşkil edebiliyor. Bu yüzden, takıldığınız yerler olduğu zaman, çevreyi tekrar tekrar gözden geçirmeli ve gerekirse çevrede bulunan objeler ile ne gibi bir strateji geliştirilebileceğini düşünmeniz gerekiyor.

Ayrıntılar bulmacalarda saklı

Half-Life’daki kostümümüz, Half-Life 2’de de geliştirilmiş bir biçimde karşımıza çıkıyor. HUB’ımız ilk oyundakine göre ufak bir değişim geçirmiş. Gözümüze ilk çarpan özellik, kırmızı renkte gösterilen “Aux Power” kısmı. Bu bar, o an gerçekleştirmekte olduğumuz reaksiyona göre azalma gösteriyor. Şöyle ki, levye ile oldukça seri şekilde vuruşlar yapıyorsak, bu bar giderek azalıyor. Bir daha seri olabilmemiz için bu barın tekrar dolması gerekiyor. Fenerimiz için de aynı şey geçerli. Fener yanmaya başladığı zaman, bu bar azalmaya başlıyor. Bittiği zaman, fenerimiz de otomatikman kapanıyor. Nefes tutma olayında da aynı bar’ı oksijen göstergesi olarak kontrol etmemiz gerekiyor. Yalnız, Gordon Half-Life 2’de nefes tutma konusunda biraz daha gerilemiş. İlk oyunda daha uzun süre nefes tutabiliyordu, burada ise sık sık nefes almak gerekiyor ve bu da bazı uzun dalışlarda sıkıntı oluşturabiliyor.

İlk Half-Life’da olduğu gibi, bu oyunda da kullanabileceğimiz araçlar ve sabit makinalılar mevcut, üstelik bunları kullanmak inanılmaz zevkli. Özellikle, atık suda kullanmakta olduğumuz motor eğlenceli dakikalar yaşatıyor bizlere. Üstelik karşımıza çıkan çeşitli rampalardan atlamamız ya da bu rampaları kendimize göre ayarlamamız da gerekiyor. Ama bu atlama anları, aksiyonu daha da körüklüyor ve iyice gaza geliyorsunuz.

Half-Life 2’nin en iddialı olduğu yerlerden birisi de sesleri. Grafiklerin başlatıığı atmosfer patlamasını, sesler de doruklara taşıyor ve ortaya süper bir eser çıkıyor. Yaratık ve çevre şartlarının oluşturdukları sesler gerçekçi ve kaliteli. Silahların sesleri de bir o kadar iyi hazırlanmış. Müzik mantığı ise, Half-Life’takinin aynısı, hatta müziklerin bazıları da ilki ile aynı. Bazı kritik noktalarda bir süre devreye giriyorlar, ondan sonra tekrar oyunun kendi sesleri ile baş başa kalıyoruz. Aslında bu durum, olaya bir nevi gerilim katıyor ama, çalan müzikler süper, keşke biraz daha çalsa diye düşünmeden edemiyor insan. Yeni birkaç müziğin yanında, orjinal Half-Life’ta bulunan çeşitli müzikler de aynen bulunuyor.

Half-Life 2’deki fizik ve Source motorundan biraz daha bahsetmek istiyorum. Daha doğrusu, oyun içerisinde karşılaşacağınız birkaç detaydan bahsedeceğim. Önceden belirttiğim üzere, Half-Life 2’deki bulmacaların bazıları, sanki sırf fizik motorunun reklamını yaparcasına hazırlanmış gibi. Ağırlık ve yerçekimi bulmacaları bol miktarda var, ama onlarla uğraşmak gerçekten zevkli. Bir diğer ayrıntı ise, kapıların önünü çeşitli objeler ile tıkayabilmeniz. Böylece zor durumda kalmamak ya da arkadan apansız bir saldırı yememek için, kapıların önlerini çeşitli objeler ile doldurabiliyorsunuz. Düşman kapıdan kolayca geçemiyor, siz de zamandan kazanmış oluyorsunuz. Suyun kaldırma kuvveti de oyunda bizzat uygulanmış, yine bununla ilgili bulmacalar var. Su içinde serbest bıraktığınız bir kutu ya da sandık, yüzeye doğru geliyor ve orada kalıyor. Yalnız, sizin ağırlığınızı taşıyacak cinsten değilse, üstüne çıkmaya çalıştığınız zaman batıyor ya da su üzerinde dönüp biçim değiştiriyor. Bu gibi ayrıntıları görmek çok güzel. Bahsedeceğim son ayrıntı ise, kumdan çıkan yaratıklarla ilgili. İleriki bölümlerde, kuma bastığınız zaman çıkan yaratıklar ile karşılaşacaksınız. Bu gibi durumlarda, yine oynayınca bulacağınız yer çekimi silahı ile, çeşitli objeleri, kumlu bölgeye yol yapacak şekilde yerleştiriyor ve böylece kuma basmadan kendinize yürüme yolu hazırlayabiliyorsunuz.İşte Source ve fizik motorunun gücü birleşince, ortaya hem görsel, hem de mantık olarak gerçekçi grafikler çıkıyor, bize de bunlardan faydalanmak kalıyor.

