Aylardan bir gün, periyodik olarak takip ettiğim oyun sitesinde bir haber
çıktı: “Fallout ve Interplay’in efsane adamı Brian Fargo’dan beklenen oyun, The
Bard’s Tale! Yakında…” ve ben cümlenin sonunu getiremeden bayılmışım. Bir RPG
sever için harika bir haberdi bu. Interplay’den mutlu ayrılmayan Brain Usta,
kendine inXile adında yeni bir firma kurmuş ve efsane niteliği taşıyacak bir
oyun arayışına girmişti. 80’lerin ortasını kasıp kavuran the Bard’s Tale’i
gözüne kestiren Fargo, en sonunda yeni firmasıyla ilk meyvesini verdi ve işte
karşımızda: THE BARD’S TALE!
Öncelikle Bard nedir, kimdir, bunlarla başlayalım. Bard, oyunun ana
kahramanıdır. Aslında ona kahraman demek tam anlamıyla yanlış; çünkü Bard ilk
önce -BEN- diyen biridir. Kendisi bir adaya düşse yanına ilk olarak kadın, içki
ve çalgı aleti olan harpı isteyecek kadar kahramandır(!). Diyar diyar, han han
gezmek onun işidir. Hanlarda tanıştığı kadınlarla flört etmek, güzel bir yemek
yemek ve temiz yataklarda sarhoş uyumak tam olarak Bard’ı tarif eder. Fark
ettiğiniz gibi bu sefer ki canlandırdığımız karakter biraz(!) değişik. İşte
Fargo’nun da yapmak istediği tam olarak bu. Yıllardır aynı klişelerden bir an
olsun uzaklaşmak, onları alaya almak. Ve işe yarattığı karakterle başlamış Fargo.
Bard dünyayı kurtarmakla yükümlü biri değil ya da bir şehri yakıp yutan
ejderhayı yenmek hiç mi hiç onun işi değil. Çünkü o “Seçilmiş Kişi” asla değil.
Peki Bard’ın görevi ne? Bir prenses var ve kendisi kötü bir büyücü tarafından
bir kuleye hapsedilmiş. Görüldüğü gibi çok klişe, ama Bard, bir prenses bile
olsa, iyilik yapacak biri değil. Peki niye ve ne karşılığında bu uzun maceraya
çıkmıştır kendisi? Bu sorunun cevabını oyunda siz görün ve kahkahalara boğulun.
Bir Bard, bir Bard’a, gel beraber, bir barda, bir bardak…
Bard’s Tale her yönüyle farklı bir RPG. Oyunun ilk amacı sizi eğlendirmek.
Olmadığınız bir dünyaya ciddi bir şekilde değil de sırıtarak gitmek, çok güzel
bir düşünce. Zaten örnekleri de yok. Bard’ın her cümlesinde biraz alay, biraz
espri bulunmakta. Örneğin, size bir yaşlı adam eğer üçgen tuşuna basarsanız
zıplayacağınızı söylüyor. Normalde bu bir tutorial gibi bir şey ve üçgen tuşuna
basar geçersiniz. Ama bizim aklımıza son gelen şeyi Bard ilk söylüyor ” Sen
neden bahsediyorsun? Üçgen tuşu da ne?” şeklinde adama manyak muamelesi yapıyor.
Bu bir hikaye olduğundan, birde hikayeyi anlatan amcamız var arka planda. Bard
ile kendisi arasında da çok sıcak diyaloglar geçmekte. Mesela Bard ufacık fareyi
bir vuruşta öldürdükten sonra “Görev, tamam!” deyip anlatıcıda “Herkes Bard’ı
selamlıyor…” şeklinde olayı destansı hale getirip Bard’a gaz verebiliyor.
Bazen de Bard durup dururken anlatıcıya “bana akıl verme” şeklinde hitaplarda
bulunabiliyor. Hele oyunun menülerinde gezerken anlatıcının arada sırada şarkı
söylemesi, uykuya dalıp saçmalaması yok mu, ilk duyduğumda yerlerde yuvarlandım.
Günümüzde RPG oyunlarından en çok beklenen özellik kaliteli ve sorunsuz
grafiklerdir. Bard’s Tale’de eski bir grafik motoru olan Snowblind’ı kullanıyor.
