Syberia, bundan iki yıl önce, yoğun adventure açlığı çektiğimiz dönemlerde gelip, masalsı atmosferi, farklı hikayesi ile gönlümüzde taht kurmuştu. Ancak oyunu bitiren herkesin tadı damağında kalmıştı ve ikinci oyunun yapılması kesinlikle sürpriz sayılamazdı. İlk oyunu oynamayanlar için kısaca anlatmak gerekirse; Kate Walker isimli Amerikalı bayan, bir avukat canlandırıyordu ve robot üretimi yapan bir fabrikanın satışı ile ilgili imza almak için Fransa’ya farklı bir yolculuk yapıyorduk. Hikaye ilerledikçe işler sarpa sarıyor, imza almamız gereken kişinin kayıp olduğunu öğreniyor ve tüm oyun boyunca onu bulmaya çalışıyorduk. Buraya kadar her şey gayet sıradan gözükse de, oyun boyunca bulunduğumuz köyler sıradan yerler değildi. Alplerin eteklerindeki bu medeniyetten uzak köyde, insanların kendilerine özgü mekanik sistemleri vardı ve etraf kurmalı aletlerle dolu idi. Dolayısıyla bir adventure oyununun olmazsa olmazı, yani bulmacaları, bu sayede türünün benzerlerinden epey farklı oluyordu.
Bu kez gerçekten Syberia’ya gidiyoruz.
Oyunun bu ikinci bölümü ise ilk oyunun bittiği noktadan devam ediyor. İlk oyunda aradığımız, Hans Voralberg ve robotu Oscar ile birlikte, varlığına Hans’dan başka kimsenin varlığına inanmadığı gizemli adaya doğru son sürat yol alıyoruz. Maalesef yolculuk ilerledikçe Hans ilerlemiş yaşı nedeniyle hastalanıyor. Yaşlı Hans’ın ölmeden evvelki son isteğini yerine getirebilmek için kariyerimizi ve Amerika’daki yaşantımızı bir kenara atıp yolculuğa devam ediyoruz.
Oyunun hikayesi kısaca böyle ancak tahmin edeceğiniz gibi birçok insanla tanışıp, bir sürü olaya karışarak yolculuğumuzu tamamlamaya çalışıyoruz. Tıpkı ilk oyunda olduğu gibi bu oyunda da birçok mekanik aletler ve çözülmesi gereken bulmacalar bizleri bekliyor. İlki kadar yoğun olmasa da yine o mekanik şaheserleri her ekranda görmeye devam ediyoruz.
Elbetteki en çok dikkati çeken ufak ayrıntılar. İlk oyunda kullandığımız cep telefonumuz bu oyunda da yanımızda. Gerçi oyun boyunca bir iki defa gerçekten kullanmak zorunda kalıyoruz ancak onun dışında ara sıra patronumuzdan ya da bir an evvel geri dönmemizi öğütleyen annemizden gelen telefonlar, oyuna çok güzel bir atmosfer katıyor. Ayrıca dahi yol arkadaşımız Hans hastalanmadan evvel akıllıca bir iş yapıp, telefonla robotumuz Oscar’a iletişim kurmamızı sağlayacak bir devre yapıyor. Böylece bazen trenimize uzak bulunduğumuz mekanlarda Oscar ile telefonla konuşup ipuçları alabiliyoruz. Son olarak ileriki bölümlerde karşılaşacağımız ve bir daha yanımızdan ayırmayacağımız hiperaktif (!) köpeğimiz Youki ise oyuna sevimli bir hava katıyor.
Karların ve buzların arasında yolculuk…
Oyunda sık sık gördüğümüz ara demolar gerçekten çok kaliteli. Genellikle önemli bir bulmacayı çözdükten ya da yeni bir mekana girdikten sonra çıkan bu ara demolar hem görsellik bakımından oyuna artı puan ekliyor, hem de hikayenin bütünlüğünü sağlamada önemli rol oynuyor. Bulmacalara ise değinirsek, son iki bulmaca haricindeki diğer tüm bulmacalar oldukça basit. Hatta kimi bulmacaları çözmek için gidip ipucu toplamaya gerek kalmadan, deneme yanılma yöntemiyle bile çözebiliyoruz. Ancak oyun ilerledikçe haliyle bulmacalarda biraz daha karmaşıklaştığından, ipucu olmadan bulma ihtimalimiz giderek imkansıza doğru uzanıyor. Bulmacaların her biri kesinlikle dahiyane fikirlerle dolu. Genelde hepsi gerçek hayatta yapılabilmesi mümkün olan sistemlerden kurulu. Bu sayede çözümü bulurken hayal gücünüzü değil, mantığınızı kullanmanız yerinde oluyor.
Oyunumuz görsel açıdan tam şaheser. Tamamı iki boyutlu arka planlardan oluşan haritalarda ve mekanlarda geziyoruz. Oyun boyunca karşılaştığımız her manzara, insanın dalıp gitmesine yetecek güzellikte. Hatta kimi manzaraları alıp masaüstünüze duvar kağıdı yapmak bile isteyebilirsiniz. Kısacası oyunun çizimleri çok başarılı. Bu başarıyı karakterler için söylemek pek mümkün değil. Şöyle ki; oyunun tamamı iki boyutlu haritalardan ve üç boyutlu karakterlerden oluştuğu için, kimi yerlerde karakterler oldukça sırıtıyor. Hatta bu yüzden kolay kolay bulamamanız gereken bazı objeler ‘ben buradayım’ diye bağırırcasına size bakıyor. Bunun dışında oyuna görsel açıdan eksi olarak söyleyebileceğimiz hiç bir şey yok.
Oyunun seslendirmeleri ve müzikleri aynen ilk oyunda olduğu gibi son derece başarılı. Özellikle baş karakterlerimiz; Kate, Hans ve Oscar’ın seslendirmeleri çok başarılı. Kate ile Oscar’ın birbirleriyle olan diyalogları yüzünüzde tebessüm yaratacak cinsten. Müzikler ise gerçekten çok kaliteli ve oyunun yapımı sırasında verilen ciddiyeti sembolize ediyor. Oynanabilirlik açısından oyun olabildiğince rahat. Sadece mouse ile klavyeye hiç dokunmadan oyunu başlayıp bitirebiliyorsunuz. İsterseniz ayarlardan klavye modu’na da geçebiliyorsunuz.
Adventure sevenler kesinlikle kaçırmamalı!
Kaliteli bir adventure arıyorsanız ya da ilk Syberia‘yı oynayıp beğendiyseniz, zaten şu anda bu oyunu bilgisayarınıza kurmuş
oynuyorsunuzdur. Syberia ile önceden bir tanışıklığınız yoksa, bunu mutlaka alın ama ilk oyunu da almayı ihmal etmeyin. Bu mükemmel maceradan mahrum kalmayın.