Half-Life 2’de kullanılabilecek birbirinden farklı silahlar var. Kimileri, geçmiş oyundakilerin grafiksel olarak geliştirilmiş versiyonları, kimileri ise yeni ve kullanılmak üzere bekliyorlar. Geliştirilmiş grafiklerden onlar da nasiplerini almışlar ve harika görünüyorlar. Half-Life 2’de ara ekranlarla karşılaşmıyoruz ve karakterimiz Gordon Freeman yine sessizliğini pek bozmuyor. İlk oyunda olduğu gibi, konuşmaların olduğu bölgelerde kontrol yine bize ait ve istediğimiz şekilde ilerleyip dönebiliyoruz, bu da Half-Life’ın ilginç ve ona has olan özelliklerinden birisi.

Budur!

Gordon Freeman, Half-Life 2 ile birlikte muhteşem bir dönüş yapıyor. Özellikle, içermiş olduğu grafik ve fizik motorunun esnekliği, hem göze hoş geliyor, hem de bize unutulmayacak bir oyun tecrübesi yaşatıyor. Half-Life’ı eskiden nasıl biliyorsanız, kendisini daha da geliştirerek geri gelmiş ve bizleri oldukça etkiledi. Bize da doya doya oynamak ve grafiksel nimetlerinden faydalanmak kalıyor. Umarım Half-Life’lar hiç bitmez, lisede yaptığım gibi, şimdiden Half-Life 3 için de bir logo karalamaya başlasam iyi olur, belki de Valve beni tekrar duyar…

Karakterler:

Gordon Freeman: Hükümetin gizli bir üste kurduğu Black Mesa isimli araştırma laboratuarının basit teknisyenlerinden biri idi. Gerçekleşen “Büyük kaza”dan kurtulan tek kişi. Üsteki kazadan haberdar olan hükümetin; “İçeride yaşayan herkesi öldürün!” emri ile kendine pek çok asker düşman kazanan Freeman büyük bir macera sonunda hayatta kalmayı başarmıştır. Freeman, G-Man’in komutası altında artık çok daha güçlü. Yeni kıyafeti ve silahları ile yine baş rolü üstleniyor.

Alyx: Half-Life 2 de Freeman’ın en yakın yardımcısı. Eli Vance’in kızı ve orijinal oyundaki Gordon’un teknisyen arkadaşlarından biri. Her bilim adamının kızı gibi o da kendi icatlarına sahip. En önemlisi “Dog” isimli robotu. Tüm oyun boyunca en yakın dostumuz olacağı gibi, yanımızda olduğundan mutluluk duyacağımız bir isim.

G-Man: Dost mu? Yoksa düşman mı? Henüz bilemiyoruz. İlk olarak orijinal oyunda gördüğümüz G-Man, Gordon’un hep bir adım önünde olmuştu. Oyunun sonunda ise bize ya onunla savaşmamızı ya da ölmemizi istemişti. Birlikte savaşmayı seçmiş olduğumuzdan oyuna devam ediyoruz.

Barney Calhoun: Black Mesa’dan ayrılmış eski bir güvenlik görevlisi. Barney eskisi kadar sevimli olmasa da bize yardımcı olan önemli karakterlerden biri. Aslında Barney karakterinin oyuncular tarafından sevilmesinin nedeni; onu farklı yöntemlerle ölüme terk etmek olmuştur. “Beni takip et” deyip tuzağa düşürerek pek çok kez öldürdüğümüz bu karakter, ikinci oyunda da önemli dostlarımızdan biri olacak.

Dr. Eli Vance: Black Mesa’daki kazadan kurtulmayı başaran şanslı bilim adamlarından biri. Tıpkı Freeman gibi o da silahlarla kendini savunan ve hayatta kalmaya çalışan bir insan. Tıpkı kızı Alyx gibi o da Freeman’ın en yakın dostu.