Daha önce Baldur Gate: Dark Alliance ya da Champions of Norrath oynayanlara
grafikler tanıdık gelecek. Çevre model ve dizaynları, bir RGP’de olması
gerektiği gibi. Oyun İskoçya’nın Orkney Adası’ndaki efsanelerden esinlenerek
yapıldığından, mekanlar İskoçya’yı anımsatabiliyor. Tarımcılıkla uğraşan
insanlar, yemlerini yiyen tavuklar, öküzler, hanlar, Vikingler, Fransızlar,
zindanlar, soylu hanımlar, devler, ölüler, domuzlar ve bunun gibi bir çok RPG’de
bulunan klişeler, aynen Bard’ ın hikayesinde de var ve çok iyi gözüküyorlar.
Oyunda fazla sinematik yok ve animasyonlar da estetikten uzak biraz. Karakter
modelleri ise detaylı. Bard tam bir çapkın olduğundan özellikle bayan karakter
çizimlerine çok uğraşmışlar (BÜYÜK uğraşmışlar da diyebiliriz).
Hemen hemen tüm RPG’ler aynı diyalog sistemini kullanır. Herhangi biriyle
konuşmaya başladığınızda alt alta bir çok diyalog satırları çıkar. Sizde onları
okur(eğer İngilizce biliyorsanız) ve size göre en uygun olanı seçer, doğru sözü
bulmaya çalışırsınız. Bunu oyun boyunca yaptığımızı düşünürsek, yorulmamak elde
değil. İşte Bard’s Tale bu kuralları değiştiriyor. Söz sırası size geldiğinde
ekranın üstünde bir olumlu bir de olumsuz sözleri temsilen iki maske çıkıyor ve
birini seçiyorsunuz. Bard, olumlu seçenekte daha kibar, daha esprili, yumuşak
tonda konuşan, muhabbeti alttan alan bir kişilik sergilerken diğer seçenek tam
tersi. Herkes genelde iyi olmayı tercih eder çünkü halk iyileri sever ve bir çok
envanter almanın kolay yolu iyi olmaktır. Bu kural Bad’s Tale’ de de var ama
yeri gelince sert konuşmalı, taviz vermemeli ve ciddi olmalısınız. Yani ikinci
seçeneği de bazen kullanmalısınız. Bunu yaparken de dikkatli olmalısınız çünkü
oyunun başlarında birine laf sokmuşsanız, o kişi sizi oyunun sonlarında bulup
üstünüze düşman yollayabiliyor. Bir nevi yapacağınız seçim oyundaki gidişâtı
değiştirebiliyor. Bu çok iyi bir sistem olmasına rağmen randımanını tam
alamıyorsunuz. Birine karşı doğru olan seçeneği sunmamışsanız, oyun size ikinci
bir fırsatı sunabiliyor. Zaten iki şık olduğuna göre anlamsız bir diyaloga
girmişsiniz demektir. Bu konuda daha hassas olsalardı, daha heyecanlı, daha
derin bir rol yapma oyunu bizlere sunulmuş olacaktı. Artık gelecek sefere
diyelim.
Kontrolsüz Bard…
Bard’s Tale’in kontrol yapısı BG’ten çok farklı değil. Gamepadin ön yüzündeki
tuşlar: zıplama, atak, blok gibi tuşlar. Yan tuşlara geldiğimizde, açıkça
söyleyeyim, ben pek rahat bulmadım. L1-2 yakın dövüş ataklarınızı, R1’de büyü,
parti elemanlarınızı çıkarma şeklinde düzenlenmiş. Tuşlara alışmam benim biraz
zamanımı aldı. Bir çok düşman üstünüze geldiğinde hem atakta/blokta bulunup hem
de partinizi çıkarmak oldukça karmaşık. Çünkü R1’e bastığınızda hangi parti
elemanınızı çıkaracağınızı ön yüzdeki tuşlardan birine basarak
gerçekleştiriyorsunuz ve bu yüzden geçişler oldukça sıkıcı. Bir diğer oyuna
yakışmayan nokta ise, parti grubunuzdan bir yaratığı çıkarana kadar oyun
durmuyor ama siz savunmasız kalıyorsunuz. 10 saniye kadar düşmandan sadece
kaçmanız lazım. Aynı şey, yaratığınızı ölmeden geri almakta da yaşanıyor. Bu
sahneleri defalarca yaşamak da hiç hoş değil. O an ki aksiyonun hiçbir tadı
kalmıyor.
