Rain World daha ilk dakikadan ne kadar karamsar ve acımasız bir dünyaya sahip olduğunu bizlere gösteriyor. Oyunun açılış videosundan sonra kocaman bir dünyada yalnız başımıza kalıyoruz. Kedi ve sümüklü böcek karışımı olduğu için Slugcat olarak adlandırılan bir karakteri yönettiğimiz oyunda, kısa sürede oyunun dinamiklerine alışmaya başlıyorsunuz. Bu dinamikleri bize aktaran ve oyun alanında beliren yardımcı diyebileceğimiz bir karaktere de sahibiz. Bu karakter oyunun ilk aşamasında kontrol şeması ve ilerleyiş hakkında bilgi verirken ilerleyen aşamalarda ise geçemediğimiz ya da fazla oylandığımız bölgelerde bize ipuçları sunuyor.
Oyuna geçmeden önce ana karakterimiz üzerine birkaç şey söylemek istiyorum çünkü oyunun en güzel taraflarından birisini Slugcat oluşturuyor. Son derece naif görüntüsü ile birlikte atik bir yapıya sahip olan karakterimiz bulunduğu pozisyona göre yaptığı hareketler ile şirin bir görünüm sergilemiş. Oyuna yeniden başladığınızda mışıl mışıl uyuyan, uç bir noktaya geldiğinde parmak ucunda dikkatlice süzülen bu karakterimizin animasyonları da oldukça başarılı bir şekilde tasarlanmış.
Rain World görsel anlamda iddialı bir oyun değil, bunu baştan belirtmem gerekiyor. Buna rağmen kendi içerisinde son derece tutarlı bir yapıya sahip. Piksel yöntemi ile oluşturulan ve yakından baktığınızda bile piksel karelerini sayabildiğiniz oyunun dünyasına, arka plandaki mekanlar ile derinlik kazandırılmış. Genel itibari ile karanlık tonlamaları kullanan oyunda Slugcat beyaz tüyleri ile parlarken oyun alanında karşılaştığımız düşmanlar ise oyuna renk katan yegane tonlamaları oluşturmuş.
Düşmanlardan bahsetmişken olayı birazcık daha açalım. İlk etapta yılan, kertenkele benzeri düşmanlar ile karşılaştığımız Rain World dünyasında ilerleyen aşamalarda uçan düşmanlara, kırkayaklara karşı da mücadele vermeniz gerekiyor. Sizi kısa sürede etkisiz hale getiren bu düşmanlar dışında oyun alanında canınızı tehlikeye atan bazı tuzaklar ve bitkiler de mevcut. Nomalde oyunda sık sık tırmandığınız objelere benzeyip, sizi anında yuvasına çeken canlılar da mevcut. O nedenle oyunda sürekli bir tetikte kalma durumu söz konusu. Boş alanlarda bile birden bire canınız pahasına kaçtığınız ya da dikkat kesilmeniz gereken anlar ile karşılaşabiliyorsunuz. Üstelik karşılaştığınız düşmanlar farklı türlere sahip. Yılan, kertenkele benzeri yaratıklar kafalarındaki renge göre farklı özellikler sergiliyor. Kimi düz bir şekilde ilerleyebilirken kimisi ise objelere tırmanıyor ve size ulaşmak için elinden geleni yapıyorlar.
Oyundaki bu düşman yapısı serbest bir şekilde karşınıza çıkıyor. yani aynı bölgeye tekrar gittiğinizde aynı düşmanlar ile karşılaşmıyorsunuz. Sizin gibi düşmanlarınız da sürekli haritada dolaşıyor ve adeta ekolojik sistemdeki yerlerini alıyorlar.
Ufak böcekleri tek lokmada mideye indiren ana karakterimizin zıplama dışında bazı özellikleri de var. Az önce de söylediğim gibi oyun alanındaki objelere tırmanmak hayatta kalabilmeniz ve tehlikelerden uzaklaşabilmeniz için hayati önem taşıyor. Bunun dışında yerde bulduğunuz taş ya da mızrak benzeri objeleri de alıp rakiplerinize fırlatabiliyorsunuz. Bu gibi öğeler heyecan ve hayatta kalma kısmını da yukarıda tutmuş. tabi platform öğeleri zenginleştikçe karakterimizin yapabildikleri de değişiklik gösteriyor.
Tüm bu unsurlar dışında oyuna ismini veren öğeye gelelim; Yağmur. Sürekli puslu bir görünüme sahip olan oyunda belli aralıklar ile sağanak yağmur yağmaya başlıyor. Bu yağmur yağdığında eğer dışardaysanız minik bir kedi ne kadar hayatta kalabilirse siz de o kadar kalabiliyorsunuz. Yağmur şiddetini arttırdığında ise adeta göz gözü görmüyor ve kısa sürede “Game Over” ekranı ile karşılaşıyorsunuz. Yağmur yağmaya başladığında hızlı bir şekilde ilerlemeli sığınağınıza geri dönerek uykuya dalmalısınız.
İşte oyunun belli bölgelerinde ulaştığınız ve checkpoint görevi de gören bu sığınaklar, Rain World’un harita sistemini de öne çıkarmış. Basit bir şekilde özetlemek gerekirse Rain World’u dinamik olarak Dark Souls’a benzetecek olursak bu sığınaklar kesinlikle Bonfire noktaları olurdu. Metroidvania sistemini kullanan harita yapısında bu sığınakları bulmak ve oyuna kaldığınız yerden devam etmekte oldukça önemli. Çünkü sık sık ölüyorsunuz ve çok fazla ilerleyemeden bu ölümler sıklaşınca oyunun keyfi de sinir katsayısı ile birlikte yükseliyor.
İşte oyunun en büyük dezavantajı da burada kendini göstermiş. En ufak hatanızda tekrar tekrar oynamanız gereken bölümler, zaten oyun geneline baktığımızda aynı olduğu için sizi kısa bir süre sonra sıkmaya başlıyor. Birkaç deneme sonrası aslında oyuna o kadar tahamülünüz olmadığını düşünmeye başlıyorsunuz. Oyunun ana dinamiği olan günü bitirmek ve daha çok yer keşfedip sığınağa dönme olayı belli bir süre sonra çok fazla tekrara bindiği için oyunun o büyülü yapısını da alıp götürüyor.
Toparlamak gerekirse Rain World ilk etapta oldukça ilginç gelen ama tekrara düşen dinamikler altında ezilen bir oyun olmuş. Ori gibi akıcı olmadığı için ve Metroidvania dünyası yeniliklere sahip olmadığı için sıkıcı bir hal alabiliyor. Ama oyunu açıp, belli bir süre oynadıktan sonra ara verdiğinizde biraz daha keyif almaya başlıyorsunuz. Kısacası 2D platform ve piksel tarzı oyunları seviyorsanız Rain World’e göz atabilirsiniz.