Dr. Kleiner: Black Mesa’dan kurtulmuş araştırma görevlisi. Eli Vance’den farklı olarak, eline silah alıp savaşa katılmayı tercih etmeyen bir kişi. Kleiner’da dostlarımız arasında yer alıyor. Yeni icadını bizim üzerimizde denerken soğuk terler dökeceğiz.

Dr. Judith Mossman: Yeni araştırma görevlisi. Oyunda, Black Mesa’ya tabi olmamış tek bilim insanı. City 17’ye gelene kadar da Gordon Freeman ile hiç karşılaşmamış. Eli Vance’in araştırma konusunda baş yardımcısı.

Dr. Breen: Half-Life 2’nin kötü bilim adamı. City 17’deki büyük kalabalığın tek sorumlusu, Gordon’un yeni düşmanı. İnsanlara karşı yapılan eziyetlerde ve kısıtlamalarda söz sahibi. Yine de oyunun sonuna kadar Dr. Breen hakkındaki sorular yanıtlarını bulamayacak.

Father Grigory: Sağ kalan insanların rahibi. Half-Life 2 ile tanışacağımız bu yeni karakter, dua etmediği zamanlarda düşmanların yakalanacağı tuzaklar kuruyor. Grigory de en önemli dostlarımızdan. Fakat kafadan bazı tahtalarının eksik olduğunu bize zarar vermese de yaratıklara karşı garip öldürme teknikleri izlediğimizde daha iyi anlayacağız.

Dog: Alyx’in el yapımı robotu. Dog hakkında pek fazla bilgiye sahip değiliz sadece “köpek” ismiyle çağırıldığını biliyoruz. Oyun bahçesinde onunla küçük oyunlar oynayıp yerçekimi silahımızı deneyeceğiz. Bunların dışında pek fazla karşılaşmayacağımız robotun, insan dostu olduğu kesin.

Resistance Forces: Kısaca direniş güçleri. İnsanlığın hala savaşabilecek durumda olduğunu ispatlayan bu kişiler, her an savaşa hazırlar. Mümkün olduğunca organize hareket etmeye çalışan direnişçiler, oyun boyunca yanınızda ek güç olarak bulunacaklar.

Vortigaunts: Xen’den kaçan esir yaratık. “Düşmanımın düşmanı dostumdur” sözünden anlaşılacağı üzere yaratıklara karşı savaşımızda önemli rol oynayan dost yaratık. Neden bizimle birlikte savaştığını oyunun ilerleyen bölümlerinde daha iyi anlıyoruz.

Citizens: City 17’de yaşayan standart vatandaşlardan biri. Savaşmak için dünden razı olan bu pısırık topluluğun tek ihtiyacı olan; başlarına geçecek bir kahraman.

Classic Headcrab: Karşımıza en çok çıkacak yaratık. Her karanlık köşe ve her havalandırma deliği potansiyel bir saldırı mekânı olan bu yaratıklar, en az hasar gücüne sahip. Tek bir vuruşta alt edebilmemize rağmen yerlerinde hiç durmadıklarından isabet ettirmek kolay değil. Biz hariç diğer karakterlere başarılı atlayış yapmaları halinde onu zombiye çevirebiliyorlar.

Black Headcrab: Görünüşünden de anlayacağımız üzere, normal headcrab’lerden daha güçlüler. Ancak güçlü silahlarla tek vuruşta ölüyorlar. Ele geçirdikleri vücudu ölümcül bir zehirle kaplayan bu yaratıkların bize de epey zararı dokunabiliyor. Zombiye çevirdikleri kişiler, normal zombilerden daha ölümcül ve daha hızlı oluyorlar.

Classic Zombie: Normal bir insanın headcrab tarafından ele geçirilmesi sonucunda dönüştüğü hal. İnsanların üzerine yavaşça ve mantıksızca gelen bu yaratıklar, en basit saldırı tekniklerini kullanıyorlar. Alt etmenin en kolay yolu; zombinin değil, kafasındaki headcrab’in vücuduna vurmak.

Fast Zombie: Zombilerin yavaş olduğunu kim söylemiş. Zombilerin en ölümcülü. Son derece hızlılar ve duruşları fazlasıyla etkili. Düşmanına en savunmasız anında saldırmayı görev bilen bu yaratıkları öldürmek için sizinde en az onlar kadar hızlı davranmanız ve güçlü silahlarınızı kullanmanız gerek.

