Shadowgrounds

Zamanında “Avrupa, Avrupa duy sesimizi” diye sloganlarla sokakları inletirken
şimdi Avrupa aynı şeyi Amerika için söylüyor: “Bu gelen Avrupa’nın ayak
sesleri”… … … …Oyun bağlamında elbette. Bu sene ile birlikte artık Avrupalı
yapımcılardan da sağlam yapımlar çıkmaya başladı. Gerçi bundan önceki ve ondan
evvelki senelerde de sesleri çıkmıyor değildi; ama Shadowgrounds, gerçekten de
Amerikalıları ürkütecek düzeyde bir yaklaşım. Eminim çoğunuz en azından bir
şekilde de olsa Preyground diye bir şeyler duymuştur. İşte; o Preyground, bu
Preyground. Bir süre önce Finlandiyalı firma Frozenbyte oyunun ismini
değiştirerek Shadowgrounds olarak kesinleştirmişti ve o günden itibaren
beklentileri yüksek tutarak gelişinin sinyallerini veriyordu. E geldi bile…

Aslında Shadowgrounds da o bildik klişe uzay konulu oyunlardan biri gibi duruyor
ekran görüntülerine bakıldığında veya konusu okunduğunda. Ve evet, onu ne
silahları, ne de aksiyonu konusunda farklı kılan bir yanı yok. Alıştığınız
silahlarla, alıştığınız karanlık koridorlarla dolu mekânlarda, alıştığınız
müziklerle, alıştığınız basit görevleri ve alıştığınız şekilde yaratık tepeleyip
ilerliyorsunuz; bunun yanı sıra oyunun Jüpiter’de geçiyor oluşu da her şeye
klişelik üzerine klişelik ekliyor. Fakat anlamak mümkün değil ki bunun
içerisinde nasıl bir büyü var da tüm bu sıkıntı dolu rutinlikler böylesi güzel
bir biçimde harmanlanarak oyuna aktarılmış, dibe vurması gereken bütün
özellikler yedi kat tepede yer alıyor? Yılın sürpriz oyunlarından birisine hazır
olun; Shadowgrounds sizi anlayamayacağınız bir biçimde kendine hapsedip tutsak
ediyor.

Playground

Dilerseniz bu enteresan oyuna klişe konusu ile başlayalım. 2030’lu yıllarda uzay
araştırmaları Dünya’nın gündemindeki en önemli konu başlıklarından biri durumuna
geliyor ve bu konuda Dünya sürekli uzay çalışmaları geliştiriyor. NASA ve
Uluslararası Uzay Araştırma Birliği (ISEU)’nin bu konuda uğraş göstermesindeki
amaç ise uzayda insan yaşamı için uygun gezegenin varlığını araştırmak.
2030’larda başlayan bu uğraşın neticesinde füzyon destekli uzay gemileri
oluşturuluyor ve bu gemilerden biri olan Protoplastus insansız bir şekilde
varabildiği yere kadar gidip araştırmalar yaparak insan yaşamına uygun yerler
olup olmamasını araştırması için Dünya’dan uğurlanıyor. En nihayetindeyse 2050
yıllarında Jüpiter’in uydusu Ganymede insan yaşamı için uygun koşulları içeren
bir yer olarak Dünya’ya bildiriliyor ve burada kurulacak bir yaşam alanı ile
birlikte yeni bir insan kolonisinin burada da oluşturulması amaçlanıyor.
2070’lerde ise insanlar için bu gezegen üzerinde bir koloni sistemi
oluşturuluyor ve çeşitli yapılar dikilerek normal bir insan yaşam alanı
oluşturuluyor; isim olarak da “Yeni Atlantis” deniyor. 2100 yılına doğru
buradaki insan nüfusu 8000’e kadar ulaştırılıyor. Ve işte tam da bu sırada
Ganymede üzerinde yaşayan diğer yaratıklar baş göstermeye başlıyorlar, oyunumuza
konu olan kısmında da insanlara saldırarak onların sonunu getirmeye
çalışıyorlar. E biz de bunun olmaması için çalışıyoruz.

