Bir kelle avcısının puslu macerası

Zone bölgesinin radyasyon kokan topraklarından, radyoaktif sularından, puslu ve ucu nereye çıkar bilmediğim patikalarından geçiyorum. Her adımımda yeni bir kaos, yeni bir kabus ve en önemlisi yeni düşmanlar beni bekliyor. Beklesinler. Ben buradayım ve hazırlıklıyım…


Fırtınalı bir gece, eski bir kamyonun kasasında hızla karanlığı yararak ilerliyorum. Birden bir yıldırım düştü önümüze, ardından büyük bir patlama ve sonra sessizlik. Korkunç bir kabus olmasını isterdim yaşananların; ama görünen o ki kabus yeni başlıyor. Üstelik canlı olarak.


Baygın bir halde bir yer altı sığınağına getirildiğimi, beni getiren adam ile onunla konuşan adamın sözlerini anlamaya çalışıyorum; ama her şey çok bulanık. Ayrıca karşımdaki adamın büyük bir iştahla lezzetli bir tavuğu yediğini sisli gözlerimle az çok görebiliyor, burnuma gelen nefis kokusu ile ne kadar aç olduğumu bir kez daha hatırlıyordum. Uyanıp kendime geldiğimde pek bir şey hatırlamıyordum. Boşluktaydım, bir hiçtim sanki. PDA’mda bir görev ve bir isim var: STRELOK’U bul ve öldür. Peki bu görevi kimden aldım? Ben kimim?


Onu nerede bulacağım?

Küçük bir odanın içerisindeyim ve arkamda kapalı bir kapı, karşımda ise biraz önce gördüğüm adam duruyordu. Adama yöneldim. Bazı sorular sorarak cevaplar aramak istedim. Bana yardım edebileceğini; ancak bunun için de benim ona birkaç konuda yardım etmemi istiyordu ve bana: “MARKET ONE” diye hitap etti. PDA’ma tekrar bakınca bu ismi orda da görmüştüm. Demek ki adım buydu. Tanıdığı birçok kişi olduğunu, onlarla irtibata geçerek ve bazen de ben onlara yardım ederek birçok faaliyette bulunacağımı söylüyordu. Bunun karşılığında hem o hem de diğer arkadaşları tarafından, silah, yiyecek ve ekipmanlar gibi şeylere sahip olacağımı ve Strelok’u bulmam için yardım edeceğini söyledi tekrar.


Peki neydi bu görevler diye sordum. Aldığım cevap aslında hem çok acımasız hem de yaşamak için önemli bir konuydu. Yaşanan büyük nükleer felaketten sonra şuan bulunduğumuz onlarca kilometrelik alan yaşama veda etmişti. İnsanlar, ağaçlar, hayvanlar hatta su bile neredeyse yok olmuşlardı. Radyoaktif bulut tüm bölgeyi çerçevelediği gibi kendinden başka birinin de burada yaşamasına izin vermiyordu. Yaşayan az bir kesim vardı tabi; ama oldukça büyük zorluklarla. Diğer bir yaşamaya çalışan grup ise felakete yenik düşmüş ve mutasyona uğramış insanlar ve hayvanlar olarak hayatta kalmaya çalışıyorlardı.


Tabi buna yaşamak denirse. Öğrendiklerim gerçekten inanılmaz derecede korkunç şeylerdi. Bunları zaten biliyordum; ama hafızamdaki silinmiş bazı sayfalar beni zor durumda bırakıyordu. Amacımız da az çok ortaya çıkıyordu. Bu felaketten sonra arda kalan değerli eşya, malzeme, silah ve para gibi unsurlara sahip olmak, bunun için savaşmak, savaşırken de sadece insanlara karşı değil, en başta yok olmuş doğa ve mutasyona uğramış yaratıklara karşı da mücadele vermek gerekiyordu.