Level atlamanın yolu da, yetenek puanınızı artırmaktan geçiyor. Dövüşerek ya da
birilerine yardım ederek (mesela kadının kocasına selam iletmek gibi) bu yetenek
puanlarınızı arttırabiliyorsunuz. Her level atladığınızda (normal modda) 2 puan
alıyorsunuz. Bu puanı zeka, karizma, güç… gibi diğer RGP’lerden alışkın
olduğumuz özelliklere ekleyerek maceramıza devam ediyoruz. İlerledikçe de,
değişik savaş stilleri öğrenebiliyoruz ama bunların çoğu oyuna büyük bir etki
etmemekte. Aslında en etkili özelliğinizi oyunun başında seçiyorsunuz.
Bard’ın orjinal bir yanı da, harp çalarak yardımcılarınızı çağırabilmesi. Oyun
bu yardımcılar olmadan inanılmaz zor; hatta imkansız derecede. Toplamları 16
tane olan bu elemanlardan bazıları: yıldırım saçan örümcek, şövalye, tuzakları
sizin için bulan yaratık, tüm partiye enerji veren prenses…gibi. Bu
yardımcıların güçlerini arttırmak içinde Tunes(Ezgi) adı altındaki yerlere,
etraftan bulacağınız notaları koymak gerekiyor (toplam çalgı aletiniz ise oyun
boyunca 10 adet). Bu oldukça hoşuma gitti çünkü hem orijinal hem de yarattığınız
parça bazen şaşırtıcı derecede güzel olabiliyor.
Bard’s Tale, çok gariptir, inventory sistemi içermiyor. Etraftan topladığınız
itemler, ilaçlar, anahtarlar, armorlar vs. şeylerin hiçbirini yanınızda
bulundurmuyorsunuz. Bu bana göre harika bir olay; çünkü onca ıvır zıvırı bulup
bir satıcı aramak, hangisi daha iyi hangisi daha ucuz arayışına girmek kısacası
fuzûli zaman harcamanın önüne geçmiş bu sistem. Ben değil de bir başkası, belki
item toplama, alma/satma sisteminden hoşlanıyor olabilir. O zaman Bard’s Tale
sizin için hayal kırıklığı diyebilirim. Bu sistem sayesinde hangi silah daha
iyi, hangisi daha kötü derdi de bitiyor. Otomatik olarak hangi silahınız daha
iyi ise onu giyiniyorsunuz. Eğer daha kötüyse de ya da öylesine bir item ise,
otomatik olarak satılarak paraya çevriliyor. E buna da hayal kırıklığı diyemem
ya!
Başka bir bahara Bard!
En sona da sesleri bıraktım. RPG oyunlarında sıkça karşılaştığımız seslendirme
eksikliği asla bu oyunda yok hatta en iyi seslendirme başarısı Bard’ı
seslendiren Cary Elwes’in diyebiliriz. Müthiş derecede bir iş çıkarmış kendisi.
Aynı şekilde anlatıcıyı da Tony Jay seslendirmiş. Sadece bu ikili değil,
herkesin seslendirmesi harika olmuş. Daha önce birçok oyun ve filmde çalışmış
kişileri kullanmışlar. Müzikler çok sesli. Flüt, harp, ut gibi mekana uyumlu
parçalar Tommy Tallarico stüdyolarında kaydedilmiş. Orası nerde diye sormayın,
bende bilmiyorum!
Bard’s Tale, standart bir oyuncuya en fazla 20 küsür saat dayanabilecek bir
uzunlukta. Tekrar oynamanız için de pek bir neden yok. 3 alternatif son dışında
her hangi bir ekstra bölüm sunulmamış. Sadece, ilk bitirişinizde seçmediğiniz
seçeneği seçip, olan biteni izlemek için son bir kez daha denenebilir. Bard’s
Tale, savaş sırasındaki dinamizm eksikliğinden ve kontrollerdeki
hantallıklarından dolayı yılın en iyi RPG’si olmayı elinden kaçırmış. Bu
sorunlar giderilir, üstüne daha iyi grafik ve animasyonlu ikinci bir oyun
gelirlerse, ki kesin gelir, klasik olmamaları için hiçbir neden yok. Ama yine de
bu oyundan oldukça keyif alacağınızı tekrardan belirteyim. Tabii İngilizce hiç
bilmiyorsanız da zorlamaya deymez. Bard’sız bir hayat, oyunsuz bir hayata
benzer. Sıkıcı ve fazlasıyla gerçek!