Klonoa: Door to Phantomile

Platform oyunları, bildiğiniz üzere, 1980’lerde 2 boyutlu veya 1990’larda 3 boyutlu olarak piyasada bulunuyordu. Geçmişle şimdiki zamanı birleştirmek isteyen Namco ise bu durumu gerçekleştirebileceğini anlayınca, Klonoa adlı bir seri üzerinde çalışmaya başladı. Klonoa, konsept olarak başta pek beğenilmese de, beklenmedik bir şekilde beni ve muhtemelen bu serinin hayranlarını ekrana kitlemeyi başardı. Bunun sırrını açıklamak da bana kalmış…

“Moon Kingdom bir efsane değil miydi ya?”

Klonoa’nın nasıl oynandığına veya zorluk derecesine geçmeden önce, basit ve kısa hikayesinden biraz bahsedeyim. Uzak diyarlardaki Wind Kingdom’da yaşayan, şirin mi şirin, Pac-man şapkalı kedimiz Klonoa, rüyasında yaşadığı krallığın yakınına düşen bir meteoru görür. Gördüğü kabus yetmezmiş gibi, uyanır uyanmaz aynı senaryoyu tekrar penceresinden izler. Tabii bu durum karşısında Klonoa endişelenir ve arkadaşı Huepow ile krater alanının yolunu boylar. Kaza yerine ulaştıklarında, kargaşanın nedeninin, Ghadius adlı kötü bir gücün, intikam amaçlı oyunlarının olduğu anlaşılır. Kötü planlarını gerçekleştirmesi için de Moon Kingdom’da bulunan Moon Pendant’ını çalması gerekir(Ghadius’un tasarımı, hakiki anlamda Klonoa’nın grafiksel tarzından daha çok, herhangi bir animeden fırlamış bir kötü karakter gibi görünüyor. Sesinden de baya anlaşılıyor zaten…). Pendant’ı bulamayan Ghadius Moon Kindgom’un Prenses’i Lephise’i kaçırır. Kısa bir bölüm sonu canavarı deneyiminden sonra Pendant’ı bulan Klonoa ve Huepow, bu esrarengiz Moon Kingdom’u araştırmak ve için rotalararını ormanda yaşayan Granny’e ayarlarlar. Ghadius’un beceriksiz  yardımcısı Joka ise, ilerleyen bölümlerde büyüleri ve yanında bulunduğu canavarlar ile canımızı bir hayli sıkacak.

“Farklı deneyimler her zaman eğlencelidir.”

Klonoa başta basit 2 boyutlu bir platform oyunu gibi görünebilir, fakat görünüş sizi aldırmasın. Alışılagelmiş platform yapımlarında daha çok düşmanın üzerine atlama ile düşmanı alt üst etme gibi bir yöntem uygulanırken, Klonoa’da bu durum biraz farklı. Klonoa’nın arkadaşı Huepow, güçlü hava özelliği ile düşmanlarını şişme balonlara çevirebiliyor (Digdug’a gönderme gibi- dur bi’ ya, ikisi de zaten Namco oyunu, elbette böyle bir şey yaparlar…), hatta çevirdiğimiz düşmanları zıplama aracı veya diğer düşmanlara karşı kullanabiliyoruz. Yani birazcık da olsa, oyunun içinde savaş mekanikleri de bulunuyor, fakat bu platform elementlerini örtmüyor ve halen bir platform oyunu içinde olduğunuzu unutmuyorsunuz. Tabii, sadece fırlatmak veya üzerinde zıplamak gibi özellikle sınırlı kalmıyor, aynı zamanda aklımızı kullanarak düşmanlarımızı, bulmaca çözmek için veya gizli odalara ulaşmak için kullanabiliyoruz.

Sadece düşmanlarla değil, aynı zamanda Klonoa’nın kendine ait birkaç özelliği de bulunuyor elbet. Karakter tasarımından da belli olduğu gibi şirin kahramanımızın kocaman kulakları var. Tabii onlar boş durmuyor, zıpladıktan sonra X tuşuna basılı tutarak havada birkaç saniye boyunca süzülebiliyorsunuz, bunu şişirdiğiniz düşmanlarıniz ile birleştirirseniz, yüksek platformlara ulaşmanız bir hayli kolay.