Barnacle: Düzenli olarak tavanları kontrol etmenizi alışkanlık haline getirten yaratık. Barnacle’lar uzun dillerini aşağı doğru uzatıp düşmanlarını boyunlarından yakalarlar. Yukarı çektiklerinde ise güçlü dişleri ile kısa zamanda parçalarlar. Tavanları kontrol edip güçlü silahlarla öldürmek kolay olsa da yakalandığınızda çabuk davranıp hemen öldürürseniz kolayca kurtulabilirsiniz. Aksi halde bir kere yakalandınız mı; işiniz zor.

Ant Lion: City 17’de tanışacağımız yeni yaratıklardan biri. Son derece güçlü bacaklara sahip olan bu yaratıklar düşmanlarını hızlı darbelerle parçalayarak öldürür. Bu yaratığın az gelişmiş zekâsı vardır ve kolayca kandırılabilirler. Alien Pheromones isimli silahla, onları belirli noktalara yönlendirebilir, rakiplerimize saldırtabiliriz.

Ant Lion Guard: Üç kat daha büyük üç kat daha güçlü. Çok fazla yaklaşırsanız kendinizi gök yüzünde uçarken bulabilirsiniz. Sıcak temastan çekinin, en güçlü silahlarınıza sığının.

Metro Police: City 17’deki esirler üzerindeki asayişi sağlamakla görevli askerler. Bazen sert müdahalelerde bulundukları görülen bu askerler, bazen önemli birimlerin ya da mekânların korumasını da üstlenirler.

Combine Soldier: Combine güçlerinin en standart askerleri. Yarı insan yarı yaratık olarak bilinene bu birimler hakkında derin bilgiler yoktur. Gordon Freeman’a karşı besledikleri aşırı kinin de nedeni bilinmemektedir.

Combine Elite: Combine Özel Güçleri’nin en güvendiği asker tipi. Düşmanlarımız arasında başımızı en çok ağırtacak olan bu askerler, diğer birimlerden farklı olarak çok isabetli ve ölümcül atışlar yaparlar.

Combine Strider: Lazer silahı ile donatılmış, devasa büyüklükte bir makine. Kocaman bacakları ile yürüdüğü yerlerdeki canlıları ezip geçen bu birimi gördüğünüz gibi uzaklaşmalı, roketlerle alt etmeyi denemelisiniz.

Combine Gunship: Hızlı ve ölümcül… Havadan saldırıları ve çevik manevraları ile başınıza problem açacak tarzda bir düşman. Nerde olursa olsun gördüğünüzde hemen kaçmalı ve en yakın sipere yatmalısınız.

Combine Dropship: Tıpkı yaratıkların dropshipleri gibi Combine Dropship’lerde, havada süzülüp en olmadık yerlere düşman birimleri indirirler. Silahla donatılmamıştır ancak içi bir dolu asker ile yüklüdür.

Scanner: City 17 de bolca göreceğimiz uçan bir kamera. Heryeri didik didik arar. Biri tarafından yakalanmanız halinde, herkes alarma geçer. Mümkün olduğunca görünmemeye çalışın.

Rollermines: City 17’nin dışında bolca karşılaşacağınız rollermine’lar, eğer araç kullanıyor iseniz başınızın belası olacaktır. Araca yapışıp kullanılmaz hale getirirler. Yanından yaya olarak geçmeniz halinde ise elektrik şoku veren bu cisimler, kolayca yok edilemezler. Ancak Manipulator yardımı ile farklı yerlere fırlatabilir ve kurtulabilirsiniz.

Man Hack: Çevrede uçan ve düşman kollayan bu birimler, isabetli bir kaç atışla ya da levyenin vuruşları ile kolayca alt edilebilir.

Combine APC: Combine lerin kullandığı enteresan biçimi ile dikkat çeken tank. Üzerine binip kullanabilmeniz olası.

Attack Helicopter: Dünyayı ele geçirmelerinin ardından insanların ürettiği helikopterlerden ilhan alaran Combine’lerin kullanmaya başladıkları geliştirilmiş helikopter. Bombalarla ve ağır makineli tüfeklerle yüklü olan bu araçlar, bize zor anlar yaşatacak.

Ichthyosaur: Half-Life 2’de suya girmekten korkmanız gerekecek. Çünkü ilk oyunda olduğu gibi denizin efendileri dev yaratıklar burada da kendilerini gösteriyorlar. Suyun altında çok hızlı yüzen Ichthyosaur’lar, bir iki ısırıkta bizi alt edebilirler.

