Homeworld 2

Televizyonda, 10 yıl kadar önceydi sanırım, şöyle bir dizi vardı; uzak bir galakside huzur içinde yaşayan barışçıl insanların oluşturduğu bir topluma, düşünebilen robotlardan oluşan ilkel ve savaşçı bir topluluk saldırıp, insanların evi durumundaki gezegeni yokediyordu. Daha sonra geride kalan insanlar devasa uzay gemilerinden oluşan bir filo inşa ediyor ve toplu bir soykırımdan kurtulmak için kaçıyorlardı. Bu arada savaş uzayın değişik köşelerinde sürüyordu. Tıpkı Homeworld’de olduğu gibi…

Aslında oyunun geçmişi taa 1999 yılına uzanıyor. O tarihte piyasaya sürülen oyunda düşman Vagyr’ler, sessiz sakin bir ırk olan Hiigaran’lara saldırıyor, oyunun sonunda Hiigaran’lar kazanıyor ancak gene de yurtlarını terk etmek zorunda kalıyorlardı. Uzun bir aradan sonra piyasa sürülen bu ikinci oyunda ise yine Hiigaran ırkını yönetiyoruz. Amacımız Vagyr-Hiigaran çekişmesine bir son vermek ve yakılıp yıkılan yurdumuzu geri almak. 

Her açıdan tamamen bir devam oyunu olduğunu bize hissettiren Homeworld 2, kendinden önce yapılan birçok devam oyunda olduğu gibi “yalnızca hikayeyi sürdürmek” için çıkartılmış bir yapım asla değil. Oyunun her köşesini nakış gibi işlenmiş ve sonunda elimizde harika bir gerçek zamanlı strateji geçmiş. Açıkçası nereden anlatmaya başlayacağımı bilmiyorum; sanırım oyunda beni en çok etkileyen taraf olan görsellikten mevzuya giriş yapayım.

Hatırlarsınız 1990’ların başında konusu uzay savaşı olan onlarca çizgi sinema izlerdik. Kapkaranlık boşlukta irili ufaklı onlarca gemi birbirine girer, patlama-çatlama gırla giderdi. İnsanın “yahu birader verin bana da bi lazer topu sıkayım düğün alayında sıkar gibi…” diyesi gelirdi. İşte Homeworld 2’de o savaşların aynısı yaşanıyor. Uzayda, sanki bir parça küflü ekmek üzerinde uçuşan, kavga eden sinekler gibi birbirine giren onlarca küçük avcı-bombardıman ekibi, bu arada kendi aralarında şenlik düzenleyen onlarca orta boy korvet, fırkateyn (frigate) türü gemiler ve devasa boyutları ile üzerinde taşıdıkları ölümcül silahlarıyla her uzay filosunun olmazsa olmazı destroyerler, battleship’ler… İzlemesine doyamayacağınız muhteşem bir ışık şovu gibi geçen savaşlar eminim ki birçok oyunseveri heyecanlandıracaktır. Üstelik istediğiniz kadar zoom yaparak savaşların içine dek girmeniz mümkün. Eğer böyle yaparsanız göreceksiniz ki her gemi, boyutu ne olursa olsun en ince ayrıntısına kadar çizilmiş. Yani adamlar almışlar konsept çizimleri hiçbir yerinde değişiklik yapmadan aynen oyuna katmışlar. Elbette bu kadar görselliğin bir bedeli olacak. Oyunun tüm grafiklerini açıp oynarsanız en azından 128 MB’lık bir GeForce4 Ti4200 ve Radeon 9500pro gibi bir karta ihtiyacınız olacak. Eh bu oyuna değer doğrusu.