“Bir oyunun 2 boyutlu sprite ile dolu olması, onun kötü olduğunu göstermez.”

Klonoa, grafiksel anlamda şahane bir oyun gibi görünmeyebilir. 1997 senesinde, bütün firmalar 3 boyutlu oyunlarla serilerine devam ederken, Namco, daha küçük yaştaki oyuncularını sevindirmek için Klonoa’ya başvurmuş. Namco’nun beklentisi, bütün çocuk oyuncuları çekmekti, fakat, oyunun kolaylığı, şirin grafikler, harika atmosferleri ve mükemmel müzikleri ile büyük yaştaki oyuncuların da dikkatini çekmiş bulunmakta.

Kolay kolay oyunları bitirebilen birisi değilimdir, bayağı vaktimi de alır. Fakat Klonoa’da böyle bir durumla hiç karşılaşmadım. Her bölüm başlangıcı, “Acaba bu bölümde hangi bela beni bekliyor?” diye kendime sorarken, bölüm bitiminde “Aslında o kadar zor değilmiş.” derken buluyordum kendimi. Yeni bölümlerde karşılacağınız tek sorun, farklı düşman türleri olabilir. Hepsinin kendine ait bir zayıf noktası bulunuyor ve  onun dışında oynanışı değişen bir mekanik eklenmiyor, ki bu da oyunu sade kılıyor.

“Bölüm sonu canavarlarını alt etmek çocuk oyuncağına dönüştü.”

Yapımdaki ilerleme sistemi, bir normal bölüm ve ardından sonu canavarlı bölüm olarak devam ediyor. İlk Dünya 1-1 bölümünü bitirdiğinizde, hikayenin gidişatı ile alakalı kısa bir animasyon veren oyunda, 1-2 bölümünde zorlayıcı(?) bölüm sonu canavarı ile karşılaşıyoruz. Bahsettiğim gibi, Ghadius’un yardımcısı olan Joka’dan çıkan bu canavların kendine ait hassas noktaları var. Joka, tabii ki biraz saf olduğu için, kaçmadan önce arkadaşlarına nereden savunmalarını söylüyor. Bu da bizim cephemizde ipucu olarak kalıyor tabii ki.

İlk dört bölüm sonu canavarı, bir hayli kolay gelirken, Joka ile karşılaştığım an, oyunun zorlaştığını söyleyebilirim.  Belirli bir süre sonra kendimize ait zıplama ve fırlatma gibi özellikleri bölüm sonu cavarlarına karşın etkili şekilde kullanmanız gerek, yoksa çoğu denemede, garip yerlerden vurulma şansınız yüksek. Evet, sanırsam oyunla alakalı yaşadığım tek sorun bu olsa gerek. Karakterin hasar aldığı kutu bayağı bir geniş, üstüne üstün sadece altı kere hasar almasına izin veriliyor. Canı barını geliştirme konusunda yapılabilecek bir şey yok ve genelde etrafta bulunan kalp şeklindeki canlar sadece bir kalbin yarısını dolduruyor- sanki onun orada olması bir şey değiştirecekmiş gibi.  Can mekaniğini her ne kadar kafa karıştırıcı ve mantıklı olmasa da, bunun dışında oynanışı değiştirecek veya can sıkacak bir etken görmedim.

Klonoa: Door to Phantomile, serinin ilk oyunu olmasına rağmen, konuya aniden ve açıklamasız girdi. Fakat bunu pek sorun olarak görmedim. Yapım, yavaş yavaş ilerledikçe hikayenin nereye gittiğini, bir sonraki durağımızın ne olduğunu veya hain karakterin ileride ne planladığı apaçık belliydi. Oynanışa da bir hayli uyan konu, arkadaki efsanevi müzikler ve tüm yaştan bütün herkesin anlayabileceği bulmacalarla dolu bölümler sayesinde açıkça söylemeliyim, Klonoa hakikaten platform oyunları arasında benim için farklı bir deneyimdi.

Exit mobile version