…tanrım, bu baş ağrısından ölebilirim. Sanki her şey üstüme geliyor,
avuçlarına almış tüm kemiklerimi sıkıştırıyor. Kafatasım mengene içine alınmış
gibi. Bu kadar acıya daha ne kadar dayanabilirim? Derinden başka hisler de
kaplıyor içimi. Sanki, sanki bir şeyler içimde harekete geçiyor. Haykırmak
istiyorum, ama bu lanet olasıca odada ne beni duyan var, ne yardıma gelen.
Ellerim ve bacaklarım yatağa kilitlenmiş. Ben suçlu muyum? Belki de öyleyimdir,
hiçbir şey hatırlamıyorum ki. Acaba yüzüm nasıl görünüyor? Her yerimin sargı da
olduğunu hissediyorum, ama dokunamamak daha da kötü. İşte yine başlıyor.
İçimdeki o kötü his harekete geçti.
Bu kilitleri nasıl açtım ben? Tanrım, bana neler oluyor? Camda yansıyan; yara
bere içindeki adam, ben miyim? Bana neler oldu böyle?!. Kimse yok mu?..
What happened to me? And who… Who am I?
Oyun piyasası yaratıcı olmayı gerektiren bir sektör olsa da, çok satanları
taklit etmenin ya da daha iyimser bir ifade ile; beğenilen türlerde ürünler
sunmanın, sıkça görüldüğü bir piyasa. Yeni bir tür çığır açmışsa, mutlaka benzer
oyunları yapılır. Bahsi geçen “tür” tabiri caiz ise tam anlamıyla tüketilene
kadar aynı oyunlar arka arkaya raflarda yerini alır. Son dönemde ise hafızasını
kaybetmiş ve olağanüstü güçlerle donanmış olduğundan habersiz pek çok karakteri
yönettik. (Psi-ops, Breakdown vs…) Şahsen, eskilerin efsane adventure oyunu
‘Sanitarium’dan bu yana, hafızasını kaybetme konusu hiç inandırıcı gelmemişti.
Ta ki Second Sight ile karşılaşıncaya kadar. İlk defa bir oyunun açılış
demosunda izlediğim; ‘Ben kimim?’ sendromu beni bu kadar etkiledi. Peki neydi bu
sendromun ayrıntıları? Buyurun…
Second Sight, psikolojik roman tadında ilerleyen senaryoya sahip, aksiyon
adventure oyunu. Birbirini tamamlayan iki hikaye arasında gidip gelmeleri sık
sık yaşıyoruz. İlk izlediğimiz demoda, ameliyata alınmak üzere hastane
koridorunda (hastane olduğu meçhul) ilerleyen birinin gözünden olayları
izliyoruz. Çok ağır yaralı olduğumuzdan, hatta halâ hayatta olmamızın mucize
olduğundan bahsedilirken, uyuşturucu ile bayıltılıyoruz. Uyandığımızda yaralı
halimizi görüp gözlerimize inanamıyoruz, ancak asıl sürprizi kazandığımız üstün
yetenekleri fark ettiğimizde yaşıyoruz. Hastaneden çıkmak için verdiğimiz
mücadele oyunun alıştırma bölümünü teşkil ederken, araya giren bir video ile 6
ay öncesine gidiyoruz. Gerçek kimliğimizin; Gordon Freeman benzeri bir tipe
sahip olan, John Vattic isimli doktor olduğunu anlıyoruz. Sibirya’ya
düzenlenecek olan gizli operasyonun bir parçası olacağımızı ve doktor olsak da
temel askeri eğitimlerden geçmemiz gerektiğini öğreniyor, oyunun alıştırma
bölümünü tamamlıyoruz. Traning bölümünü tamamlamamızla sargılar içindeki
halimize geri dönmemiz bir oluyor. Yani iki hikayenin birleşeceği noktaya kadar
sürekli gidip gelmeler yaşayarak, atmosferi üst düzeyde olan oyunu ve senaryonun
eksik olan parçalarını tamamlıyoruz.