Bu diyaloglardan sonra bana bir yer tarif etti ve tanıdığı dostunda bahsetti. Ona gidersem ilk olarak bana kendimi savunmam için silah ve ekipman vereceğini söyledi ve arkamdaki kapı yılların verdiği eskilikle gıcırdayarak sonuna kadar açıldı. Yer altından çıkma vakti gelmişti artık. Merdivenlerden teker teker çıkarken hiçbir şey düşünmüyordum. Ta ki karşıma çıkan manzarayı görene kadar.Boğuk, kasvetli bir hava ve çürümüş otlar, kurumuş ağaçlar, su yerine çukurları dolduran radyoaktif sızıntılar. Karşı tepeden hatta daha da uzaktan gelen çığlıklar… İşte karşıda hemen yolun kenarında ölü bir adam yatıyor, çevresini mutasyona uğramış yabandomuzları sarmış sanırım. Uzak olduğu için pek iyi göremiyorum; ama iyi ki de uzak. Savunmasız bir halde beni görmeleri hiç iyi olmazdı. Ayrıca şuan bir yemekle meşguller zaten. Karınları doyacakları için kısa süre de olsa yeni bir av için saldırıya geçmeyecekler; ama çevredeki tek tehlikeli yaratıklar bunlar mı? Hiç sanmıyorum. Buraya neler olmuş böyle? Hayat yok olmuş; ama acı kalıntıları ve bilinmeyen tehlikeleri olduğu gibi bekliyorlar. İşte orman kanunu şimdi başlıyor. Güçlülerin zayıfları ezdiği, güçlünün hayatta kaldığı ve zayıfın yok olduğu ve yaşamak için öldürmenin amaç edinildiği bir yer; ama şuan gördüğüm kadarıyla çevredeki orman anlamına en uygun kalan son şeyler oksijen yerine radyasyon saçıyorlar. Arada bir duyduğum karga ve kedi sesler, demek ki hala yaşamak için mücadele eden başka canlıların da olduğunu gösteriyordu. Benim de bunlardan biri olmam gerekiyor. En azından amaçlarımı gerçekleştirene kadar.


