James Cameron’s Avatar: The Game

Yönetmenliğinin yanı sıra yapımcılık ve senaristlik de yapan James Cameron’un, Hollywood sinemasına damgasını vurmuş Titanic, Terminator ve Aliens gibi filmlerde imzası bulunuyor. Uzun süredir herhangi bir projede adını duyamadığımız ünlü yönetmen, Avatar ile beyaz perdeye geri döndü. Pandora adı verilen gezegende geçen macera, Na’vi prensesinin gezegende bulunan bir asker ile yaşadığı aşkı konu alıyor. Senaryodan çok fazla detay verip, sizleri filmden soğutmadan oyuna döneyim. James Cameron’s Avatar: The Game, bizleri filmdeki senaryonun iki yıl öncesine götürüyor.

Pandora’ya hoş geldiniz

Oyuna giriş yapmamızla birlikte, bizden karakter seçimi yapmamız isteniyor. Seçimimizi yaptıktan sonra kısa bir video izliyoruz ve Pandora’ya yeni gelmiş asker olarak yapıma başlıyoruz. TPS açısına sahip Avatar hafiften MMORPG havası veriyor. Konuştuğumuz kişilerden aldığımız görevlerde, bize söylenen bölgeleri yaratıkların istilasından kurtarıyoruz, yeni istasyonlar kuruyor ve diğer bir bölgede bulunan NPC ile konuşmamız gerekiyor. Bunların sonucunda Pandora’daki askerin kontrolünü elimize alıyoruz. Yerli halkın, bu durumdan memnun olmadığı anlaşılınca karakterimiz Na’vi olarak aralarına karışıyor.

“James Cameron’s Avatar: The Game’de farklı türde araçlar bulunuyor.”

Asker olarak ilerlediğimiz zamanlarda birden fazla silah kullanma seçeneğimiz var. Eğer cephanemiz azalırsa, çevredeki mini istasyonlardan ihtiyaçlarımızı karşılayabiliyoruz. Bunlarla birlikte harita üzerinden bir yerden bir yere daha çabuk gidebilmemizi sağlayan araçlar var. Arazi aracı, helikopter ve su üzerinde kullanabildiğimiz Hovercraft’ı örnek olarak gösterebilirim. Na’vi karakterini kontrol ettiğimiz zamanlarda, devasa gövdemizden dolayı bu araçları kullanamıyoruz. Na’vi olarak ilerlediğimiz zamanlarda, mermimizin bitmesi gibi bir sorunla karşılaşmıyoruz, çünkü sınırsız cephaneye sahibiz. Doğada bulunan bazı hayvanları da kontrol edebiliyoruz. İki karakterinde farklı özel güçleri bulunuyor. Örneğin askerken kısa bir süreliğine görünmez olabiliyoruz. Bu sayede sıcak çatışmaların arasından daha rahat kurtulabiliyoruz. Na’vi ise elektrik dalgaları yayarak, düşmanları etkisiz hale getirebiliyor.

Bunlar ne biçim yaratıklar böyle?

Yaptığımız görevler, öldürdüğümüz yaratıklar ve yok ettiğimiz bitkilerden puanlar elde ediyoruz. Bu puanlar kendimizi geliştirmemize ve farklı silahları kullanabilmemizi sağlıyor. Yaratıklar, silahlar ve araçlar konusunda detaylı bilgiler alabileceğimiz Pandorapedia diye bir bölüm bulunuyor.

Avatar’ın grafiklerinin çok başarılı olduğunu söylemem mümkün değil. Karakter modellemelerdeki basitlik ilk bakışta göze çarpıyor. Pandora Gezegeni ve çevre tasarımı ise biraz daha başarılı. Araç kullandığımız zamanlarda, yolun şekline göre değişen kamera açıları hoş olmuş. Yapay zeka konusunda Avatar pek başarılı değil. Araçları kullanırken askerlere çaptığınızda sert bir cisme çarpmışsınız hissi veriyor ve ses çıkıyor. Oyunun sesleri ise grafiklere göre daha iyi. Ana menüde, hararetli savaşlar esnasında çalan bir anda yükselen müzikler oldukça başarılı. Michelle Rodriguez, Stephan Lang, Sigourney Weaver ve Giovanni Ribisi gibi ünlü isimler, sesleri ile karakterlerimize hayat veriyorlar.

Pandora’da yaşamak zor

James Cameron’s Avatar’ın güzel ve zevkli oynanışa sahip multiplayer modu bulunuyor. Karşımıza gelen dünya üzerinde işaretlenmiş noktalar, bize oynayabileceğimiz seçenekleri sunuyor. Capture the Flag (Bayrak Kapma), Final Battle ve Team Deathmatch gibi seçenekler burada yer alıyor.

Son olarak; oynanış bakımından ve görsel olarak Lost Planet 2 adlı oyunu andırıyor olsa da; ülkemizde de gösterime giren filmin, iki yıl öncesini anlatması ve değişik bir tarzı bulunması nedeniyle oyunu denemenizi tavsiye edebilirim.

Exit mobile version