Her oyundan bir parça alıp, yama yapmak yeterli mi?
Second Sight, ana karakterimizin oyun boyunca yaşadığı hatırlama sendromlarının
aynısını bizlere de yaşatıyor. Yol boyunca yaptığımız her hareket sonucunda ya
da gördüğümüz mekânların ardından “Ben bunu daha evvel görmüştüm” düşüncesini
yerleştiriyor zihinlerimize. Sargılı adamımız, “Sanitarium”daki ana karaktere,
normal haldeki adamımız ise; Half-Life’taki Gordon Freeman’a fazlasıyla
benziyor. Oynanış ise daha evvel Psi-Ops oynamışsanız; aynısının tıpkısı
denilebilir. Çünkü doğaüstü güçlerimizin hepsi; Psi-Ops’ta kullandığımız
güçlerin aynısı. Telekinesis ile cisimleri hareket ettirebilir, heal gücümüz ile
manamızı sağlık puanına çevirebiliriz. Enerji topu oluşturup karşımızda düşman
ya da nesne olarak ne varsa uzağa fırlatabiliriz. Silahları konuşturduğumuz
bölümlere geldiğimizde; duvarlara yaslanarak yürüme, sipere yatma gibi
hareketler ve duvar arkasından nişan alma sistemi, James Bond: Everything or
Nothing’deki sisteme oldukça benzediğini fark ediyoruz. Sol trigger ile nişan
alıp, sağ trigger ile ateş ederken, istersek sağ analog kolla ateş etme
noktamızı seçebiliyor, düşlmanımızı can alıcı noktalarından vurabiliyoruz. Son
olarak oyunun gizlilik unsurlarını da içerdiğini düşünürsek bu kısmlarında
Splinter Cell’deki sisteme benzediğinizi görebiliriz. Ayrıca oyun içinde
görünmemeye çok dikkat etmemiz gerektiğinden arasıra dolap veya havalandırma
delikleri gibi yerlere saklanabiliyor, aralıklardan dışarıyı kontrol edip
tehlike geçince ya da düşan arkasını dönünce hemen sıvışıyoruz. Peki bu hangi
oyunu hatırlatıyor? Metal Gear Solid desem!
Bahsedilen bu kadar benzerlikten sonra, Second Sight’ın kendine has
yenilikleri yok mu? Hem de o kadar çok var ki! Oyunun neredeyse tamamı
ayrıntılarla dolu. Özellikle kapıları açmak şifreleri almak ve daha pek çok şey
için kullandığımız bilgisayarlarla girdiğimiz etkileşim mükemmel denecek
kalitede yapılmış. Her hangi bir bilgisayarı kullanmaya başladığımızda ekranda
fare ikonu aktifleşiyor ve ekrandaki dosyaları kullanmamız gerekiyor. Gerekli
klasörleri açtığımızda içindeki dosyaları videoları ve resimleri karıştırmamız
hem oyun için gerekli olan şifreleri ya da gizli bilgileri almamıza yarıyor hem
de senaryoda aklımıza takılan eksik parçaları yerine otrutmamıza yarıyor.
Bilgisayarlar üzerinden çevredeki kapalı kapıların kilitlerini açabiliyor,
gerekli şifreleri alabiliyoruz. Kapı şifrelerini aldığımız da ise ezberlememiz
ya da bir yere not etmemiz gerekmiyor, çünkü şifreyi bir kere öğrendik mi,
kullanmamız gereken yerde karakterimiz otomatik olarak kullanıyor. Güvenlik
kameralarına da bilgisayar üzerinden ulaşıyoruz ama asıl güzel olan kameraları
zoom yapabiliyor gördüğümüz küçük kıpırtıların nelere ait olduğunu
öğrenebiliyoruz. En güzel ayrıntı ise bilgisayarları kullanırken bir süre işlem
yapmazsak otomatik olarak ekran koruyucu devreye giriyor. Belki çok küçük bir
ayrıntı ama insan böyle minik ayrıntılarla karşılaşınca mutlu oluyor.