Oyundaki kahramanımız Wesley Tyler, Ganymede’de bulunan bir teknisyen. Günlük
işleri ile meşgulken birdenbire kendini ucube yaratıklarla mücadele ederken
buluyor ve tabii ki biz de. Ona yaratıkları temizlemesinde yardım etmeliyiz. Bu
sırada kullanabileceğimiz çok sayıda silah ve etkileşimli cisimler oyun
dünyasının her yanına dağılmış vaziyette, oyunu da kaba ve adi tabirle Doom’un
tepe açısından oynananı diye size tanımlayabilirim. Kamera açımız karakteri tam
merkeze almasa da neredeyse ortalıyor ve fareyi hareket ettirmemizle karakterin
etrafında 360 derece dönebiliyoruz. Tür olarak TPS denilebilecek kamera açımızla
birlikte oyun boyunca kontrolümüzdeki Wesley Tyler ile yaratıkları öldürerek
ilerliyor ve onların köklerini kazımaya çalışıyoruz.Preyground

Gördüğünüz ve okuduğunuz gibi klasik bir uzay konulu oyunla karşı karşıyayız.
Hikâyemizi bu kadar uzun uzadıya anlattığıma bakmayın, oyun esnasında bunun reel
manada aksiyona etki ettiği herhangi bir kısım yok; yalnızca ölü bilim
adamlarının PDA’larını ve bilgisayarlardaki yazıları okuyarak Yeni Atlantis’in
ve Ganymede’nin geçmişi hakkında bilgiler elde edebiliyoruz. Oyunun gerçekten de
Doom ile büyük benzerlikler içerdiği nokta işte burada kendini bir kez daha
ortaya çıkarıyor; kilitli bazı kapılar ve ilerleyişimiz konusunda bazı detayları
bu PDA’lardan ve bilgisayarlardan öğrenmemiz mümkün. Fakat Shadowgrounds’u
sadece “Doom’un tepeden görünüşü” diye açıklayıp bitirmek de ona haksızlık olur.
Oyunumuz piyasaya çıktığı tarih itibariyle Finlandiya ve Almanya’da birçok
yerden oldukça beğeni dolu yorumlar ve eleştiriler aldı; bu sayede kendini
gösterme imkânı buldu.

Shadowgrounds’un içerdiği kamera açısı onu tipik bir TPS’den çok, tipik bir
platform oyununa yaklaştırmış. Sahip olduğumuz silahlarla önümüze çıkan yaratığı
öldürerek bizden istenen görevleri yerine getirmemiz üzerine kurulu bir oyun
Shadowgrounds. Mekânlar dolu dolu ve etrafımızda sürekli bir olay cereyan
ediyor. Yalnız başımıza bir görev içerisinde olduğumuz anlarda da, bir ekip ile
birlikte çarpıştığımızda da olayların meydana gelişi karşısında kendimizi
sürekli bir bütünün parçası olarak hissediyoruz. Aldığımız görevler ise bir
yerdeki yaralı bilim adamını kurtarmak, bir gruba refakatçilik etmek, saldırı
durumundaki bir yere yardım etmek veya bozuk bir vericiyi tamir etmek tarzında.
Bunları gerçekleştirirken kullandığımız silahlar ise yine diğer birçok oyundan
alıştığımız silahlar. Teknoloji ilerlese ve insanoğlu arşa erip Jüpiter’e de
varsa kullandığımız silahlar değişmiyor anlaşılan: Pistol, Shotgun, Makineli
Tüfek ve Roketatar 22. milenyumu devirmeye hazırlandığımız tarihlerde de bizimle
beraber. Buna ilaveten güçlü başka silahlarımız da var. Oyunun sonlarına doğru
elde ettiğimiz iki önemli silahtan biri olan Railgun, bildik Sniper’ın yaptığı
işi üstlenmiş; Electric Gun ise destansı hareketiyle birlikte onlarca hilkat
garibesini öte tarafa göndermeye yetiyor. Alev silahı ve Lazer de diğer önemli
güçlerimizden.

