Tıpkı diğer liseler gibi Leafmore Lisesi de, soğuk duvarları ve geçimsiz
öğretmenleri ile gençliklerinin baharındaki lise öğrencileri için sinir harbi
yaşadıkları kamu kuruluşlarının başında geliyordu. Dersler ve sınavlar bir
kenara dursun, en popüler kızları tavlamayı görev bilen sporcu delikanlıların
hayatını zindana çeviren sınav dönemi bu sene hiç olmadığı kadar çetin
geçecektir. Solgun ve bakımsız duvarları ile 17.yy’dan kalma görüntüsüne oldukça
sadık kalan Leafmore Lisesi’nin loş koridorlarında duyulan çığlık sesleri,
gelecek korku dolu anların ilk habercisi oldu. Kaybolan arkadaşlarını bulabilmek
için gözlerini karartan gençler; Kenny, Ashley, Stan ve Josh hiç bilmedikleri ve
hiçbir zamanda bilmek istemeyecekleri bir lanetin sır perdesini aralarken,
cehennem kaçkını yaratıklarla boğuşarak, hayatlarının en kötü gecesini
yaşayacaklar…
Kemerlerinizi bağlayın bir saatlik korku maceramız başlıyor.
“Korku oyunu” denilince aklınıza hangi isimler gelir? Resident Evil, Alone in
the Dark ve Silent Hill en başta sayılacak olanlardandır herhalde. Bu oyunların
birbirinden ayrılan çok keskin yanları olmasına rağmen aslında temelde hep aynı
sistem benimsenir. Silah edin, yaratıkları öldür, iri olanlardan kaç, bir iki
bulmaca çöz, oyunu bitir. Bu teknik hem oyun yapımcıları hem de oyuncular
tarafından yıllardır o kadar benimsenmiştir ki; oyun yapanlar kısa sürede
benzerlerini peş peşe piyasaya sürerler, oyuncular ise karbon kağıdına konmuş
kadar benzer yapıdaki bulmacaları kısa sürede çözer, oyunu yiyip bitirir,
yenilerini beklemeye koyulurlar. İyi ve kaliteli bir senaryo ile birleşmedikten
sonra piyasada asla yer bulamayacak olan bu tarzın, Resident Evil ve Silent
Hill’in tekelinde olduğu su götürmez bir gerçektir. Yeni çıkacak ve piyasada söz
sahibi olacak olan oyunun mutlaka devrimsel nitelikte bir yenilik sunması
gerekir ki bu iki büyük devi altedebilsin.
Bu kadar laf kalabalığının ardından bahsi geçecek olan oyunumuza dönelim;
Obscure. Başlangıçta kısaca değindiğim gibi; okullarında kapana kısılan ve kayıp
olan arkadaşlarını aramaya koyulan bir grup gencin, yaratıklara ve lanetli
okullarına karşı verdikleri mücadeleyi anlatan bir korku oyunu. Abileri RE ve SH
gibi kaliteli bir senaryoya sahip olmasa da birden fazla karakter kullanabilme
özelliği ile türüne biraz yenilik katan oyun, başlangıçtaki filmvari bir
anlatılışın ardından tek düze ilerleyen ve birbirini tekrarlayan aksiyon
sahneleri ile akılda kalıcı önemli dakikalar sunmuyor. Karakteri arkasından
takip eden kamera açısı ile Silent Hill’e, aniden ortaya fırlayan yaratıkları
ile Resident Evil’a benzeyen oyun, aynı anda birden fazla karakter kullanmamıza
imkân tanıyarak, The Thing oyununu anımsatıyor.
Kankim olmadan asla!