Ah şu kamera açıları!
İlk sahneden itibaren kendini belli eden karikatürize karakter modellemeleri
oyuna faklı bir hava katmış. Grafikler, ne gerçekçi ne de çizgi film havasında
olsun istenmiş. Kısacası kendine has bir görünüm oluşmuş. Karşılaşacağınız tüm
renkler mat ve pastel tonlarda seçilmiş. Bence mükemmel gözüküyorlar. Karakter
animasyonları ise tıpkı John’un hafızası gibi gidip gelmeler yaşıyor.
Karakterimiz koşması haricinde yaptığı tüm hareketleri gayet gerçekçi uyguluyor
ama arasıra saçmaladığı da oluyor. Kaplamalar gayet hoş, görüntüde ise hiçbir
zaman yavaşlama olmuyor. Güzel adapte edilmiş. Seslendirmeler gayet güzel
yapılmış ve oyun boyunca eşlik eden orkestral müzikler de hikayeye ayrı bir hava
katıyor. Tabi arada saçma seslerle karşılaşmıyor da değiliz. Örneğin,
ellerimizle tutunup ilerlediğimiz yerlerde, adım atma gibi sesler çıkınca
şaşırmamak elde değil. Neyse ki oyunun genelinde böyle bir şey söz konusu değil.
Konsol oyunlarını oynarken alıştığım, ama yazarken söylemekten bıktığım bir şey
varsa o da; kamera sorunu. Daha şöyle adamakıllı kamera sorununa çözüm bulmuş
bir oyun göremedim. Second Sight’ı yapanlar ya da test edenler defalarca gündeme
getirmiş olacaklar ki oyunun iki adet kamera sistemi var. Birincisi; her
platform oyununda alıştığımız sağ analog kolla sürekli düzeltme istediğimiz yöne
çevirme modu ve her zaman olduğu gibi zorlayıcı. İkinci mod ise; dahiyane bir
fikir olarak düşünmüşlerdir sanırım ama dahilikle saçmalık çizgisi üzerinde
gidip gelmişler sanırım. Çünkü ikinci mod olan sabit kamera modu tamamiyle
fiyasko. Tıpkı Resident Evil veya Metal Gear Solid’in bazı böümlerinde olduğu
gibi kamera sabit bir yerde duruyor ama hiç kullanışlı değil. Düşmanımı
görmedikten sonra, karakterimi iyi yönetebilmemin bana ne yararı olabilir ki?
Sabit kamera modunun tek işe yarar olduğu nokta ise siper alarak ve kimseye
görünmeden gitmemiz gereken bölümler. Neticede, iki kamera sistemi olmasına
rağmen ve kontrollerin gayet kolay olmasına rağmen hiçbir zaman tam hakim
olamadığımız görüntüler oyunun zorluk seviyesini arttıran sebepler.
Denemekte fayda var.
Mükemmel oyunu, iyi bir oyundan ayıran en önemli özellik ayrıntılardır. Second
Sight’da bolca bulunan bu ayrıntılar, güzel hikaye ile birleşip, oyunu zirveye
ulaştırmak için büyük çaba gösterse de, kamera hataları ve daha evvel pek çok
oyunda gördüğümüz özelliklerin tekarar edilmesinin yarattığı banallık, notunu
biraz daha yukarı çekebilmek için yeterli olamıyor. (“Çoğu zaman ‘Psi-Ops 2’
oynadığımı düşündüğüm anlar oldu” desem; yeterlidir sanırım) Alınmayı, oynanmayı
ve bitirilmeyi sonuna kadar hak eden bir oyun var karşınızda. Kamera açıları
sabır, hikayeyi anlamak ise; oyunu tamamlamayı gerektiriyor. Sonuç mu? Bence es
geçmeyin.