Oynanış bakımından safkan bir gerçek zamanlı strateji özellikleri taşıyan Homeworld 2’ye alışmanız pek fazla uzun sürmez sanırım. Oyuna alışma devresinde yaşayacağınız en büyük problem harita üzerinde birimleri hareket ettirmek olacak. Çünkü haritalar XYZ koordinatlarında yapılmış ve eğer doğru açıdan bakmazsanız birimlerinizi gitmelerini istediğiniz yerin 100 km. üstüne veya altına yollamanız mümkün. Ancak birkaç bölümden sonra sorun kalmıyor. Aslında oyunun en zorlayıcı ve belki de sabırsız oyuncuları oyundan tiksindirecek kısmı zorluğu. Homeworld 2 bugüne kadar oynadığım en zor oyun diyebilirim. Bu zorluğun birkaç sebebi var. Birincisi oyunda mevcut olan kota sistemi. Yani her tür gemiden belirli miktarda yapabiliyoruz ki bence oyuncuyu zorlamak için konulan ve oynanabilirliği düşüren saçma bir kural bu, ilerleyen bölümlerde çok büyük sorun oluşturuyor. Örnek verecek olursak, oyunun sonlarındaki bir bölümde düşmanın 16 destroyer ve 4 battleship’ne karşın (bunlar oyundaki en güçlü gemiler) benim yalnızca 5 destroyer ve 2 battleship’e sahiptim (ki bu miktarlar oyunun izin verdiği maksimum sayıdır) ve tüm düşmanı yoketmem isteniyordu. Bu arada diğer ufak tefek onlarca düşman gemisini saymıyorum bile. Elbette bu durumda ne kadar nefret etsem de, “Yaşasın kötülük!” deyip akabinde hileyi harlamak gerekti. Ayrıca oyunda bir sürü üretim-araştırma seçeneği ve bir o kadar da sınırlı kaynaklar mevcut. Üstüne üstlük ürettiğiniz üniteler bir sonraki bölüme sizinle beraber geliyor. Bu da şöyle bir soruna yol açıyor; önceki bölüm öyle gerektirdiği için paso avcı üretiyorsunuz ve bu avcılarla sonraki bölüme geçtiğinizde bir bakıyorsunuz etraf fırkateyn dolu. Elbette avcılar fırkateynler için, koskoca bir ayıyı ısırmaya çalışan fare misali olduklarından gerekli gemiler üretilinceye kadar bölüm kaybediliyor, sinirden klavye kırılıyor, fare parçalanıyor vs. vs. Kısacası gereksiz derecede arttırılmış zorluk nedeniyle oynanabilirlik düşüyor…

Düşmanın yapay zekası ise oldukça iyi. Gerçi hikayenin yapısı gereği pek yaratıcı saldırılar yapmıyorlar ama filolarındaki önemli gemileri koruma, patlatılmaları çok zor olan carrier, battleship gibi yüksek sağlıklı birimler yerine daha zayıf korvet, fırkateyn gibi gemilere saldırmak veya ekip çalışması yaparak önce avcılarınızı yokedip akabinde geri kalan gemilere çullanmak gibi güzel işlere imza atabiliyorlar. Zeka pırıltıları daha çok skirmish savaşlarda kendisini belli ediyor. Mesela avcılar arası çatışmalar sırasında fırkateynlerin kaynak gemilerine hücum etmesi veya en korunaksız noktadan saldırmaları gibi… Sonuç olarak zeki bir düşmanla karşı karşıyayız diyebiliyoruz. 

Oyunun ses efektleri ve müzikleri de en az grafikleri kadar etkileyici. Patlama-çatlama, lazer sıkma, devasa gemilerin motor sesi, tamir sesleri kısacası tüm efektler çok şahane. Ama sanırım etkileneceğiniz en müthiş şeyler müzikler. Nasıl desem klasik müzik de var etnik-new age tarzı ortaya karışık şeyler de var. Müzikler cidden çok şahane, İnternette yakalarsanız mutlaka indirin (ve bana haber verin bakayım:)) Vallahi bu açıdan tam puan! (şampuan reklamı gibi oldu bir boynuma dolamaya fularım eksik…:)

Ooo lafın belini kırdık gene, mevzuyu bağlayalım. Tek bir şey söyleyeceğim eğer RTS’ye meraklıysanız Homeworld 2 mutlaka oynanmalı. Eğer aksiyon adamıysanız ve sağlam bir oyun arıyorsanız Homeworld 2 yine oynanmalı. Ancak çok sabırsız ve RTS’den nefret eder bir yapınız varsa o zaman söyleyeceğim tek bir şey var: çok şey kaçırıyorsunuz.

Exit mobile version