Silahlar:

Crowbar: Dünyanın gelmiş geçmiş en iyi yakın dövüş silahı. İlk oyunun en karizmatik silahların olan levye yine görev başında. Zombilere karşı en güçlü silah olan levye, aynı zamanda sandıkları kırmakta da en büyük yardımcımız.

Stun Baton: City 17’nin müdavim askerleri olan Combine Metrocop’ların ellerinde sıkça gördüğümüz bu silahlarlar, tıpkı levye gibi yakın dövüşte kullanılıyor. Tek farkı ise ucunda elektrik şoku veren bölümlerinin olması.

USP Match: İnsanların en standart ateşli silahı. 9mm’lik bu tabanca 15 tane mermi alabiliyor. İnsan düşmanlara karşı rahatlıkla kullanılabilecek olan bu silah güçsüz olmalarından dolayı headcrab’lere karşı da kullanılabilir.

.357 Magnum: Güçük silahların devi. Görünüşünden çok daha fazla zarar verme gücüne sahip olan Magnum, 6 adet mermi alması ve yavaş doldurulması ek eksi yanı. İnsan askerleri tek vuruşta öldüreceğiniz gibi orta sınıf düşnmalara karşı da hatırı sayılır hasar yaratır.

H&K MP-7 PDW: Yarı otomatik makineli tüfeğimiz. Çoklu hedeflere karşı en çok kullanacağınız silahlardan olan MP-7, zoom yeteneğine ve bomba atabilme özelliğine de sahip.

XM-29 SABR OICW: Güçlü bir tüfekte aradığınız her özellik XM-29’de mevcut. 5.56mm’lik kurşunları ve 20 mm2lik bombaları ile düşmanda hatırı sayılır hasarlar bırakan bu silah, özellikle koruyucu giysileri olan düşmanlara karşı birebir.

SPAS-12: Sekiz mermi taşıyabilen pompalı tüfeğimiz. Police ve Özel güçlere karşı son derece etkili olan bu tüfek, ikincil atış modunda çift kurşun gönderme özelliğine sahip. Tek eksi yanı çift kurşun madunda uzak mesafede etkili olamamak. Ancak kısa mesafede son derece ölümcül.

Gauss Cannon: İlk oyunda prototip olarak karşılaştığımız Gauss Cannon artık sokaklarda kullanılmaya başlanmış. Şarj ünitesi nadir bulunan bu silah son derece güçlü hasar verme gücüne sahip. Enerji ışıması yapan bu silahın en dikkat edilmesi gereken özelliği fazla şarj ettirilmemesi.

Manipulator: Tam anlamıyla silah sayılamayan bu alet, objeleri hareket ettirmeye yarıyor. Yolda rastladığınız her hangi bir cismi yerinden kaldırabilir, farklı bir yere taşıyabilir ya da fırlatabilirsiniz. Yola bulduğunuz mayınları ortadan kaldırırken, düşmana fırlatmak da iyi bir fikir olabilir.

Incendiary Rifle: Olağanüstü güçte enerji saçan bu silah, oyunun sonlarına doğru elimize geçecek. E3 fuarlarında iki versiyonu gösterilen silahın biri ateş püskürtürken diğeri plasma yolluyordu.

HE Grenade: Standart el bombası. Pin’i çek, fırlat, patlamayı dinle ve uçuşan cesetleri izle. Yapmanız gereken; mesafeyi ve zamanlamayı iyi ayarlamak. Kısa bir süre sonra patlamasını fırsat bilip sizinde uzaklaşmanız iyi olur.

RPG: Bildiğimiz roketatar. Lazer göstergeli uzun menzilli ve ölümcül hasarlar bırakan roketatar. Hava ve kara araçlarına karşı en yakın dostunuz olacak bu silahı; ölmemekte ısrar eden her düşman ve birime karşı kullanabilirsiniz. Dikkat etmeniz gereken yakın mesafede sizin de zarar görebileceğiniz.

Alien Pheromones: Antlion yaratıklarına karşı bir yem olarak düşünebiliriz. Bu cismi üzerinizde taşıdığınızda; sizi onların komutanı olduğunuzu düşünürler. Elinizdeki topu nereye atarsanız oraya hücum ederler ve canlı cansız her nesneyi paramparça hale getirirler. Dikkat etmeniz gereken annelerinin yanında onları ölüme göndermemek. Çünkü anne yaratık çocuklarının ölmesinden hiç hoşlanmaz.

Exit mobile version