Silahların asıl önem kazandığı nokta ise onları güçlendirebiliyor oluşumuz.
Yaratıkları öldürdükçe ortaya çıkan yüksek sarı haleli çemberleri topladıkça
oyunun arabirimini kullanarak bu silahlarımızın gücüne güç ekleme imkânımız var.
Her ne kadar bu upgrade’lerin tamamına orijinal isimler verilmiş olsa da
verdikleri tepkilerin tamamına yakınının aynı işe yaradığından söz edilebilir.
Her silaha ait 3 upgrade bulunuyor ve bunların biri şarjördeki mermi sayısını
artırırken, diğeri iki kat güçlenmesine neden olabiliyor. Bunların oyuna
yansımasını ise hissedilir derecede görüyorsunuz (e 30 mermi taşırken 60 mermiye
çıkınca ister istemez fark edilir be Erdem!). Oyun sırasında size faydası
dokunmayacağını düşündüğünüz pistol’e bile büyük bir gereksinim duyuyorsunuz.
Özellikle gezegen yüzeyine ayak bastığınız bölümlerde hemen her taraftan
çıkıveren örümceklere karşı bunu kullanmalısınız, en azından mermisinin hiç
bitmeyişini ve upgrade’lerinin fazla puan istemiyor oluşunu bu bakımdan bir
avantaja dönüştürebilirsiniz.

Shadowland

Shadowgrounds’un TPS’den ayrılıp bir platform oyununa yaklaştığı noktada sadece
kamera açısı yer almıyor. Oyunda bölüm başına değişen ölme haklarınız bulunuyor,
bütün haklarınızı bitirdiğinizde bölüme en baştan başlamak zorunda kalıyorsunuz.
Buna uygun olarak şöyle yorumlarda bulunulabilir ki oyunda yer alan bölümler
oldukça uzun, bölümler fazlasıyla zor ve düşmanlar da oldukça dişli. Açık
yüreklilikle şunu söyleyebilirim ki; evet, bu saydıklarımın hepsi gerçekten de
dediğim gibi. Oyunun beş farklı zorluk düzeyinden birini seçtiğinizde ona göre
değişen ölme hakkınız var. Ayrıca her ne kadar bu bir konsol oyunu olmasa da
checkpoint hesabıyla save edebilme şansı da oyunu bir miktar daha zorlaştırıyor.
Checkpoint olayının en kötü yanı olana aynı bölümü oynamaktan sıkılmak gibi bir
derdiniz ise sanmıyorum ki Shadowgrounds’da olsun; zira her bölüm boyunca
muhteşem müzikler, grafikler ve atmosfer ile türlü zevkleri aynı anda
alabiliyorsunuz. Eğer benim gibi kadar deliyseniz bu zevki alırsınız; yoksa aynı
bölümü öldüğü için tekrar oynayan birine karanlık koridorların pek hoş
göründüğünü hiç sanmıyorum.İşte geldik oyunu sesleri ve grafikleriyle anlatmaya. Herhangi bir oyun
incelemesinde genellikle en sona bıraktığım ve pek de anlatmayı beceremediğimi
düşündüğüm bir kısımdır ses ve grafik bölümü ki Shadowgrounds’da nedense
özellikle bu kısmı sizlerle paylaşmayı çok istiyorum. Shadowgrounds’un
grafikleri harika. Oyun boyunca ilerlerken bunu en iyi şekilde yakanızdaki fener
aracılığıyla görebiliyorsunuz. Işık etraftaki cisimlerden hangisiyle etkileşime
girse arka tarafında buna uygun derecede çok yumuşak, gerçek zamanlı ve uygun
gölgeler oluşturuyor. Oyun alanının tamamı karanlık olduğu için bir anınızı
fenersiz geçiremiyorsunuz ve sırf gölgelerle değil, fenerin görüntüsüyle de bu
çok hoş tamamlanmış. Yaratıkların gölgeleri hareketlerine uygun olarak
yaratılıyor ve ambiyansa göre bunun duruşu da değişebiliyor. Farklı yerlerden
gelen ışıklarla birlikte hepsinin aynı anda oluşturulması ise bilgisayarı bir
miktar zorlasa da tadından yenmeyecek derecede güzel görüntüler oluşturabiliyor.
Sahip olduğunuz sistemin özellikleri el veriyorsa bütün grafik ayarlarını
maksimuma getirebildiğinizde oluşacak görüntüler gerçekten de insanı hayran
bırakacak derecede hoş. Gezegen yüzeyine çıktığınız sırada etraftaki toz bulutu
ve bazı bölümlerde yağan yağmurun görüntüsü de atmosferi pozitif yönde etkilemiş
diyebiliriz.