Yaklaşık yarım saat boyunca yürüdüğüm yollarda ki manzara aynıydı. İnanılmaz bir yalnızlık hissi. Bunun yanında yaşama arzusunun da inanılmaz derecede yok olduğunu anlıyor insan ve diyor: “Keşke böyle olmasaydı.” Keşke değil mi? Hayatımızda maalesef o kadar keşke var ki; ama nedense bunlar hep bir şeyleri kaybettiğimiz, yok ettiğimiz zaman kullandığımız çaresizliğin kelimeleri. Önümdeki patikayı aşınca karşıda çitlerle çevrilmiş küçük bir kasaba misali alan gördüm. Hava kararmaya, yağmur da yağmaya başlamıştı zaten. Biraz daha yaklaşınca S.t.a.l.k.e.r.’leri gördüm. Hepsinin amacı aynıydı. Hayatta kalmak için öldürmek. Çitlerden içeri girince kulaklarımda bir gitar sesi yankılanmaya başladı. Hemen soluma bakınca bir ateşin etrafında bağdaç kurmuş dört adam vardı. Biri gitar’ını tıngırdatıyor, biri votka içiyor, diğeri de salam yiyor. Melodi o kadar güzel ki gözlerimi kapayınca farklı bir yerde olduğumu hissettim bir an. Görünen oydu ki insanlar verdikleri yaşam savaşlarının yanında biraz da eğlenmek istiyorlar kendilerince; ama bir gün sonra hatta bir saat sonra nelerin olabileceğini kimse bilmiyordu. Onları izlerken sağ tarafa doğru kaydı gözlerim ve evin kenarında bir adam elinde telsiz, farklı kesim bir giyimi var ve bana bakıyor. Bana yardım edecek olan adamın o olabileceğini düşündüm ve yanına yaklaştım. Haklıydım da. Bana burada neler yaptıklarını, amaçlarını ve zorluklardan bahsetti ve elime bir silah tutuşturdu. Aslında aldığım basit bir pistol’den ibaret; ama bunca kıtlık arasında bu da değerliydi yine de bununla yapabileceğim pek bir şey yoktu. Bana bakarak anlatmaya, ben de çevreyi izleyerek dinlemeye devam ediyordum. Zaten kısıtlı olan imkanlar, içinden çıkılması zor bir durum alıyordu. Bununla beraber yaşamak için savaşmak kuralını bir kez daha benimsiyorum. Yapacağımız baskınlar, ele geçirmek için mücadele edeceğimiz mekanlar ve dahası bunlarla sınırlı kalmayacaktı. Bizden ölen biri olursa bir yandan kayıp, bir yandan da kazançtı. Tamam, yaptığımız operasyonlarda bir kişi eksik olacaktı; ama en azından ekipmanımızı ve yemeğimizi paylaşacak kişi sayısı bir tane azalacaktı. Üstelik bu adam faydasız ve işe yaramayan biriyse. Üstelik ölen kişiye herkesten hatta düşmandan bile daha önce ulaşmak gerekiyor. Çünkü üzerindeki değerli eşyalar, silahlar ve eşyalar mutlaka bizde olmalıydı. Her kaybettiğimiz ekipman gücümüzden güç çalacaktır çünkü. Güçlü savaş için güçlü silahlar…Yağan yağmur şiddetlenmiş, gök gürültüsü ve beraberinde getirdiği kısa süreli ışık tüm zone’yi aydınlatıyordu. Bununla birlikte yapacağımız ani baskın zamanı da gelmişti. Düşman stalker gruplarına vuracağımız her darbe, onlardan ele geçireceğimiz her şey bize bölgedeki hakimiyet gücünün fazlasını verecek ve düşmanlarımız teker teker yok olacaklardı. Günler boyu ani baskınlar, rehine kurtarma operasyonları, önemli binaları ele geçirmek ve savunmak derken oldukça harap düştük. Birçoğumuz öldü; ama yaptıklarımız bize bölgenin büyük bir bölümün hakimiyetini getirmiş oldu. Ve şimdi tek başıma ilerlemenin vakti gelmişti artık. İşin asıl tehlikeli kısmı şimdi başlıyordu. Çevrenin insan hakimiyeti hüküm süren her yerinde dolaşıp durmuştuk ve düşman hep aynıydı, insanlar. Şimdi ise, evlerden, fabrikalardan, kısacası insan olmayan her kıyıdan köşeden ve ayak basılmamış topraklardan ilerlemem gerekiyordu. Gidilmeyen yerler beni bekliyordu ve bu benim amacım olduğu için tek kişi olarak gitmeliydim. Çünkü Strelok’un, Zone bölgesinin dışında saklandığını öğrenmiştim; ama nerde olduğunu bilmiyordum. Yaptığım yardımlar sonucu her konudan tam donanımlı olarak yola çıkmıştım ve artık hava iyice kararmış, ben de yorulmuştum. Bir yerde oturup ateş yakmıştım ki biraz dinlenmek amacıyla; ama biraz sonra seri ayak sesleri duymaya başlamıştım. Bunlar insan olmazdı emindim daha çok bir topluluk düşüncesi uyandırdı bende. Hemen m16 tüfeğimi elime alarak beklemeye başladım. Çok beklemeden mutasyona uğramış bir köpek belirdi karşıda. Ardından bir tane daha ve bir tane daha ve en sonunda bir sürü oluşturana kadar belirdi. Geçen günlerde gördüğüm vahşi sürünün psikolojisinin bunlarda da olacağını düşünüyordum. Açtılar ve avlanmaları gerekiyordu. Avı kolay yakalamak içinde farklı yerlerden aynı anda saldırarak kolay bir iş gerçekleştirmek istiyorlardı. Hemen tüfeğimi bırakıp elime bir el bombası alarak henüz bana yaklaşmadan aralarına savurdum. Aç oldukları kadar zeki de olmalıydılar. Atar atmaz bir çoğu kaçmıştı; ama üç tanesinin bomba etkisi ile havada süzülüşünü zevkle izledikten sonra m-16’mı tekrar elime alarak tam anlamıyla katliam yaptım ve geriye sadece bir tane kalmıştı. Onu da haklamak için hamle yapacaktım ki baktığımda kaçmaya başlamıştı. Belli ki tek başına bir şey yapamayacağını anlamıştı; ama onu bırakmaya niyetim yoktu. Tüfeğimi bırakıp sniper’i elime aldım ve tek atışta onu da kafasından vurarak tüm sürüyü yok etmiştim. Bu mücadele benim ne kadar kararlı olduğum ve ayrıca ne kadar güçlü olduğumun bir kanıtıydı aslında. Geçen her günde arama çalışmalarıma devam ediyordum, her günün sonunda kabuslar görüp, savaşı rüyalıma da taşıyordum. Bunun yanında eskiden yaşadığım; ama hatırlamakta zorlandığım bir çok olayda kare kare gözlerimin önünden geçiyordu. Amacımı bir an önce bulmalı ve yok etmeliydim. Daha çok yolum var belli ki….

Exit mobile version