Kontrol edebileceğimiz beş arkadaşımızdan ve yapabileceklerimizden biraz
bahsedelim. Oyuna başladığımız anda kendimizi üç genci kontrol edebilir halde
buluyoruz. Ancak yol boyunca bunlardan sadece ikisini ilerletebiliyoruz. Şöyle
ki; kontrol altına aldığımız esas karakterimizin haricinde bir tanede yanımızda
dolaştırdığımız, bize yardım eden ve istediğimiz anda kontrolümüze
geçirebileceğimiz bir yardımcımız oluyor. Diğer karakterler ise bıraktığımız
odada (yani buluşma noktasında) bizi bekliyorlar. Yanımızda bizimle birlikte
gelen arkadaşımız odada düşman gördü mü; ateş ediyor, yaratıklar tarafından
yakalanırsak bize yardım ediyor. Elbette aynı şeyleri bizim de yapmamız
gerekiyor. Aksi taktirde arkadaşımız ölürse, yaratıklarla tek başımıza mücadele
etmek zorunda kalıyoruz. Bahsi geçen dört karakter içinden hangilerini kontrol
etmek istediğimizi ise özelliklerine göre belirliyoruz. Josh; odada
kullanılabilecek bir cisim kalıp kalmadığını hissedebiliyor, Stan kilitli
kapıları kolayca açabiliyor, Shannon oyunun gidişatı ile ilgili ipuçları
veriyor, Ashley silahı ile seri atışlar yapabiliyor ve son olarak Kenny hızlı
koşabiliyor. Oyunu oynayış tarzımıza göre bu karakterleden ikisini seçip
ilerliyoruz. Eğer kontrol alındaki karakterlerimizden biri ölürse oyun sona
ermiyor, buluşma noktasına gidip diğer arkadaşımızı yanımıza alabiliyoruz.
Düşmanlarımız karanlık seven, ışık gördü mü, bir anda ölüveren garip yaratıklar.
Dolayısıyla en büyük silahımız kurşunlar değil ışık oluyor. Girdiğimiz odalarda
mutlaka pencereleri kırmalı, içeriye ışık sızmasını sağladıktan sonra tüm
yaratıkların kızarmasını beklemeliyiz. Ancak gece olduğunda pencere kırmamız
bize yardımcı olmuyor, tek çaremiz çalışan ışıkları yakmak oluyor. Silahlar ise
çevrede bolca bulunuyor. Pistol Shotgun ve Magnum silahlarımızın başında
geliyor. Beyzbol sopası ya da demir çubuk ise cam pencere kırmamız için ideal.
Işık, düşmanlarımızın tek korkusu. Ortamlar hep karanlık olduğundan bulduğumuz
her el fenerini silahımıza bağlamamız gerekiyor. Sağ trigger ile silahı
doğrulttuğumuz düşmanımıza ateş etmek yerine sol trigger’a basarsak daha fazla
ışık verip gücünün gitmesini sağlıyoruz. Elbette ateş etmeyi de ihmal etmiyoruz
ancak hem ışık verip hemde ateş edersek yaratıkları daha kolay öldürebiliyoruz.
Hava karanlık, çevre sessiz…
Karanlığın alabildiğine hakim olduğu Obscure oyununda grafikler şaheser
yaratmıyor. Çevre dokuları ve karakterlerler pek detaylı değil. Işık ve gölge
oyunları grafiklerin tek artısı olsa da videolar dahi “vay be” dedirtmiyor.
Seslendirmeler gayet sıradan, müzikler ise kimi zaman ritmik kimi zaman ise
orkestral tarzda. Ancak ilk defa bir korku-macera oyununda, cisimler ile bu
kadar etkileşime girdiğime şahit oldum. Tıpkı havoc motorunda olduğu gibi oyunda
karşılaşacağınız her sandalye, temizlik arabası, kutu ve koli çarptığımızda
devriliyor, yuvarlanıyor. Bunlar oyundaki bulmacalara veya savaşlara yardımcı
olmasa da görsel açıdan zenginlik kazandırdığı ortada.
Sonuç olarak, vasat bir korku oyunu tablosu çizen Obscure, oldukça banal bir
senaryo ve toplamda bir saatlik oyun süresi ile sıradanlık kelimesini hak
ediyor. Çok karakter kullanmak oyunun tek artısı olsa da fazlasıyla tek düze
olan ilerleyişi ve çok nadir bulunan bulmacaları sıkıcı bir oyun sunuyor. Sadece
ve sadece korku oyunu meraklılarına, her çıkan oyunu oynamalıyım diyen oyun
çılgınlarına tavsiye edebileceğim Obscure için bir şey daha söyleyeyim; Silent
Hill’i bir kez daha bitirin daha iyi…