Onun yanı sıra su ve kan efektlerinden de bahsetmek lazım. Suyun görünüşü de
oyuna muhteşem yansıtılmış. Her ne kadar pek fazla etkileşime giremediğimiz bir
öğe olsa da, seyir zevki açısından bunun da yapımcılar tarafından hoş bir
şekilde oyuna aktarıldığından bahsedilebilir. Kan ise bir yaratığı vurduğunuzda
duvarlara sıçrıyor veya yerde oluştuğunda gerçekmişçesine bir görünü arz ediyor.
Hele kalabalık çarpışmalarda kan gövdeyi götürürken etrafa yayılan, farklı
desenlere bürünen her bir damla kan, bir süre sonra ekranı görüp de olanlardan
haberi olmayan birine burada neler yaşanmış olabileceği izlenimini vermekte üst
düzey bir başarıya sahip. Seslerde de oldukça iyi bir iş çıkartmış yapımcı
Frozenbyte. Özellikle müzikler için anlaşılan Fin müzisyen Ari Pulkkinen’in
yaptığı müzikler oyunun tamamında sizinle birlikte ve gerek aksiyon sırasında,
gerekse de sakin bir anda çevrede yankılanan müzikler tek kelimeyle enfes.
Demoscene’lere de müzik hazırlayan Pulkkinen, bundan önce free birkaç oyuna
yaptığı müziklerle de dikkat çekmişti ve asıl patlayışını Shadowgrounds’da
gösteriyor diyebiliriz. Gerçekten de kaliteli ve sert rock müzikler oyunun
atmosferine büyük etki etmiş. Onun dışında, silahlara ve yaratıklara ait
seslerin de yeterli olduğundan bahsedilebilir.

Shadowgrounds

Shadowgrounds beni son zamanlarda etkileyen sayılı oyunlardan birisi oldu.
Özellikle Avrupa’lı yapımcılardan gelmesi ile ilk planda dikkatimi çekmişti;
fakat oynadıkça büyüsüne kapıldığımı ve beğendiğimi dile getirmem lazım.
Yalnızca canavarların yapay zekalarının yeterli olmadığından ve kamera açısının
ilk başta garipsenebileceğini belirtebilirim. Konusu ve her şeyiyle oldukça
sıradan bir uzay konulu oyun olması ihtimaline karşın çok sağlam bir yapımla
karşımıza çıktı Frozenbyte ve dikkate değer çalışmalarına böylelikle başlamış
oldular. Önümüzdeki sene için de çeşitli planlarının olduğunu internet
sitelerinde dile getiriyorlar; ayrıca Shadowgrounds’a ait internet sitesinde
oyuna ait müziklerin de indirilebilir halde yer aldığını belirtmek de isterim.
Müzikleri, atmosferi ve grafikleriyle yılın en sürpriz oyunlarından biri olarak
Shadowgrounds’u kesinlikle edinip oynamanızı öneririm. Klişe bir malzemenin
doğru ellerde nasıl güzel yoğrulduğunu görmüş olursunuz.

Exit mobile version